Hayatta yapılacak en önemli şeylerden biri, eksiğiyle fazlasıyla önce kendini tanımak ve anlamak, sonra da karşında ki insanları tanımak ve anlamak. Yaşamak için ilk adım önce kendini adam etmekten başlar,diğerlerini adam etmekten değil!
Ne yazık ki; ne kendimizi tanımak için ne de karşımızdaki insanları anlamak ve tanımak için yeterince çaba harcamıyoruz... Aslında bütün mesele insan psikolojisini anlamakta hepsi bu...
Tüm hayatımız boyunca işte, sosyal hayatta, aşkta, aile hayatında ve evlilikte karşı karşıya olduğumuz insanken ve biz de aynı türe mensupken,neden kendi türümüzü tanımaktan bu kadar uzağız? Bencil yaradılışımızdan mı?
Belki her insanın kendi türünü tanımak için biraz daha gayrete ihtiyacı var...
Bir insan bir davranışı sergilediğinde bunun nedenini, niçinini anlayabilmek, empati kurabilmek neden bu kadar önemsiz görülüyor ki?
Ama sor! Herkes insan sarrafı olmuş, atıp tutuyor... Herkes empatiklikten ölecek. Herkes farkındalık sahibi, herkes aklı başında. Ego tavan! Hiç eksik yönlerimiz yok, her şeyimiz tastamam hatta fazla fazla... Yeterince atarlandım sanırım, ben gerçek konuma döneyim en iyisi...
Sosyal yaşamımızda, iş, aile, dostluk, evlilik ve aşk bağlılıklarımız da başarımız bir çok faktöre bağlı ve bunlardan biride beyinde hipotalamusta sentezlenen ve arka hipotalamustan salınan oksitosin isimli hormon... Oksitosin hormonu ''sevgi hormonu'' adı ile de anılmakta, bazı yerlerde ise ''mutluluk hormonu'' olarak geçmekte.. Bu hormonun etkileri yeni yapılan çalışmalarla ortaya çıkmış. İlk başlarda yalnızca doğum esnasında uterusun açılmasından ve annenin bebeğini emzirebilmesinden sorumlu olduğu düşünülüyormuş.
Oksitosinin yararları, sosyal etkileşimlerde, dugusal enerji alışverişinde ve her türlü şefkat içeriğinde ortaya çıkmakta. Sosyal bakımdan kendimize yakın bulduğumuz insanlarla ne kadar iç içe isek ve yalnızca o insanların yanında bile bulunmak hatta yalnızca düşünmek bile oksitosin salınımını etkilemekte. Oksitosinin en önemli görevlerinden biri de stres hormonu olan kortizolü baskılamasıdır. Ne yazık ki sorun şu ki; oksitosinin beyindeki yarı-ömrü kısa,yaklaşık bir kaç dakika içinde yok oluyor.
Peki oksitosin salgılama kaynağı bulunabilir mi? Evet!
Bunun için çevrenizdeki insanlarla olumlu, uzun süreli yakın ilişkiler bu hormon için kaynak olabilecektir. Bizi seven ve bizim de sevdiğimiz insanlarla geçirdiğimiz her iyi vakit tekrar tekrar oksitosin hormonunun salgılanmasını sağlayacaktır... Sevgi dolu bir kucaklaşma, dostça bir dokunuş ve her sevgi dolu an bu hormonun etkisini arttıracaktır.
Aman benim beynimde oksitosin salgılamayı versin diyorsanız, siz bilirsiniz! Oksitosin eksikliğinde karşılaşabileceğiniz durumları da kısaca şöyle özetliyeyim: Sosyopati, psikopati, narsisizm ve genel manipülasyon eğilimi... Bence en büyük negatif getirisi de mutsuzluk olur sanırım...
Sosyalleşmek insanoğlunun vazgeçilmez bir parçası... Sonuçta insan sosyal bir varlık... Canlı, sosyal bağlantılar olumsuz ruh halimizi baskılar ve moralimizi yükseltip, stresimizi azaltır.
Boşuna dememişler ''yalnızlık bir tek Allah'a mahsus,'' diye.
Carnegie Mellon Üniversitesi psikologlarından Sheldon Cohen'in yaptığı bir çalışma var,vdetayına girmeyeceğim, yalnızca sonucu söyleyeceğim: Zengin bir sosyal ilişki ağına sahip olanlarla kıyaslandığında, yakın ilişkileri en az olanların nezleye yakalanma olasılığı 4,2 kat daha yüksekti; bu da yalnızlığın sigara içmekten daha riskli olduğunu gösteriyor...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone