23 Aralık 2012 Pazar

Olumlu Düşünmek...

Faruk çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.
Bu adam nasıl iyimser olabiliyordu? Birisi nasıl olduğunu sorsa; ''Bomba gibiyim'' diye yanıt verirdi hep.''Bomba gibiyim.'' Faruk doğal bir motivasyoncuydu...
Yanında çalışanlarından biri, o gün kötü bir günündeyse, Faruk yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.
Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Faruk'a gittim. Anlamıyorum dedim. Nasıl olur da her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?
Her sabah kalktığımda kendi kendime Faruk bugün iki seçimin var: Havan ya iyi olacak ya kötü,derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var: Kurban olmak ya da ders almak.
Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde yine iki seçimim var: Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.
Yok yahu ,diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani? Evet, kolay dedi Faruk. Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin... Yani sen, hayatın nasıl yaşanacağını seçersin!!! 
Faruk'un sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.
Yıllar sonra, Faruk'un başına çok talihsiz bir olay geldi. Soygun için eve gelen hırsızlar paniğe kapılıp, Faruk'u delik deşik etmişler... Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış...
Ben onu, olaydan altı ay sonragördüm. Nasılsın? diye sorduğumda; Bomba gibiyim, dedi. Bomba gibi! Olay sırasında neler hissettin Faruk, dedim. Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm, dedi.Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü. Ben yaşamayı seçtim.
Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi?
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep iyileşeceksin merak etme, dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana; 'Adam ölmüş' diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten.
Ne yaptın? diye merakla sordum.
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak her hangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu. Evet,diye yanıt verdim. Var.Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var!
Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım. Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil.
Faruk sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni bir ders oldu.
Her gün hayatmızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim...
VE HER ŞEYİN KENDİ SEÇİMİMİZE BAĞLI OLDUĞUNU...

Kıssadan hisse... Bir yastık altı hikayesi...

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone



22 Aralık 2012 Cumartesi

İçimizdeki Çocuk...

Doğru yolu bulmak için farkındalığımıza varmak, kendi içimize bakmak ve kendi sesimizi dinleyip, içimizdeki çocuğa kulak vermek gerekir!!!...

Çok uzun zaman önce bunu yapmayı unutttuk!!!... Çünkü; her zaman yapmamız gereken daha önemli işler vardı!!!

Kim olduğumuzu unuttuk!!!

Kim olduğumuzu bulmak için, içimizdeki çocuğa kim olduğumuzu sormayı unuttuk, boşladık, önemsemedik ve bu nedenle onu ortaya çıkarmak için hep birilerine ihtiyaç duyduk!!!

İhtiyaç duyulan gelmeyince de içimizdeki o çocuğu ebediyen kaybettik!!!...

Oysa ki içimizdeki çocuğu ortaya çıkarmak için hiç kimseye ihtiyacımız yok!!! O çocuk zaten bizim içimizde ve tek ihtiyacı biziz!!!

Yeter ki fark etmeyi bilelim!!!...

Sevgi ve ışıkla kalın...
Çocuklar gibi şen kalın;)
Persephone

19 Aralık 2012 Çarşamba

Sonsuzluğa Dair...





Gece karanlıkta gördüğü gölgeye aşık olmuştu, peşi sıra koşmuştu... Ama o her koştuğunda gölge de önünde kaçıp gidiyordu...
Devamlı uzaklaşıyordu...
Onu yakalamak için daha hızlı koşmaya başladı...
Güneş yavaştan kendini göstermeye başlamıştı, fakat genç hâlâ yetişememişti gölgeye!
Ve birden kaybediverdi onu,güneş doğmuş ve gölgesi yok olmuş gidivermişti, aynı gökkuşağı gibi, aynı yağmur gibi...
Her gece gölgesini kovalamak adamda bilinmez bir arzu istek haline gelmişti...
Bir gün mutlaka yakalayacak ona sarılacaktı...
Her gece bin bir telaşla çıkıp dışarıya koşuyordu asla yetişemeyeciğini bildiği gölgesinin peşinden...
Yani bir tutkuya tutulmuştu, gerçekleşmeyeceğini bile bile...

Alıntı...


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone




17 Aralık 2012 Pazartesi

 

SÜKUNLU GECE

Yalnızlığın sıcak kollarında,

Üşümekteyim bu gece...

Kor alevden daha kızıl gökyüzü,

Ne bir yıldız ne de ay var gecede...

Sessizlik ve sükunet,

Bir fırtına öncesinin habercisi gibi...

Uzaktan gelen bir rüzgar fısıldıyor,

Yalnızca geceye...

 

 
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
 


16 Aralık 2012 Pazar

Niagara Sendromu




Bence hayat bir nehir gibidir. Çoğu insan bu nehre, sonunda nereye çıkacağına karar vermeden atlar. Böylece çok geçmeden akıntıya kapılırlar. Günlük olaylar, günlük korkular, günlük zorluklar. Nehrin çatal oluşturduğu yerlere vardıklarında, hangi tarafa gitmek istediklerine bilinçli bir şekilde karar veremezler, kendileri için hangi tarafın uygun olduğunu da düşünmezler. Kendilerini akıntıya bırakmakla yetinirler. Kendi değerleriyle yönetilmek yerine çevre tarafından yönetilen o insan kalabalığına katılırlar. Sonuç olarak, kontrolün kendi ellerinde olmadığını hissederler. Böyle bilinçsiz bir durumda kalmayı sürdürürler. Ta ki günün birinde kükreyen suların sesi onları uyandırana kadar. Bakarlar ki, küreksiz bir kayığın içinde, Niagara çavlanından beş metre gerideler. O anda hay Allah derler ama iş işten geçmiştir. Aşağıya düşeceklerdir. Bu düşüş bazen duygusal bir düşüştür. Bazen fiziksel bir düşüştür. Bazen finansal bir düşüştür. Hayatınızda bugün yüz yüze olduğunuz güçlükler, büyük ihtimalle, nehrin yukarısındayken verilen iyi kararlarla önlenebilirdi...


Anthony Robbins

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

14 Aralık 2012 Cuma

BEBEĞİMİN İSMİ NE OLMALI

                                                          
Çocuk sahibi olmaya karar vermek, hayatımızın en stratejik ve en önemli kararlarından biridir. Anne ya da baba olmaya hazır mıyım, hazır mıyız?
Bu kararı almaya hazır hissettikten sonra da ciddi bir süreç başlar. Her şey süper; anne sağlıklı,bebek sağlıklı, sorunsuz bir hamilelik dönemi geçirilmekte. Bu süreçler aşıldıktan ve bebeğin cinsiyeti öğrenildikten sonra en önemli, en ciddi aşamaya gelinir.
Evet peki şimdi bebeğimizin adı ne olacak!???
Aile meclisi toplanır, her kafadan bir ses çıkar ya da anne baba bir türlü ortak karara varamaz. İsim önemli, çocuk bir ömür boyu bu ismi taşıyacak. Önce okul hayatı düşünülür, aman okulda çocukların dalga geçeceği bir isim olmasın, sınavlarda o karmaşık formlar doldurulurken fazla zorlanmsın!!! Politik bir isim olmasın!!! İş hayatında zorlamayacak kafiyeli bir isim olsun, yurtdışında kolay telaffuz edilecek bir isim olsun v.s v.s!!!
Evet gerçekten de zor bir karar öyle değil mi???
Ama artık üzülmeyin hayatınızı kolaylaştıracak yöntemler var. Çok şükür artık hayatımızda internet denen bir olgu var, bir çok bilgiye rahatlıkla ulaşıyoruz. İnternette okuduğum bir yazı da şunlar yazıyordu:
Akrofonolog (isim bilimcisi) Kemal Haluk Cebe isimlerin insanın kariyerini çok etkilediğini söylüyor. K harfi kariyeri temsil ettiği için, isimde bu harfin olmasını tavsiye ediyor. İnsanda güven hissi uyandıran isimlerin başında ise Mehmet geliyor. Cebe, Türk askerine bu yüzden Mehmetçik dendiğini düşünüyor. Buna karşılık, insanda en çok tedirginlik yaratan, olumsuz düşüncelere iten isimler ise Harb ve Mürre imiş. Eğer güçlü bir isim istiyorsanız ismin içinde D ve G harfleri olması gerekiyormuş. A harfiyle başlayan isimler de bu anlamda çok önemli imiş.İsmin, insanlar üzerinde son derece tesirli ve önemli bir etken olduğunu belirten Cebe, ilk anda size çok sempatik gelen bir isimmin adeta ruhunuzu okşayacağını ve o kişiye karşı çok yoğun ilgi duyabileceğinizi söylüyor.İsimler iş ilişkilerinde de son derece etkin imiş. Birlikte çalışan kişilerin isim titreşimi eşit seviyede ise iyi bir ortaklık oluyor, diyen Cebe, soyadın isimle birlikte titreşim yarattığı için çok etkili olduğunu, bugün birçok firmada daha ziyade soy isimler ön plana çıkarıldığını söylüyor. Sabancı, Demirören ve Koç gibi... "İsim ve soyadı iyi bir bütünlük yaratan frekansı yakalarsa harika bir kariyer olabilir" diyen Cebe hem kadına hem de erkeğe konan (Yüksel gibi, Işık, İsmet,Servet gibi) isimlerin de iş hayatında çok fazla olumsuzluk yaratmadığını söylüyor.Zenginliğin sembolü 2 isim var diyen Cebe bu isimlerin de Serdar ve Sakıp olduğunu söylüyor.
Ad, soyad ve göbek adı kullanınca çok uzun oluyor, hoş durmuyor diye düşünmeyin, Cebe bunun tam tersini söylüyor. "8 tane isim koyun o daha iyi olur. İspanyolların, Portekizlilerin isim enerjileri çok daha farklıdır. 8-9 isimleri vardır. Ne kadar çok isim ve harf olursa sizin enerjiniz daha çok tetiklenir. Ben göbek adlarını mümkün olduğu kadar kullanmalarını tavsiye ediyorum."
Tabii ben bu yazıyı okuduktan sonra harflerin anlamlarını merak ettim ve araştırdım.Ve buldum da;) Hangi isimler ne anlam taşıyor sizde merak ettiyseniz bir göz atın derim...:))) Kaynağını bilmiyorum ama harflerin anlamları şöyle imiş:
HARFLER & ANLAMLARI  :
A: Algılama gücü ve mantık yürütme kabiliyeti yüksektir. 

B: Önsezileri kuvvetlidir. En olumsuz olaylarda dahi umutlarını yitirmez.  

C:
 Güzel sanatlara yatkındır ve duygusaldır.

Ç:
 Zevk ve safa düşkünü kişiliği özelliklerine sahiptir.

D:
 Üstün gücü temsil eder, hırslıdır, zorluklara dirençlidir.

E:
 Ruhsal karışıklığı, üzüntü ve sevinci bir arada yaşadığı ruhsal gel-gitleri vardır.

F:
 Sakindir, uysal ve güvenilirdir.

G:
 İnatçıdır. Gerginlik ve üstün güçlere sahip olma arzusu sergiler.

H:
 Sakin ve durağandır.

I,İ:
 Hassas, duygusal ve kırılgandır.

J:
 Kaprisli ve kıskançtır.

K:
 Başarılı, unvan sahibi ve daima yükselen bir eğrisi vardır.

L:
 Sanatsal yönleri vardır, kabiliyetlidir.

M:
 Ticarete yatkındır, yüksek zekâya sahiptir.

N:
 Üstün güçlere sahiptir, sağduyuludur.

O,Ö:
 Gizemlidir. Gizliliği sever ve duygularını açığa vurmaktan kaçınır.

P:
 Kendinden emindir. Girdiği ortamlarda özgüveni yüksek tavırlarıyla dikkat çeker.

R:
 Tereddütlüdür, karar vermekte zorlanır.

S,Ş:
 Hayalperesttir. Aşırı hayal kurar.

T:
 Oldukça ketumdur. Duygularını karşısındakine açmakta zorlanır.

U,Ü:
 Durgun görünümlüdür. Çok ağır hareket eder, işlerini ağırdan alan bir görüntü çizer.

V:
 İçe dönüktür. Olayları umursamaz. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ der.

Y:
 Geçmişteki izleri, üzüntüleri ve diğer olayları unutamaz, geçmişte yaşar. Güçlü kişilik yapısı gösterir.

Z:
 Bilimsel açıdan başarılıdır. Okumayı sever, akademik alanda başarılıdır.

Eğer biraz işinizi kolaylaştırabildiysem ne mutlu bana:) Bu arada kendi isminize de bakmayı unutmayın,acaba sizin isminiz neyin simgesi;)

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone









              

Nefes aldığım yaşam boyunca, inkar ettiğim yanlarımı görebildiğim bir ayna istedim ki kendi iç ve dış yolculuğumu tamamlayıp, kendimle bütünleşebileyim...

  

Kendi iç ve dış yolculuğunuzu tamamladığınız huzurlu
bir yaşam sürmeniz dileğiyle...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

13 Aralık 2012 Perşembe

Düşen Yapraklar

 

Hüznün adıdır sonbahar

Yapraklar yeşilden turuncuya,

Kırmızıya ve sarıya dönüşür.

Melankolinin adıdır,

Ağaçlar çıplaklaşır,

Ölür gibi olurlar,

Ölüyor gibi yaparlar...

Ve ölümü yönetir sonbahar,

Yenilenmedir aslında bu ölüm,

Ölüm dönüştürmek için yok eder...

Ölüm meleğidir,

Ruhun yenilenmesidir SONBAHAR...


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

11 Aralık 2012 Salı

Kırlangıcın Aşkı


Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla vurmuş .''Tık...Tık..Tık...''
Adam içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Çok meşgulmüş! Dönüp cama bakmış. Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak derin bir nefes almış, şirin gagasını açmış sözcükler dökülmeye başlamış:
-Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedeninini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.
Adam birden parlamış.
-Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz alamam, demiş.
Gerekçesi de pek sersemceymiş.
-Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu?
Kırlangıç mahcup olmuş. Başını öne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş;
-Adam, adam! Haydi, aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam.
Adam kararlı, adam ısrarlı;
-Yok yok ben seni içeri alamam, demiş.
Biraz da kabaymış, lafı kısa kesmiş.
-İşim gücüm var, git başımdan.
Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş;
-Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi, al beni içeri. Yoksa sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın, yalnızlığını paylaşırım, demiş.
Bazıları gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek sinirlenmiş.
-Ben yalnızlığımdan memnunum, demiş.
Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinde de başarısız olunca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş;
-Hay benim akılsız başım, demiş. Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki?Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte.
Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş.
-Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Beni seviyor nasılsa. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.
Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda danışmak için bir bilgeye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge gözlerini adama dikmiş ve demişki;
-Kırlangıçların ömrü altı aydır, evlat!!
Alıntı...

Yağmurlu soğuk bir kış gecesine uyuyup, güneşli bir yaz sabahına uyanınca insan, stres yüklü geçen bir yılın, meleklerin ışığını üzerinizde parlatacağı yeni yıllara gebe olduğuna dair umudunuzu arttırıyor....
Hele hele bir de yorgun bir yılın sonuna gelmişseniz...

Yüreğinizi ısıtan sevgi ve dostluklara kucak açmanız ve sıkıca sarılmanız dileğiyle...

Bir yastık altı hikayesi
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone












 

10 Aralık 2012 Pazartesi

Gezgin Kitap



Gezgin Kitap, başta İngiltere ve ABD olmak üzere birçok ülkede uygulanan ve orijinal adı Bookcrossing olan uygulamanın Türkiye'deki adıdır.
Kişilerin, kamuya açık yerlerde buldukları kitapları, okuduktan sonra yine herhangi bir yere bırakarak, elden ele dolaştırmalarını sağlamak amacıyla düşünülmüştür.
Bu uygulama için hazırlanan internet sitesine üye olanlar, kitaplarını kaydeder ve otomatik bir kitap takip numarası (BCID) alırlar. Bu numarayı, özel hazırlanmış bir etiketin üzerine yazıp, kitabın iç kapağına yapıştırırlar. Böylece, kitabın gezginlik macerası başlar. Kitabı bulan kişi siteyi ziyaret eder, kitabın BCID numarasını yazarak ulaştığı listeye, kitabı nerede, ne zaman bulduğunu ekler. Ayrıca kitap hakkındaki kişisel yorumlarını belirtir. Böylece kitabın dolaştığı eller, sitede düzenli olarak tutulmuş olur.
Asıl amacı kitap okutmak olan uygulama, ilginç paylaşım yöntemiyle eğlenceli bir hal alır...
Türkiye'de de bazı okur severler de bu uygulmayı kullanıyor.Eğer beğendiğiniz kitapları kütüphanede saklamak yerine paylaşmak isterseniz bu uygulamayı şu şekilde kullanabilirsiniz.Kitabın ilk sayfasına şöyle yazmalısınız:
'Bu bir gezgin kitaptır.Ben bu kitabı okudum,beğendim,size de okumayı öneriyorum.Bu amaçla,otobüs durağınd bu kitabı bilerek 'unuttum!'Okuduktan sonra,aşağıdaki mail adresime görüşlerinizi ve yaşadığınız şehri yazarsanız sevinirim.Böylece kitabın macerasını takip edebileceğim.
Okuduktan sonra 'gezgin kitap'a da sizde mail adresini ilave edip,aynı şekilde tanımadığınız birine ulaştırmaya çalışın lütfen.
Sonra ki okuyan da,mail adreslerimize şehrini ve kitaptan öğrendiklerini yazarak,bu güzel zinciri devam ettirirse,çok mutlu oluruz.
Böylece hepimiz kitabın, hangi şehirlerde dolanıp,hangi insanların ruhuna dokunduğunu hep beraber öğreneceğiz.Dilerim,bu okuma ve gelişme zincirinin bir halkası olursunuz.Teşekkür ederim.'
Şimdi sıra sizde!!!Beğendiğiniz ya da etkilendiğiniz bir kitabı bir yerlerde unutun ve gezgin kitabınızın serüvenini izleyin!!!
İlginç bir deneyim olabilir!!!:)
 
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
 

8 Aralık 2012 Cumartesi

Öğrenilmiş Çaresizlik Sendromu


Öğrenelmiş çaresizlik; kişinin herhangi bir durum karşısında bir çok kez başarısızlığa uğrayıp, ne yaparsa yapsın hiç bir şeyin değişmeyeceğini, olayların kendi kontrolü dışında ilerlediğini, başarısızlığa uğradığı konuda bir daha asla ve asla başarılı olamayacağına inanıp, tekrar deneme girişiminde bulunmamasıdır. Öğrenilmiş çaresizlik; geçmişte yaşamış olduğumuz acı deneyimlerin olumsuz çıkarımlarının bugünkü davranışlarımıza yansımasıdır...
Hepimiz bir çok şeyi bir çok kez deniyor, olumsuz sonuç alıyor, başarısız oluyoruz. Tekrar denemek için kolları sıvamıyoruz. Çünkü; yaşamış olduğumuz acı ve olumsuz bir deneyim var. Tekrar denemenin fayda getirmeyeceğini düşünüp, vazgeçiyoruz.
Aslında biz bunları düşüne dururken şartlar çoktan değişmiştir. Ama öyle çok gözümüz korkmuştur ki, başarılı bir sonuç elde edeceğimiz halde ezberimizi bozmamayı tercih ediyoruz. Beynimiz sürekli alarm veriyor konu ile ilgili 'tecrübe edildi' tekrar denemeye gerek yok!
Koşullar değişiyor ama kafa değişmiyor! Kafa nereye, biz oraya...
Öğrenilmiş çaresizlik sayesinde de başarısızlık en yakın dostumuz, canımız ciğerimiz oluyor, doruklar da can düşmanımız. İçimizdekini dışa vurmak yerine söylenmeyi, sorumluluk almak yerine de onu bunu suçlayıp mağduru oynamaya başlıyoruz.... Başarısız olan benim ama suçlusu ben değilim, bir başkası... Klişe!
Öğrenilmiş çaresizlik; insanı mutsuz ediyor. Başarılı olmamızı engelliyor. Düşlerimizi karabatağa çeviriyor. Özgüvenimizi yerle bir edip, tüm cearetimizi elimizden alıyor. Sürekli kaybeden oluyoruz....
Haydi şimdi cesaret zamanı!!!     


Doruklarda bir yaşam sürmeniz dileğiyle...
Sevgi ve ışıkla kalın..
Persephone 

6 Aralık 2012 Perşembe

Tesadüf


Evrende tesadüf diye bir şey yoktur. Yaşadığımız her olay, karşılaştığımız her insan bir anlam içerir .Ya farkındalığımızı arttırırlar ya da değişim ve gelişimin başlangıcını hazırlarlar...
Belki korkularımız, öfkelerimiz, öğrenilmiş çaresizliklerimiz, çözülmemiş karanlıkta kalmış tramvalarımızdır yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı var eden...
Düşündüklerimiz midir yaşadıklarımız?                         
                                                                                     
                                                                              ~o~

Ne zaman, nereye  ve nasıl gideceğimizi bilmediğimizi düşünsek de, bir yanımız bunu oldukça iyi bilmektedir. Bizi kendi içimize giden bu özel yolun başlangıcına da getiren bu yanımızdır. O bizim neye ihtiyacımız olduğunu, neyi aradığımızı ve buna ulaşmamız için nelerin gerekli olup olmadığını çok iyi bilir. Bu  yaşamamız gereken bir olay da olabilir, karşılaşmamız gereken bir insan da!!!


 Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

3 Aralık 2012 Pazartesi

Yaş 35

 


Yaş 35 yolun yarısı eder demiş şair Cahit Sıtkı Tarancı.... Ancak biz insanoğlu , beynimizi yenilemediğimiz için yaş 35 der yolun yarısında ölür, yaş 70 iş bitmiş diyerek de gömülürüz... Azizim nasıl bilirdiniz rahmetliyi!!!
Vah vah iyi bilirdik rahmetliyi...
Gün yüzü göremeden toprak oldu zavallı!!!
Kitapların sayfaları arasında dolanırken, daha önceden bildiğim ve derin anlamlar içeren, bu durumu açıklayan güzel bir şiir çarptı gözüme... Filozof şair Pablo Neruda'ya ait bu şiiri sizlerlede paylaşmak istedim... Belki yolun yarısında,  yavaş yavaş ölmemek için herkese bir uyanış, bir farkındalık çağrısı olur...

Yavaş yavaş ölürler.
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar,müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörü barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler.
Heyecandan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki parıltıyı
görmek istemekten kaçınırlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta ve işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.

Pablo Neruda



Farklı renklerde elbise giyebildiğiniz, rüyalarınızı gerçekleştirebilme riskini göze alabildiğiniz, heyecan dolu mutlu bir hayat sürmeniz dileğiyle...

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone





2 Aralık 2012 Pazar

Evrendeki En Eski İlk Görüşteki Aşk

Göksel Ailemizin Efsanesi

Bu öykü,on iki burçla olan ilişkinin mantığını anlamaya yardımcı olacak.
Güneş yalnızdı. Gökte sabit bir şekilde, kendi parlak ışığında yalnız başına duruyordu. Verecek çok şeyi vardı ama bunları verecek kimsesi yoktu. Tüm evrenin onu görebilmesine rağmen o kendisini göremiyordu. Kendisini  tanıyamıyordu, nefis farkındalığından yoksundu. Paylaşacak arkadaş arayışındaydı.
Bir gün, gün batımında, son ışın demeti ufukta kaybolurken o ana kadar görmediği şaşırtıcı bir güzelliğe gözü takıldı. Ay çıkmıştı.
Aynı görkemli bir şekilde güneşin ışığını geri yansıtmasını, güneş unutamıyordu ve evrendeki en eski ilk görüşteki aşkı yaşıyordu. Ve yine ilk kez güneş,ışığı sevgiye dönüştürdü. Sevgilisinin hala orada olup olmadığı endişesi içinde on iki uzun saat beklemek zorunda kaldı. Onu çok kısa süre yeniden gördü ama o değeli o an uçtu gitti.
İlişki yavaş yavaş gelişti; ilk önce şafak ve günbatımına özgü kaldı,daha sonra kimsenin varlığından haberdar olmadığı gizli ve özel yerlerde buluşmalar başladı. (İnsanlar çok sonra bu büyülü birleşmeleri, güneş ve ay tutulmaları olarak adlandırdılar.) Bütün gerçek aşıklarda olduğu gibi, çift birbirine ve kendilerine aşık oldu.
Çok geçmeden ay hamile kaldı ve bu toy ışık ailesi, göklere dağıldı. İlk gelen Satürn idi. Satürn hem çok ciddi hem de çok şakacı idi; bu epey tuhaf ama aynı zamanda muazzam bir bileşimdi. Sonra, neşeli ve yanında şansı sürükleyen çocuk Jüpiter doğdu. Jüpiteri savaşçı, atletik koruyucu, her an kurtarıcılığa hazır Mars izledi. Derken Venüs geldi. O kadar güzeldi ki kimse gözünü ondan ayıramıyordu. Son olarak da çevik ve her an bir öykü ve şaka ile karşımıza çıkmaya hazır Merkür geldi.
Güneş ve ay, on iki göksel alan yönetiyorlardı ve bu krallığı, harika çocukları arasında bölmeye karar verdiler. Satürn en uzaktaki bölgeyi aldı çünkü hepsinin en büyüğü ve en sorumlusu o idi ve herkes en çok ona güveniyordu. Ona kovanın rüzgarlı ülkesi ve oğlağın dağlık krallığını verdiler. Jüpiter, erkek kardeşinin bölgesinin her iki yanını aldı yunusların yaşadığı gizemli göller ülkesi  Balık ve görkemli atların krallığı Yay. Mars Jüpiterin yanındaki ülkeleri aldı: Koçun volkanik arazisinin ve enerji kuyularının hakimiyetini ele geçirdi. Marsa ayrıca, güçlü kartalın süzüldüğü Akrep bölgesi verildi. Venüs,göklere yükselen ağaçları ile Boğanın verimli arazisini ve kutsal kütüphaneleri ile Terazinin bulutlu şehrini aldı. Merküre, tüm krallıklardan gelen yolların kesişme noktası olan İkizler ve Başağa ait büyülü hizmetin çıkarıldığı maden ocakları ve mağaralar teslim edildi. Kral Güneş, Alanın altın ülkesinin hakimi olarak kaldı ve Yaşam kraliçesi ay,süt ve erzağın şefkatli dünyası Yengeçi yönetmeyi sürdürdü.
Yörenin paylaşımı çok zekice yapılmıştı ve bu göksel aile hala uyumlu ve zarif bir şekilde hakimiyetlerini sürdürüyorlar. İşlev bozukluğu ve aile sözcüklerinin her zaman aynı şey demek olmadığını bize öğretiyorlar.Kardeşlerin nasıl uyum içinde gelişebileceklerini ve her yerde her şeye bu huzuru yapabileceklerini kanıtlıyor.

Gahl Eden Sasson-Kozmik Gezgin

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone  
 

28 Kasım 2012 Çarşamba

Kabalistik Astrolojinin Ana Önermesi

İlahi Anlaşma:Bir Durum Çalışması

Bir nobel ödülü sahibi, bir kayak kazasında elli sekiz yaşında ölür. Bilim dünyası yas tutar. Aslında, dünyanın büyük bir kısmı yas tutar. İnsanlığı kanserin tedavisine adım adım yaklaştıran buluşlar yapmış, tüm dünyada madalyalar ve ün kazanmış, alkış toplamış saygın bir bilim adamıdır. Aniden gitmiştir.
Işığın elçisi, yaşamın ötesindeki yerde onunla buluşur ve sorar: 'Evet arkadaşım, bundan sonra ne olmak istiyorsun?'
Parlak zekalı ruh birkaç dakika düşünür ve yanıt verir: 'Duygusal yönümle uğraşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi ben gözetilen bir kişiydim; sevgi nedir öğrenmeden insanlar beni kimyasal formüller ile beslediler.
'Kılavuz dinler,başını sallar ve sorar:'Bunu nasıl düzeltebiliriz?'
Ruh duraksar,sonra sessizce ekler: 'Zihin ayartmalarından kaçınmak,entellektüel melekelerimi kapatmak istiyorum.'
Kılavuz kaygılanmış gibi gözükür. 'Bunun için spiritüel kredin var mı? Anımsa, bu seçimi yaptığını unutacaksın. Sonra kalkıp Tanrıyı kötülemeni istemiyorum.'
Ruh 'Lütfen, sessiz bir yıldız altında doğmama izin verin.' der.
Kılavuz başını sallar. 'Hmm, bundan pek emin değilim. Seninle birlikte imzasını atacak biri var mı?
Ödüllü ruh, geçmiş yaşamlarda onunla seyahat etmiş iki ruh çağırır. 'İşte, bu iki ruh arkadaşım aynı şekilde, aşırı kullanılmış ve aşırı değer verilmiş zeka sorunu yaşıyorlar. Kendilerine zarar verecek kadar zekiler ve duygusal gizliliklerini beslemek istiyorlar. Onlar benden önce doğmaya hazırlar ve ben onların oğlu olacağım.'
Kılavuz, bir önceki randevuda görmüş olduğu iki ruhu iyi tanımaktadır. Haritalarını inceler, bilim adamının oraya uygun olup olmadığı nı anlamak için çocuk evlerine bakar. Sonra da gülümser. 'Tamam. Sen fazladan bir 21. kromozoma sahip bir bedende doğacaksın; Down sendromu ile doğacaksın. IQ değerin, şimdi bitirdiğin yaşamdakinin üçte biri olacak ama sen duygusal bir deha olacaksın. Diğer insanların geçirdiklerini çok derinden hissedeceksin ama bunu entellektüel olarak iletecek yetiye sahip olmayacaksın. Kabul ediyor musun?
Üçü de kabul eder.
Yirmi dokuz yıl sonra genç ve başarılı bir çift Manhattan'da müthiş bir kat satın alır. Kadın bir yazılım şirketinin CEO'su, erkek hiç dava kaybetmemiş bir dava avukatıdır. Sözde arkadaşları dahil herkes onlara gıpta eder. Onlar kendi küçük evlerinin efendileridir. Bazı geceler geç vakit, seks için bir araya gelirler-yüksek performans içeren ama samimi bir yakınlıktan yoksun bir birleşme. Sonunda kadın hamile kalır. Ceninin gelişmesini kontrol ihtiyacını hissetmezler çünkü her ikisi de bir dahidir. Öz güvenleri muhakemelerini gölgeler. Bebeğe, Leonardo da Vinci'nin anısına Leonarda adını vermeyi kararlaştırırlar.
Leonardo'nun doğumu pürüzsüz olur... Ve çok geçmeden Leonardo 'da Trisomy 21 olduğunu keşfederler.
'Bu ne demek?' Baba sorar.
Anne sinir içinde bağırır: 'O gerizekâlı!' Hiç inanmadığı Tanrıya feryat eder: 'Bunu hak edecek ne yaptım? Ben ne için cezalandırılıyorum?'
Babanın kafası karışmıştır. Hukuk okulunda okuduğu hiçbir şey onu buna hazırlamamıştır. Birdenbire karısından nefret eder. Kadının ondan sakladığı bir genetik bozukluğu olduğunu düşünür. Daha sonra karısının kendisini aldattığından kuşkulanır çünkü bu çocuk kesinlikle kalitesiz bir gen havuzundan çıkmıştır. Ve ağlamaya başlar. Bu... bu... şeyi meslektaşlarına nasıl anlatacaktır?
Bebek başkalarından daha yavaş ve değişik büyür. Parktaki yabancılar bu çocukta bir şeyin değişik olduğunu görürler ama sormak için çok naziktirler. Gülümseyen çocuğa bakan herhangi birisi ancak, bu masum ve saf neşenin sessizce ilettiği, sözcüklerle ifade edilmeyen derin bir anlayışın, bilgeliğin farkına varır. Çocuk sevgi ve iyilikten başka bir şey bilmemektedir. Anne babsı onun hakkında ne düşünürse düşünsün o, onlara sadece sevgi gösterir. Onları başarıları veye konumları için sevmemektedir. Onların entellektüel parlaklığını veya profesyonel başarılarını değerlendirme durumunda değildir. IQ değeri altmış iki seviyesindedir ama spiritüel zekâ ölçecek bir test var mıdır?
Genç anne baba yavaş yavaş Leo'ya aşık olur ve ona değer vermeyi öğrenir. Anne yeni bir Web tasarımı için evden çalışmaya karar verir. Leo'nun bakımının gerektirdiği lojistik anneyi, bir zamanlar nefret ettiği ve sakındığı kendi annesi ile daha çokzaman geçirmeye yönlendirir. Bu çocuğa bakarken edinilen bakış açısı, yetişkin kız çocuk ile anne arasında bambaşka bir ilişki kurulmasına yol açar.Küçük Leonardo'nun güçlü büyüsü işte budur. Annesinin son derece akıllı terapistinin yüzlerce saatte yapamadığını, Leo bir gülümseme ile çözmlemiştir.
Baba da değişir. Manhttan'daki büyük şirket işini bırakır ve özel ihtiyaçları olan çocuklara destek veren kar amaçsız bir kuruluşun başına geçer. En güzeli, yumuşayan, sevgi dolu karısından keyif almaya başlar, çocuklarını uyuttuktan sonra ona saatlerce sarılır. Bu yeni yakınlıktan iki çocuk daha çıkar.İkinci oğullarına şefkat tanrıçası Kuan'ın, diğerine John'un (Vaftizci Yahya) adını koyarlar.
Bu öykü, Kabalistik astrolojinin ana önermesidir: Haritanızın yapımcısı sizsizniz. Hasta, müflis, varlıklı, mutlu veya sefil olmanızın nedeni kader değildir. Bu kararı siz verdiniz. İlk hava alışınız ile imzalanmış bir sayfalık haritanız, Tanrı ile yaptığınız ilahi anlaşmayı simgeler.
Kozmik gezginler yaşamlarında olan her şeyin, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin sorumluluğunu alırlar. Yaptığımız her şey hava da süzülsek de, aşık olsak da veya düşüp kayalara çarpsak da bizi, ilahi varlığa geri dönmemiz için daha iyi,daha güçlü, daha donanımlı yapmak için tasarlanmıştır.....

Gahl Eden Sasson-Kozmik Gezgin






Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone


21 Kasım 2012 Çarşamba

Kim Üzebilir Seni Senden Başka?

Gidene kal demeyeceksin

Gidene kal demek zavallılara,

Kalana git demek terbiyesizlere,

Dönmeyene dön demek acizlere,

Hak edene git demek asillere yakışır.

Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,

Yoksa değersiz olan hep SEN olursun.

Düşün;Kim üzebilir seni senden başka?

Kim doldurabilir içindeki boşluğu

Sen istemezsen...

Kim mutlu edebilir seni?

Sen hazır değilsen?

Kim yıkar,kim yıpratır.

Sen izin vermezsen...

Her şey sende başlar,sende biter,

Yeter ki yürekli ol,tükenme,tüketme...

Tükettirme içindeki yaşama sevgisini!

Ya çare SİZSİNİZ ya da çaresizsiniz...

Öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de,

Öyle bir aşk yaşadım ki,tutkuyu da gördüm pes etmeyi de...

Bazıları seyrederken hayatı en önden,

Kendimi bir sahnede buldum;oynadım...

Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum,okudum anlamadım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde,

Hem kızdım hem güldüm halime.

Sonra dedim ki; SÖZ VER KENDİNE!!!

Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,

Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,

Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,

Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredeceksin...

Öyle bir hayat yaşadım ki sonyolculukları erken tanıdım.

Öyle değerliymiş ki zaman,hep acele etmem bundanmış anladım....

F.Nietzsche




Çaresizseniz, çare SİZSİNİZ!!!
 
Sevgi ve ışıkla kalın…
 
Persephone
 
 

12 Ağustos 2012 Pazar

Büyüleyen Ada Tenedos

fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone

 fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone

İlk blog yazımı, aklımı başımdan alan Tenedos(Bozcaada) için yazmak istedim. Belki bir gün hayallerimi gerçekleştirmek için bana kucak açar Tenedos...  
Kısaca Tenedos(Bozcaada)'un tarihine gözatmakta fayda var sanırım; 
Antik çağda Leukophrys, Yunan Mitolojisinde Tenedos adıyla anılan Bozcaada, stratejik konumundan dolayı çağlar boyunca birçok kez istilaya uğramış ve el değiştirmiş.
Adanın tarihi M.Ö. 3000 yıllarına dayanıyor. Adanın bilinen ilk sakinleri Pelasg'lar. Daha sonra sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar, Yunanlılar, Persler, Büyük İskender, Bizanslar, Cenevizler, Venedikler ve Osmanlılar adada hüküm sürmüş.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden sonra Bozcaada, Türkler için önem kazanmış ve 1455’te Osmanlı topraklarına katılmış. Bu tarihten itibaren Osmanlılar ve Venedikliler arasında Bozcaada için mücadeleler olmuş ve adanın hakimiyeti zaman zaman Venediklilere geçmiş.
Osmanlı yönetiminde geçen uzun bir dönemden sonra, Balkan Savaşları sırasında 1912’de Yunanistan tarafından işgal edilen ada, 1923 Lozan Anlaşmasıyla Gökçeada ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmış.
Bozcaada'ya ayak bastığımda ilk durağım akvaryum koyu idi, görmeye değer bir koy. Mavinin bir çok tonunu içinde barındıran bir deniz, bir o kadar huzur verici manzara. Ayazma plajında denize girmeden de olmaz. O turkuaz renginin buz gibi serin sularının keyfine varmak gerekir...


fotoğraf: Persephone
Bir sonraki durak tabii ki Aya Paraskevi manastırı, bu manastıra uğramadan, dilek dilemeden bu adadan gidilmezdi.Aya Paraskevi efsanesi,yürek burkan güzel bir aşk hikayesi kaynaklı. Tabi bu devirde bu tür aşklara pek rastlamadığımız için, bu hikaye eminim yüreğinizin bir köşesine dokunacaktır. Sizleri bilmem ama beni çok etkiledi.Efsane şöyle: “Paraskivi genç ve güzel bir kızken Göztepe’de ki Ayyalus manastırından yakışıklı bir gence aşık olmuş. Babası durumu öğrenince kızını Ayazma da göz hapsine almış. Kız ve oğlan uzun süre aşklarını gizlemişler fakat bir türlü görüşememişler. Paraskivi aşk ateşinden ölünce bu büyük aşkın hürmetine başkalarının dileklerinin gerçekleşmesi için dua edecekleri bir dilek pınarı yapılmış.” Her sene Rumlar burada toplanıp dilekleri için dua edip ayinler yapmaktadırlar.


fotoğraf: Persephone

Ve Bozcaada da tamamen bir tesadüf eseri karşılaştığımız yakışıklı ve karizmatik ,ayrıca toprağım olan Makedonya Üsküp göçmeni (bu arada canım dedeme çok benziyordu kendisi) amcamıza göre de, burada her kim ne için dua ederse etsin mutlaka duası kabul olurmuş;)
fotoğraf: Persephone


Bozcaada'ya gidildiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biride Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi. Burası M.Hakan Gürüney tarafından kurulmuş. Çok şanslıyım ki bu insanla tanışma şansı buldum ve kendi ağzından bu hikayenin nasıl başladığını dinledim... Ve kendisini inanılmaz derecede kıskandım. Gerçekten büyük emekler harcanararak düzenlenmiş bu müze görülmeye değer ve tüyler ürpertici.. .Ben çok etkilendim... Etkilenmemek mümkün değil, çünkü o dönemde yaşamış bir çok insanın, bir çok ailenin dramatik hayat hikayeleri gözünüzün önünden geçiyor. O kadar canlı yaşıyorsunuz ki, o yaşanan acıları hissetmemek mümkün değil. Buraya gittiğimizde ne bulacağız derseniz, kısaca şöyle anlatayım;
T.C.Bozcaada Kaymakamlığı tarafından tahsis edilen 130 yıllık binada, Bozcaada tarihi ile ilgili 45 ayrı konu başlığında 3000'den fazla fotoğraf, belge, harita, gravür, obje ve günlük yaşamdan köşelerle hazırlanmış geçmişten günümüze Bozcaada'yı anlatan bir sergi bulunmakta. Sergileme kategorik anlamda, farklı odalarda farklı dönemleri hikaye eder şekilde düzenlenmiş. Mutlaka geziniz,görünüz...


fotoğraf :Persephone

fotoğraf: Persephone

Mitolojik adıyla Tenedos((Bozcaada); küçük bir ada olmasına karşın, içinde büyük bir tarih barındıran aslında büyük bir ada... Baktığınızda bir avuç boz toprak parçası gibi görünebilir gözünüze. Ancak bir çok uygarlığa kucak açmış, bir çok aile bu adadan geçmişini bırakarak ayrılmak zorunda kalmış. Gözlerinizi yaşartacak bir çok hikayeye tanıklık etmiş...
Ada halkı çok candan ve onlarla sohbet ettiğinizde yürek burkan bir çok hikaye dinleyebilirsiniz... Mesela madam Sofi bu adayı yıllar önce terk etmek zorunda kalmış eski bir rum kadını, giderken de türk komşusuna çok güzel bir kurabiye tarifi bırakmış, damla sakızlı ve bademli kurabiye... Şimdi çınaraltı kahvenin tam karşısında madam Sofi'nin kurabiyeleri adı altında minik bir dükkan var, bu dükkanı madam Sofi'in komşusunun kızı işletmekte... Madam Sofi adayı terk etmeden önce, bu küçük dükkanın sahibinin annesine bırakmış kurabiye tariflerini....Bu kurabiyelerden tatmadan ve yanında limonata içmeden adadan ayrılmayınız...İnanılmaz güzeller...
Dünyanın ucundaki fener olarak bilinen ''Polente Feneri''ne yanınıza şarabınızı alıp rüzgar gülleri ve doyumsuz manzara eşliğinde şarabınızı yudumlamayı da unutmayın... 


fotoğraf: Persephone

Şu an gözümde tüten Tenedos(Bozcaada); eski rum mahallelerinin o şirin görkemi taş evler; merdiven girişleri, ahşap bir birinden renkli kapıları ve pencereleri, ilginç kapı tokmakları, kapı önlerindeki tahta masa ve sandalyeleri, sanki sizi orada akşamüstü sohbetine davet eder gibi. Bir de sohbetin yanında o mis gibi damla sakızlı türk kahvesi, değmez hiç bir şey keyfinize... Asırlık çınarın zamana ve geçmişte yaşanmış o acılara inat ayakta duruşu, o ihtişamı altındaki minik kahve...Küçük küçük kafeleri, balık restorantları, rum meyhaneleri, sıcak kanlı, güler yüzlü insanları...

Anlatılmaz,yaşanır Tenedos(Bozcaada)...



fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone


fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone

fotoğraf: Persephone



SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone