29 Mart 2015 Pazar

YILDIZ




İçimdeki derin boşluktan bir yıldız kayıyor, parçalanıyor, binlerce minik yıldıza dönüşüyor. Bir kısmı ayak parmaklarımda, bir kısmı da ellerimde ki parmaklarımda beliriyor. Bir elleri bellerinde, bir elleri öne doğru uzanmış, başları ile beni selamlıyorlar. Işıl ışıl, yüzlerinde kocaman bir tebessüm var. Yavaş yavaş bütün vücudumu kaplıyorlar ve neşe içinde etrafıma ışık saçıyorlar.
Kendi etrafımda Vivaldi'nin ''Spring'i'' eşliğinde minik daireler çizmeye başlıyorum, gittikçe hızlanan bir ivmeyle dönüyorum, hiç durmadan. Kuşlar en içli şarkılarını fısıldıyor kulağıma, içimde en derinlerde eşsiz bir mutluluk var. Yıldızlardan oluşan toz bulutları kaplıyor her yanımı, büyüdükçe büyüyorum, büyüleniyorum, bütünleşiyorum, mutluluk gözyaşlarım çağlayana dönüşüp, denize karışıyor...
Ve sonunda milyonlarca minik yıldızın birleşmesinden, tek bir yıldız oluyorum. Gökyüzüne doğru yolculuğum başlıyor...
Bu gece gökyüzüne bakın, belki de sizleri selamlayan bir yıldız göreceksiniz...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

10 Mart 2015 Salı



Bir insanı anlamak için; gözlerinle değil yüreğinle göreceksin. Sözleriyle değil davranışlarıyla değerlendireceksin...



SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

8 Mart 2015 Pazar

Bir Kaç Damla



Bir kaç dokunaklı cümle sıralamak üzereydim. Durdum... Birden vazgeçtim. Duyguların bu kadar altında ezilmek ne diye derken, bir iki damla gözyaşı sessizce kitabımın üzerine yumuşak iniş yaptı. Sık sık ortalıkta gezinirdi, uzun zamandır saklanmıştı oysa... Epeydir dingindi...
Bir gün arzuyla, ertesi gün bıkkınlıkla  tutuşan, bir gün yana yakıla seven, ertesi gün acımasızca sevgiyi çöpe atan, hiçbir sevgide mutluluğu bulamayan, sevgiye güven beslemeyenlere... Hayata anlam veremeyen, sevgisizlikten ölen insanlara akıyor bugün gözyaşlarım...
Belki de en çok kendim için, her bencil insanoğlu gibi...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Cehaletin tek korkusu kadındır. Çünkü, kadın öğrenirse, çocuğuna da öğretir.
Emine Supçin


 Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü her yıl 8 Mart'ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır.
 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.

 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.

 İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler'in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York'ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.

 Türkiye'de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. "Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" kutlanmaya devam ediliyor.
KAYNAK: VİKİPEDİ

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

18 Şubat 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Derin Mavi


Sevgili Blogger ve yazar arkadaşım Deep Tone Sade ve Derin kitabından sonra ikinci kitabı olan Derin Mavi'yi biz okurlara sundu. Fanatik Deep Tone takipçisi olarak her iki kitabını da okumadan edemedim Sade ve Derin, Derin Mavi . Deep Tone'u herkes güzel ve yaratıcı hikayeleri ile tanır. Sait Faik tadındadır hikayeleri. Deep Tone'u okumak keyiflidir. Gizemli, yaratıcı, eğlenceli ve düşündürücüdür. Deep Tone'u takip edenler meraktadır; kimdir Deep Tone? Belki bir gün biz okurlara kendini tanıtır.;) 
Bizler yalnızca okuduklarımızdan, bize sunduklarından biliriz Deep Tone'u... Biz okurlara sürprizler yapmayı sever...Derin Mavi kitabında da farklı bir yönünü koymuş ortaya. Deep şiir de yazıyor. Derin Mavi kitabında şair Deep Tone'u da tanıyoruz.
Ve güzel şiirler yazıyor, hikayelerinin yanı sıra şiirin de hakkını vermiş... 
Kalemine sağlık Deep Tone yine keyifle okudum ikinci kitabını da... 
Darısı üçüncü kitabının başına;) Bol okurun olsun...


Deep Tone


Deep Tone

Ve merak edenlere Deep Tone'un Derin Mavi kitabından bir şiir alıntısı, diğer şiir ve hikayelerini okumak için Derin Mavi kitabını edinin, tek yapmanız gereken idefix'ten sipariş vermek;)  

BİR ZARF DOLUSU UMUT
DEEP TONE



BİR ZARF DOLUSU UMUT

Her şey söylenmişken
Kendinden uzaklaşmak
Ve ulaşmak için başkalarına
Sen de yazarsın
Ulaşmak için kendine
Söylenmemiş sözler ararsın
Ama yanılırsın
Ama yazarsın
Çünkü hissedersin
Belki herkes aynı şeyleri hisseder
Belki anlamak için o hisleri
Yazarsın
Yazdıkça anlar anlaşılırsın

Bir zarfa koyarsın yazdıklarını
Umutların gibi bir beyaz zarfa
Alıcısı yüreklerdir
Zarftan renkler çıkar
Dantelli hayaller çıkar
Harflerden resimler çıkar
Resimlerden sevgi
Sevgiden gülen gözler
Gülen gözlerden ışık
Ve ışıktan umut
Yazdıkça umut vardır
Ve umutla çoğalır insanlar


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

12 Şubat 2015 Perşembe

Bağımlı



Soğuk ve üşüyordu. Birden irkildi. Burnuna ağır kan kokusu geliyor, genzinde metalik bir tat alıyordu. Hiç tanımadığı sesler kulağını delip geçiyor, kafasının içinde zonkluyordu. Gözlerini açmak istedi, göz kapakları ağırlığınca direniyordu. Açamadı. Garip bir telaş sezinledi etrafında. Anlamaya çalışıyor, algılayamıyordu. Birden sesler yükseldi:
'' Doktor bey! Nabız düşüyor, hastayı kaybediyoruz!''
'' Hemşire hanım defibrilatörü hazırlayın. Hastaya elektro şok vereceğiz...''
Ani bir acı hissi ve şiddetli bir gürültü duydu.
''Neredeyim ben? Neler oluyor?''
Bilincini toparlamaya çalıştı, olanları hatırlamak istiyordu. Hastanedeydi. Peki ama buraya nasıl gelmişti?
En son hatırladığı oğlu ve eşiyle yemekte şiddetli bir tartışmanın ortasında olduğuydu. Her zamanki gibi alkolü fazla kaçırmıştı...
Ya sonra... Ya sonra...
Hatırlamak için tüm gücüyle zorluyordu beyin hücrelerini... Her şey bulanık, gözlüğünü kaybetmiş yüksek numaralı miyopik gibi...
'' Doktor bey hastamızın nabzı normale döndü ...''
'' Kontrol altında tutmalıyız hastamızı, hayati tehlikesi sürüyor, hemşire hanım...''
  Kafası karıncalanıyor, gözünde ışıklar patlıyor, göğsünde şiddetli bir ağrı hissediyordu. Bilinci bir açılıp bir kapanıyor, damarlarının içinde kanının dolaştığını duyumsuyordu. Küçük fotoğraf kareleri şeklindeki görüntüleri birleştirmeyi başaramıyordu, uzun bir zincirin kopuk halkaları gibiydi görüntüler..
Göz kapakları ağırlığını halen hissettirse de bilincinin yavaş yavaş açıldığını hissediyor, kopuk halkalar birleşiyor, fotoğraf kareleri netleşiyordu...
Tartışmanın ardından yemek yedikleri restoranı hızlıca terk ettiklerini anımsadı. Kendisi direksiyon başında yerini almış, eşi yan koltuğa, oğlu arka koltuğa oturmuştu... Gerginlik devam ediyor, tartışma arabada da olanca hızıyla sürüyordu.
'' Çok alkollüsün, sarhoşsun sen! Bırak ta arabayı ben kullanayım! '' dedi eşi...
'' Hayır! Ben gayet iyiyim! '' diye haykırdı... Arabayı kullanmakta kararlıydı.
Yağmur arabanın camını delercesine yağıyor, ana yolda ışıklar yanmıyordu... Damarlarında dolaşan alkol görüşünü daha fazla kaybetmesine neden oluyor, ara ara hararetlenen tartışma dikkatini dağıtıyor, kafası bulanıklaşıyordu... Aniden bir ışık, karşısında dev gibi bir kamyon belirdi. Birden acı dolu, insanın içini parçalayan şiddette bir gürültü koptu.
'' Oğluuum, eşiiimmm!!! ''
Kanı dondu, vücudu titremeye başladı, nabzı düzensizleşti, bilincini kaybetti...
Hemşire acil durum düğmesine bastı...
'' Doktor bey! Hastayı kaybediyoruz...''

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone    

8 Şubat 2015 Pazar

Şeytanla Dans


Aç, susuz, öfkeli, tşiksinmişliğin pençesinde, yalpalaya yalpalaya duvardan duvara çarpıyor... Dokunduğu her bedeni yakıyor, yıkıyor, yaralıyor... Karamsar... Çılgın gibi...
Gözleri büyüyor, alev alev yanıyor, ateş fışkırıyor dört bir yana bakışlarından... Tanrıyı tanıdığını iddia etse de Tanrı tanımaz bir varlık... Janjanlı ambalaja bürünmüş albenili görüntüsü aldatmaca... Mükemmel sanılan benliğinin altında yok olmuş, ezilmiş, büzülmüş oysa ki bir hiç; farkında...
Kendine bile itiraf edemediği gerçeklerini yalanlarına boyamış, gerçekliği kaybolmuş, dünyası kendine söylediği yalanlar olmuş,...  İçi boş hayaller peşinde... Öyle mutlu... Kendini kandırma çabası...
Tek bildiği kendi bencil duyguları, gerisi boş... Başka duygu tanımıyor, aşağılıyor... Gözünü kırpmadan acıtıyor, kanatıyor, kanayan yaralara parmağını basıyor... Çünkü; başka bir şey bilmiyor, iyi bir yüreği gömeli çok zaman geçmiş... Hatırlamıyor; iyi nasıl olunur ama kendince iyi... Kendine söylediği yalanlar gibi...
Ruhunu şeytana satalı epeyce olmuş...

Sevgi ve Işıkla kalın...
Persephone

      
 

4 Şubat 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Sade ve Derin

deep tone
deep tone



Sevgili blogger ve yazar arkadaşım Deep Tone 'un  ikinci kitabı olan Derin Mavi'nin raflarda yerini aldığı haberini duyduktan hemen sonra dedim ki kendime: ''Kızım senin gibi bir okursevere yakışıyor mu? DeepTone gibi blog dünyasının en popüler ve en sevilen yazarının ilk kitabı Sade ve Derin'i henüz okumadın, ki o kadar da merak ediyorsun.''
Sevgili Deep baktım yeni kitabın haberini verirken bir de idefix linkini eklemiş, hemen tıkladım ve iki kitabıda aldım... Henüz Sade ve Derin'i bitirdim. Sizlerle de sıcağı sıcağına paylaşmak istedim...
Bu aralar yoğunluğuma rağmen her fırsatı bir mükafat bilip, Sade ve Derin'e kaldığım yerlerden devam ettim. Bir solukta okunacak bir kitap. Sevgili Deep Sade ve Derin'de yazılarını sanat, aşk, insan, yaşam, gelişim, mevsimler, tarih, denemeler başlıklı gruplara ayırmış ve gruplar altında keyif dolu yazılar yazmış... Tabii Deep'i tanıyanlar bilir hem eğlenceli hem düşündürücü yazılar yazar ve Sade ve Derin'de de bu özellik gözünüzden kaçmıyor. Okurken hem güldüm hem düşündüm bazen de hüzünlendim... Ve Deep'e dair farklı şeylerde keşfettim ama siz okurlarla paylaşmayacağım ki siz de merak edip okuyun;) Ben lafı daha fazla uzatmayacağım, yazılar içinde çok beğendiğim yazılar vardı ama birini seçtim ve şimdi ben susayımda Deep'in kalemi konuşsun;)

    SONSUZ TANGO

Ben seçtim seni. Çünkü canlıyım. Sense ölüler dünyasındasın. Yalnız uçuyorsun. Daha ne kadar gözyaşı dökeceksin?
Günahlar geceye aittir. Uyanmak sonsuzluğa ise dağların doruklarında olabilir sadece. Dağın zirvesine çıkarsam seni düşer misin yüksekten? Yaralı kanatların taşır mı seni?
En yüksekte bile gece güneşini mi istersin? Yıldız ışığı yetmez mi? Özgürlük için çığlık atmalı. Gece prensesi olmak istiyorsun. Adımı seslen.
Deliliğin kalp atışlarını duyuyorum, aşk lanetinin ateşini yeraltında mı sunmalıyım yoksa sana? Ben ateşin efendisi, gece ziyaretçisi. Tek bir bıçak darbesiyle kalbine şifa vermemi mi istiyorsun yoksa?
Şafakta mı boyayım mavi gökleri kırmızı elektriğimle, gece yarısı günah çöllerinde mi intikam alayım senden, kalbin mi ölü, beynin mi kan lekeli?
Ama
Hüzün rüzgarı, düş fırtınası, melodi bulutu engelliyor gecenin kararmasını. Suyun, çiçeğin, şiirin gündüzü, neşenin ritmini, umudun pembesini damla damla akıtıyor yüreğime.
Güneş yakmasın gözlerini. Korkma ışıktan. Gülümse. Akıtsın gece gözyaşlarını, senin ardından. Şafak zamanı mavi yelkenlerle, martı çığlıklarıyla son dansımızı yapacağız, baykuş çığlıklarıyla değil.
Derin suların son tangosunu.  

Yazan: Deep Tone

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

3 Şubat 2015 Salı

Ah İstanbul


foto:persephone güncesi
Konak Pastanesi-Galata 

Sol yanımda Orhan Veli, sağ yanımda Yahya Kemal... 
Gözlerim kapalı İstanbul'u dinliyorum, bugün bir tepeden bakıyorum aziz İstanbul'a, Galata'da Konak Pastanesi'nin terasındayım bugün... İstanbul kanatlarımın altında...
Bir elimde mis kokulu, az şekerli türk kahvem, bir elimde sigaram, hafif esen ılık rüzgarın eşliğinde, Edip Akbayram'ın o güzel tınısı kulaklarımda Bekle Bizi İstanbul... Derin bir nefeste içime çekiyorum seni İstanbul...
Arkamda tüm heybetiyle Galata kulesi, Kız kulesine olan aşkını  fısıldıyor kulağıma... Gülümsüyorum garip bir hüzünle, Bedri Rahmi Eyüboğlu geliyor birden dile:

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi'nin aklı olsa
Galata Kulesi'ne varır
Bir sürüde çocukları olur...

Gözlerim dalıyor uzaklara Ümit Yaşar Oğuzca'nın Galata kulesine isyanını duyumsuyorum bir anda, göz yaşlarına dokunuyorum yazdığı şu dizelerde:

6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi'nden
Kendini bıraktı bir an boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bu adam benim oğlumdu... 

Büyüleyici manzara karşısında daha bir özümsüyorum bu şehre yazılan şiirleri, şarkıları, kitapları, fotoğraflara konu olan kareleri... Enlerin şehri İstanbul; en zengin, en fakir, en iyi, en kötü, en çok, en az, en mutlu, en mutsuz... 
Kimine cennet, kimine cehennem olan şehir İstanbul... Kimine acı vermiş, kimine sonsuz bir mutluluk... Baktığım her yüzde ayrı bir İstanbul...
Taşı toprağı altın deyip, köyünde ki toprağını, bağını bahçesini bırakıp gelmiş binlerce insan... Burada doğmuş burada büyümüş İstanbullu dediğimiz bir kesimde var ama, yedi göbek İstanbullu değilsen İstanbulluyum demek yakışmaz insana... Yemeklere atılan çeşit çeşit baharat gibi... İsyan etsek de bu çeşitliliğe yine de ayrı bir tat ayrı bir lezzet... Trafiğinden, karmaşasından, yoruculuğundan her daim şikayetçiyiz ama bir uzaklaşmaya gör bu şehirden, tüter gözünde özlemi...
Bu şehirden kaçma isteği her bir bedende... Lakin gel gör ki; alaycı bir tebessümle ''haydi kaç kaçabilirsen'' demekte sanki şehir... O da bilir biz gibi; geride bırakıp gitmesi zor...



İçinde kaybolduğum kocaman aşksın sen İstanbul...
foto:persephone güncesi
Konak Pastanesi-Galata 



SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

25 Ocak 2015 Pazar

Hayal Kırıklığı

Hayal kırıklığı, karşılanmamış beklentilerin sonucunda ortaya çıkar... Kendinden başka kimseden beklentin olmasın!

Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone

19 Ocak 2015 Pazartesi

HASAN DEDE

Hasan dede her zaman ki gibi evinin sokağa bakan camının köşesinde oturmuş olan biteni izliyor... Güneşli güzel bir gün, çocuklar güneşli havayı görünce dökülmüşler sokağa... Ne güzel de koşuşturuyorlar, çocuklar işte ey gidi ey... Annesi Ecrin'e sesleniyor ama Ecrin oralı değil... Furkan Batuhan'a bağırıyor : ''Tutsana şu topu...''  Nursu ve Kübra ip atlamak için Büşra'ya sesleniyor: ''Hadi artık gel, seni bekliyoruz...'' Bizim zamanımızda isimler böyle miydi? Ayşe, Emine, Fatma, Ahmet, Hüseyin, Ali gibi isimler vardı... Zamanla ne kadar çok şey değişiyor diye düşündü Hasan dede, isimler bile... Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde...
Hasan dede çocukları çok seviyordu, mahallenin çocukları da onu çok seviyordu. Hasan dedenin evi binanın giriş katındaydı, çocuklar acıktı mı, susadı mı Hasan dedenin kapısını çalarlardı, alıştırmıştı çocukları buna, memnundu halinden... Çocuklar da yalnız bırakmıyordu onu, bütün ev ihtiyaçlarına, alışverişine koşuyorlardı... İyi kötü yaşayıp gidiyordu, Hasan dede seksenlerine merdiven dayamıştı ama yine de yaşına göre sağlığı iyi sayılırdı, hafif aksayan ayağı dışında...
Çocuklara bakarak derin bir iç geçirdi, ne kadar da hızlı akmıştı hayat... Bir zamanlar ben de çocuktum diye geçti aklının ucundan... Babası Fahri bey Kayseri'nin ünlü iş adamlarından, annesi Saliha'da köklü bir aileden gelmekteydi... Babası işleri büyütmeye karar verince İstanbul'a taşınmışlardı.... Güzel bir çocukluk geçirmişti, ailenin tek çocuğuydu, ailesi ikinci bir çocuğu çok istemelerine rağmen olmamıştı... Ailesi varını yoğunu Hasan'a adamış en iyi okullarda okutup, iyi bir eğitim vermişlerdi.
Çok hızlı yaşamıştı gençliğini... Zamanının bıçkın delikanlılarındandı. İyi eğitimine rağmen bir işte dikiş tutturamamıştı, babası Hasan'ı şirketin başına geçirmek istiyordu ama hovardalıklarını, vurdum duymazlığını gördükçe güvenemiyordu bir türlü. Kardeşinin oğlu Kamil'i Kayseri'den getirtmiş, onu yetiştiriyordu yanında, bir gün Hasan'ın da adam olacağını umuyordu... İşleri ona emanet etmek istiyordu ne de olsa kanıydı, canıydı... Hasan'ın gönlü kırılsa da bu duruma, aman boşver deyip devam etmişti hayatına... Yaşamıştı kendi bildiğince... Mutlu da olmuştu... Şu an ki en büyük derdi içindeki paylaşamadığı yalnızlığıydı... Etrafında çok insan vardı, konu komşu yalnız bırakmıyordu ama yetmiyordu işte... Nankörlük müydü bu düşüncesi? Yok değil, başka bir türlü yalnızlıktı onun kisi... Doldurulamaz bir yalnızlık... Çok sevmişti vakti zamanında güzel Leyla'yı... Gözünün önündeydi halen, onca yıla rağmen sanki dün gibi uzun siyah saçları, iri kömür karası buğulu gözleri, inci dişleri, ürkek gülümsemesi... Her şeyden değerli o güzel yüreği... Göz pınarlarında yaşlar birikti, yüreğinde derin bir acı hissetti Hasan dede... Leyla'nın özleminin ağırlığı altında ezildi, küçüldü, içindeki kor ateş bütün vücudunu yaktı... Leyla direnebilseydi kör olası verem illetine şimdi yanında olacaktı... Leyla'sı, çocukları, torunları ile birlikte Hasan dede çok farklı bir pencereden bambaşka bir dünyaya bakacaktı...


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

7 Ocak 2015 Çarşamba

Üstün Yaratıcılığa Sahip Kişilerde Görülen Farklı 18 Davranış Biçimi

Yaratıcılık, tuhaf ve genellikle de mantık dışı görünen bir şeydir. Yaratıcı düşünce biçimi, bazı kişilik türleri için sabit ve belirgin bir karakter özelliğidir. Ama duruma ve şartlara göre de değişebilir. İlham ve fikirler en beklenmedik anda birden bire zihnimizde belirebilir, ama onlara en çok ihtiyaç duyduğumuz zaman bir türlü ortaya çıkmazlar. Yaratıcı düşünce özel bir algılama yeteneği gerektirirse de, düşünme sisteminden tamamen farklıdır.


Nörolojik bilim bugün yaratıcılıkla ilgili çok karmaşık bir fotoğraf ortaya koymaktadır. Bilim insanları artık yaratıcılığın sandığımız gibi sağ ve sol beyin farklılığıyla (sol beyin = mantıklı ve analitik, sağ beyin= yaratıcı ve duygusal ) açıklanamayacağını anlamış bulunuyor. Gerçekten de, yaratıcılığın bir dizi bilişsel süreçler, sinirsel akımlar ve duygular sonucu ortaya çıktığı düşülmekte, ancak yaratıcı zekanın nasıl çalıştığı hakkında hala net bir bilgimiz yok.
Psikolojik açıdan bakıldığında da, yaratıcı kişilikleri belirlemek çok zordur. Zira bu kişiler genelde karmaşık ve çelişkili davranışlar sergiler ve alışkanlıklardan ya da rutin işlevlerden uzak durmaya çalışır. Bu sadece “acı çeken sanatçı” şablonu da değildir – sanatçılar belki de daha zor anlaşılan kişilerdir. Yapılan araştırmalar, yaratıcılığın karakter özellikleri, davranış biçimleri ve sosyal etkilerin bir kişi üzerinde birleşmesiyle meydana geldiğini ortaya koyuyor.
Yaratıcılık konusunda uzun yıllardan beri çeşitli araştırmalar yapan New York Üniversitesi Profesörlerinden Scott Barry Kaufmann, Huntington Post’la yaptığı söyleşide “Aslında yaratıcı kişilerin kendi kendilerini anlayabilmeleri de çok zordur. Zira yaratıcı benlik yaratıcı olmayan benlikten çok daha karmaşıktır. En belirgin şekilde ortaya çıkan özellikler, yaratıcı benliğin çelişkileri ve tutarsızlıklarıdır…. Hayal gücü yüksek olan kişilerin zihinleri daha karmaşıktır” diyor.
Yaratıcı kişiliğin “tipik” bir tarifi olmasa da, üstün yaratıcılığa sahip kişilerde belli davranışlar ve karakter özellikleri görüldüğü kabul ediliyor. Bu kişilerde görülen 18 farklı davranış biçimi aşağıda yer alıyor:
Hayal Kurarlar.
Yaratıcı tipler, ilkokul öğretmenlerinden duyduklarının aksine, hayal kurmanın boşa zaman harcamak olmadığını bilirler.
Kaufman ve “Olumlu ve Yapıcı Hayal Kurma’ya Övgü” adlı makalenin eş yazarı psikolog Rebecca L. McMillan’a göre, düşünceler arasında gezinmek, yaratıcılığın “kuluçka sürecini” destekliyor. Zaten bizler de en iyi fikirlerimizin, aklımız bambaşka yerlerde gezinirken birden bire ortaya çıktığını biliriz.
Hayal kurmak her ne kadar düşünmek anlamına gelmez gibi görünse de, 2012 yılında yapılan bir araştırma, bunun çok yoğun bir zihin faaliyeti olduğunu ileri sürüyor – zira hayal kurma sırasında olayların bağlantıları birden bire fark edilebiliyor ve iç görü artabiliyor. Nörologlar ayrıca hayal kurmanın, imgeleme ve yaratıcılıkla aynı beyin işlevlerini içerdiği sonucuna ulaşmış bulunuyor.
Her şeyi gözlemlerler.
Dünya yaratıcı bir kişinin istiridyesidir – bulundukları her yerde fırsatlar görürler ve yaratıcı bir ifadeyi besleyebilecek tüm bilgileri özümserler. Henry James’in belirttiği gibi, “Bir yazar, hiçbir şeyin kaybolmasına izin vermez”. Yazar Joan Didion yanında her zaman bir not defteri taşırdı. Kişiler ve olaylarla ilgili gözlemlerini bu deftere yazdığını ve sonuçta kendi zihnindeki karmaşa ve zıtlıkları daha iyi anlayabildiğini söylerdi.
Didion “Not Defteri Tutmak” konulu makalesinde “Çevremizde gördüğümüz şeyleri ne kadar dikkatle kaydedersek, gördüğümüz her şeyin ortak paydası kendi benliğimizin şeffaf, utanç duyulacak ve acımasız bir yansıması olur” diyor. “Bu kayıtlar, özel bir duyguyu, zihnin kullanılamayacak kadar küçük bağlantılarını, sadece kayıt düşen kişiye bir anlam ifade eden gelişi güzel ve karmaşık bir düşünceler kümesini yansıtır.”
Kendileri için uygun olan saatlerde çalışırlar.
Büyük sanatçıların birçoğu en verimli çalışmalarını sabah çok erken ya da gecenin geç saatlerinde yaptıklarını söylerler. Vladimir Nabokov, sabah 6 veya 7’de uyanır uyanmaz yazmaya başlardı. Frank Lloyd Wright da sabaha karşı saat 3 veya 4’te uyanıp birkaç saat çalıştıktan sonra tekrar yatardı. Ne zaman olduğu hiç önemli değil, yaratıcı çalışmaları olan kişiler, zihinlerinin hangi saatlerde en verimli şekilde çalışmaya başladığını bilirler ve günlerini ona göre planlarlar.
“Yaratıcı fikirlere açık olabilmek için, yalnızlığı yapıcı bir şekilde kullanabilmeli, yalnız kalma korkusunu yenmelisiniz” diyor Amerikalı varoluş psikoloğu Rollo May..
Sanatçılar ve yaratıcı kişilerin hep yalnızlıktan hoşlandığı düşünülür. Bu her zaman doğru olmasa da, yalnızlık en iyi eserlerini yaratmaları için önemli bir unsur olabilir. Kaufman bunu yine hayal kurmaya bağlıyor – ve zihnimizin özgür bir şekilde dolaşabilmesi için kendimize yalnız kalabileceğimiz bir zaman yaratmamız gerektiğini belirtiyor. “İçinizdeki sesi dışa vurabilmek için, onunla iletişime geçebilmelisiniz. Eğer kendinizle iletişim kuramaz ve kendinizi yansıtamazsanız, o yaratıcı iç sesi bulmanız çok zordur” diyor.
Yaşamdaki engelleri tersine çevirirler.
Tüm zamanların en fazla iz bırakmış hikayeleri ve şarkıları yürek burkan acılardan ve kalp kırıklıklarından doğmuştur … bu üzüntülerin olumlu yönü ise, büyük bir sanat eserinin yaratılmasına yol açmış olmalarıdır. Psikolojinin “Travma sonrası gelişim” adı verilen yeni alanında, birçok kişinin yaşadığı zorlukları ve erken yaştaki travmaları yaratıcılıklarını önemli ölçüde geliştirmek için kullanabildikleri ileri sürülüyor. Araştırmacılar travmaların özellikle insan ilişkileri, maneviyat, yaşam sevinci, kişisel güç ve — hepsinden önemlisi yaratıcılık konusunda gelişmelerine ve hayatta yeni fırsatlar görebilmelerine neden olduğunu belirlemişler.
Kaufman “Birçok kişi bu tür travmaları gerçeği farklı bir perspektifle görebilmek için ihtiyaç duydukları bir güç olarak kullanabiliyor” diyor. “Hayatlarının bir noktasında bir travma yaşadıklarında, dünyanın güvenli veya koşulları belirlenmiş bir yer olduğu şeklindeki görüşleri yerle bir oluyor ve o andan sonra tüm sınırları aşarak her şeyi yepyeni ve farklı bir gözle değerlendiriyorlar – bu da yaratıcılığı müthiş destekleyen çok olumlu bir şey.”
Sürekli yeni deneyimler peşinde koşarlar.
Yaratıcı kişiler yeni deneyimler ve değişik duygular yaşamayı severler. Bu da yaratıcı üretkenliğe yol açan önemli bir öngörü kazanmalarını sağlar.
“Yeni deneyimlere açık olmak, yaratıcı başarının en önemli yapı taşıdır” diyor Kaufman. “Bu özelliğin değişik bilgiler edinmek, heyecan merakı, farklı duygular yaşamak, hayallere açık olmak gibi pek çok yüzü olsa da, hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Hepsinin ortak noktası, hem iç – hem de dış dünyanızı zihinsel ve davranışsal açıdan keşfetmek arzusudur.”
Yenilgiden korkmazlar.
Yaratıcı başarının ön koşulu dirençli ve esnek olmaktır. Yaratıcı bir şeyi ortaya koyabilmek için, tekrarlayan başarısızlıklara aldırmayıp, yılmadan denemek gerekir. Yaratıcı kişiler – en azından başarıya ulaşmış olanlar – başarısızlığı kişisel olarak almamayı öğrenmişlerdir. Steve Kotler, Einstein’ın yaratıcı dehası ile ilgili bir makalesinde “Yaratıcı kişiler başarısız olur ve gerçekten yaratıcı olanlar çok sık başarısız olur” diyor.
Her şeyi sorgularlar.
Yaratıcı kişilerin doymaz bir merakı vardır – genelde kanıtlanmış koşullarda yaşamayı tercih ederler. Hatta yaşlandıktan sonra bile yaşamla ilgili merakları devam eder. Bazen yoğun tartışmalar şeklinde, bazen de tek başına düşüncelere dalarak çevrelerindeki dünyayı sürekli incelerler ve her şeyi neden ve nasıl diye sorgularlar.
İnsanları gözlemlerler.
Doğuştan gözlemci olan ve başkalarının hayatını merak eden yaratıcı kişiler genellikle insanları gözlemlemekten hoşlanır – ve bazen en iyi fikirlerini böyle geliştirirler.
“[Marcel] Proust hemen hemen tüm yaşamını insanları gözlemlemekle geçirmiş, gözlemlerini sürekli not etmiş ve bu notlar zaman içerisinde kitaplarına yansımıştır“ diyor Kaufman. “Birçok yazar için insanları gözlemlemek çok önemlidir… Bu kişiler insan doğasının tutkulu izleyicileridir.”
Risk alırlar.
Yaratıcı çalışmanın en önemli unsurlarından biri risk almaktır. Yaratıcı kişilerin çoğu da yaşamlarının çeşitli alanlarında aldıkları risklerden beslenir.
Steven Kotler Forbes’a yazdığı bir yazısında “Risk almakla yaratıcılık arasında derin ve anlamlı bir bağlantı vardır ve bu bağlantı genellikle gözden kaçar” diyor. Yaratıcılık hiç yoktan bir şey yaratma sanatıdır. Hayal gücü tarafından ileri sürülen iddiaları tüm dünyaya açabilmeyi gerektirir. Ürkek ve çekingen kişilere göre bir iş değildir. Zamanın boşa gitmesi, itibarın zedelenmesi, paranın ziyan olması… tüm bunlar ters giden yaratıcılığın yan ürünleridir.
Tüm yaşamı kendilerini ifade etmek için bir fırsat olarak görürler.
Nietzsche, insan yaşamının ve dünyanın bir sanat eseri olarak görülmesi gerektiğine inanırdı. Yaratıcı kişiler de dünyayı gerçekten bu şekilde görmeye ve günlük hayatın içinde sürekli olarak kendilerini ifade edebilecekleri fırsatları aramaya daha yatkın olabilirler.
“Yaratıcı ifade, kendini ifade etmektir,” diyor Kaufman. “Yaratıcılık, aslında ihtiyaçlarınızın, arzularınızın ve özgün benliğinizin kişisel bir ifadesi olmaktan başka bir şey değildir.”
Gerçek tutkularının peşinden giderler.
Yaratıcı kişiler doğal bir motivasyona sahiptir— yani onlar dışarıdan elde edilecek bir ödül veya onay kazanmak için değil, kendi içlerinden gelen doğal bir istekle hareket ederler. Psikologlar, zorlu koşulların yaratıcı kişileri motive ettiğini ileri sürüyor ki, bu da içsel motivasyonun bir işaretidir. Yapılan araştırmalar da, bir işe girişmek için sadece içsel nedenleri düşünmenin bile yaratıcılığı arttırdığını gösteriyor.
M.A. Collins ve T.M. Amabile’ın “Yaratıcılığın Rehberi” adlı eserlerinde belirttikleri gibi, “Üstün yaratıcı kişiler, zorlu ve riskli problemlerle uğraşmaktan büyük zevk alır. Zira bu onlarda yeteneklerini kullanabilmekten kaynaklanan bir güçlülük duygusu yaratır.”
Zihinlerini silerler.
Kaufman, hayal kurmanın bir başka yararının da kendimizi sınırlı bakış açımızdan kurtarması ve farklı düşünce tarzlarını araştırmamıza yardımcı olmasıdır. Bu da yaratıcılık için önemli bir unsur olabilir.
“Hayal kurmak, evrim geçirdi ve artık yaşadığımız anı unutmamıza yardımcı olan bir araç haline geldi” diyor Kaufman. “ Beynimizin hayal kurmayla bağlantılı olan düşünce ağı, zihin teorisiyle bağlantılı olan düşünce ağıyla aynı – ben buna ‘hayal kurmanın düşünce ağı’ diyorum. Bu tarz düşünce sadece gelecekteki kendinizi hayal etmenizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda başkasının da ne düşündüğünü hayal etmenize yardımcı olur.”
Yapılan araştırmalar ayrıca “psikolojik mesafe” koymanın – yani olaylara bir başka kişinin bakış açısıyla bakmanın veya bir sorun hakkında sanki gerçek değilmiş veya bilmediğiniz bir şeymiş gibi düşünmenin yaratıcı düşünceyi desteklediğini ortaya koyuyor.
Zaman kavramını unuturlar.
Yaratıcı kişiler, yazı yazarken, dans ederken, resim yaparken veya kendilerini başka bir şekilde ifade ederken, transa girmek diye bilinen ve yaratıcılıklarını en üst düzeye çıkartan “başka bir boyuta” geçtiklerini görebilirler.
Trans durumundaki biri, bilinçli düşünce halinin ötesine geçerek çabasız bir konsantrasyon düzeyine ve sakinliğe ulaşır. Kişi bu durumdayken, içeriden veya dışarıdan gelebilecek tüm baskılara ve dikkatini dağıtarak performansını etkileyebilecek her şeye karşı duyarsız olur.
Trans durumuna, zevk aldığınız, çok iyi yaptığınız, ama aynı zamanda – her iyi yaratıcı projede olduğu gibi – sizi zorlayan bir faaliyet sırasında girersiniz.
“Yaratıcı kişiler, ne yapmaktan zevk aldıklarını bilirler – ve aynı zamanda o işi yaparken trans durumuna girme becerisini de kazanmışlardır” diyor Kaufman. “Trans durumu, becerilerinizle yapmakta olduğunuz faaliyet arasında bir uyum olmasını gerektirir.”
Kendilerini güzelliklerle çevrelerler.
Yaratıcı kişiler genelde çok zevkli olurlar. Bu nedenle de çevrelerinin güzelliklerle dolu olmasından hoşlanırlar.
Estetik, Yaratıcılık ve Sanatın Psikolojisi (Psychology of Aesthetics, Creativity, and the Arts) adlı dergide yayınlanan bir araştırma, orkestra müzisyenleri, müzik öğretmenleri ve solistler de dahil olmak üzere müzikle uğraşan kişilerin sanatsal güzelliğe karşı yüksek bir duyarlılık ve ilgi gösterdiklerini ortaya koyuyor.
Noktaları birleştirirler.
Yüksek yaratıcılığa sahip kişileri diğerlerinden ayıran bir özellik varsa, o da başkalarının göremedikleri fırsatları görme yetenekleridir – veya bir başka deyişle vizyonlarıdır. Birçok büyük sanatçı ve yazar, yaratıcılığın başkalarının birleştirmeyi düşünemedikleri noktaları birleştirme yeteneği olduğunu söyler.
Steve Jobs şöyle diyordu:
“Yaratıcılık sadece noktaları birleştirebilmektir. Yaratıcı kişilere bir şeyi nasıl yaptıklarını sorarsanız, biraz utanacaklardır. Zira onlar aslında bir şey yapmamış, sadece ortada olan bir şeyi görmüşlerdir. Bir süre sonra bu onlar için doğal bir şey olmuştur. Yaşadıkları deneyimleri birleştirmeyi başarmışlar ve yeni şeyler oluşturmuşlardır.”
Sürekli bir şeyleri yıkıp değiştirirler.
Kaufman, farklı deneyimlerin yaratıcılık için her şeyden daha önemli olduğunu söylüyor. Yaratıcı kişiler bir şeyleri yıkıp değiştirmekten, yeni şeyler denemekten hoşlanır ve hayatı monoton veya sıradan yapan her şeyden kaçınırlar.
“Yaratıcı kişilerin çok çeşitli deneyimleri vardır. Alışkanlıklar ise farklı deneyimler edinmeyi imkansız kılar” diyor Kaufman.
Farkındalık için zaman ayırırlar.
Yaratıcı kişiler net ve odaklanmış bir zihnin değerini bilirler – zira yaratıcılıkları buna bağlıdır. Birçok sanatçı, girişimci, yazar ve David Lynch gibi diğer yaratıcı kişiler, en yaratıcı düşünce düzeyine ulaşabilmek için meditasyonu bir araç olarak seçmişlerdir.
Farkındalığın beyin gücünü birçok açıdan arttırdığı görüşü bilimsel olarak da destekleniyor. 2012 yılında Hollanda’da yapılan bir araştırma, belli meditasyon tekniklerinin yaratıcı düşünceyi destekleyebileceğini ortaya koyuyor. Farkındalık uygulamaları hafıza ve odaklanmayı güçlendirdiği gibi, aynı zamanda stres ve heyecanı azaltıyor, duygusal durumu iyileştiriyor ve zihinde netlik sağlıyor – bunların hepsi de yaratıcı düşünceyi destekleyebilen unsurlar.

Kaynak: Huffington Post
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

4 Ocak 2015 Pazar

Sevginin Işığı


Anamın gözyaşlarıyla yıkadığım geçmişim, 
Babamın alın teriyle kurduğum gençliğim,
Tırnaklarımla kazıyarak var ettiğim bugünüm,
Zaman zaman kelebekler uçurduğum, 
Zaman zaman kan kusturduğum yüreğim,
Koşarak, ağır aksak yürüdüğüm yollarım,
İnişlerim, çıkışlarım...
Büyüdükçe kirlendiğim, kirlendikçe arınacak bir yol aradığım,
Özledikçe özlediğim çocukluğum...
Yağmurla yıkadığım, gökkuşağıyla renklendirdiğim ruhum...
Bir ileri bir geri attığım adımlarım,
Yerimde saydığım günlerim...
Dünümde varolan, bugünüm de yokolan sevdiklerim, 
Sevemediklerim...
Her daim hayatımda varolanlarım, dünümde bugünümde, 
Yarınımda...
Biriktirdiğim anılarım, bozuk para gibi harcadığım mutluluklarım,
Geceleri üzerime yorgan yaptığım acılarım, yalnızlıklarım,
Ellerimle yoğurduğum yaşamım,
Yaratacaklarımla doğdum, yarattıklarımla büyüyor, 
Büyümeye devam ediyorum...
Ve zamanı geldiğinde de var ettiklerimi geride bırakıp, 
Göçüp gideceğim...
Yeryüzünde sonsuza dek kalan, yalnızca SEVGİnin ışığı olacak...





SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

ANLAR




Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım,
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığı kadar,
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer,
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ÖLÜYORUM...

Jorge Luis Borges


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone



30 Aralık 2014 Salı

MUTLU YILLAR



İyisiyle kötüsüyle, inişleriyle çıkışlarıyla, mutluluklarıyla hüzünleriyle,başarılarıyla başarısızlıklarıyla bir yılı daha geride bırakmaya saatler kaldı... Yeni gelen yıl sevgi, mutluluk, sağlık, huzur, başarı, bol şans ve herkesin gönlünden geçenleri bol bol verecek bir yıl olması dileğiyle...
Herkese şimdiden MUTLU YILLAR  dilerim... Sevgiler...




SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

24 Aralık 2014 Çarşamba

MUTLULUK ARAYIŞI

Bütün zamanlarda iyi insanlar hakikatte bütün bağlardan müstağnidirler. İlahi yolda olanlar, arzuları için boş sözler sarf etmezler. Zevk veya ızdırap geldiğinde, bilge olan zevkin ve ızdırabın üstünde kalır. 
             Buda

Olayların olmalarını istediğiniz gibi olması için çabalamayın, bunun yerine oldukları gibi olmalarını isteyin, o zaman yaşamınız yolunda gidecektir.
Epiktetos

Mutluluğu parayla ve güçle satın alabiliyor olsaydık, muhtemelen Tevrat'ın Vaiz bölümünü kaleme alan kişinin başı göğe ermiş olurdu. Bu bölüm Kudüslü bir kralın geçmişteki mutluluk ve tatmin arayışını yad etmesini anlatır. Kral, servetinde saadetin izini sürerek kendini bir ''tatmin sınavı''na çeker:

Büyük işler yaptım; kendim için evler inşa ettim, bağlar yetiştirdim, kendime bahçeler ve parklar yaptım ve türlü meyve ağaçları diktim... Ayrıca, Kudüs'te benden öncekilerden daha büyük koyun ve sığır sürülerim oldu. Kendi gümüş ve altınlarımı ve kralların ve eyaletlerin hazinelerini elde ettim; hem kadın hem de erkek şarkıcılarım, bedensel hazlarım ve çok sayıda cariyem oldu. Böylece fevkalade biri haline geldim. Kudüs'te benden önce var olan herkesi gölgede bıraktım; bilgeliği de elden bırakmadım. Gözlerimin arzu ettiğini onlardan esirgemedim. (Vaiz 2:4-10)
Fakat orta yaş bunalımının ilk belirtileriyle birlikte bir anda her şey anlamsızlaşır:
Sonra ellerimle yaptığım her şeyi ve onları yaparken çektiğim zahmeti düşündüm ve tekrar her şey beyhude ve rüzgarı kovalamaya kalkışmak gibi geldi; aslında güneşin altında kazanılacak hiçbir şey yokmuş.(Vaiz 2:11)
Kral geçmiş hayatında nasıl kendisini çok çalışmaya, öğrenmeye ve şaraba verdiğini anlatır. Ama hiçbirine kanaat etmemiş; yaşamının bir hayvanınkinden daha gerçek bir değeri veya amacı olmadığı duygusunu içinden atamamıştır. Kralın derdini, Buda ve Stoacı filozof Epiktetos gayet iyi açıklar: Mutluluğun peşinden koşma. Budizm ve Stoacılık felsefesine göre dünyevi mal mülk veya arzularımıza karşılık veren bir dünya arayışına girmek, rüzgarı kovalamaya kalkışmakla aynı anlama gelir. İnsan mutluluğu, yalnızca dünyevi nesnelerle bağlarını kopararak ve kendini razı olmaya adayarak, kendi içinde bulabilir. (Elbette Stoacılar ve Budistler de ilişki kurabilir, iş ve mal-mülk sahibi olabilir ama onları kaybettiklerinde hayal kırıklığı yaşamamk için, onlarla duygusal bağ kurmamalıdır.) Bu fikir, İkinci Bölüm'de ele aldığımız hakikat öğretisinin bir uzantısıdır:
''Yaşam onu nasıl varsayıyorsanız öyledir ve şu anki düşüncelerimiz yarınki hayatımızı hazırlar.''  Ama psikoloji alanındaki son araştırmaları inceleyince, Buda ve Epiktetos'un fazla ileri gitmiş olabileceğini anlıyoruz. Bazı şeyler, uğruna çabalamaya değer ve neye odaklanacağımızı bilirsek, dışsal şeylerle de epey mutlu olabiliriz.



ALINTI
Mutluluk Varsayımı
Yazar: Jonathan Haidt



SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone 

8 Aralık 2014 Pazartesi

GERÇEK

Buzdağının arkasındadır hayat, görünenlerden çok görünmeyenlerden ibarettir yaşam... Bakmaktan ziyade, çoğu zaman görmeyi bilmek gerektirir, yaşananları anlayabilmek, hissedebilmek için. Çünkü; birçok zaman hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Sezgi gerektirir, ince bir anlayışa ihtiyaç vardır bilmek için... Bilmek; bilmediğin şeyi bilene kadar hiçbir şeyi bilmediğindir, yalnızca bildiğini zannettiğindir... Önyargıları bir kenara bırakıp, objektif bakabilmek aslolandır. Yalın gözlerle, tarafsız bakıldığında görülür gerçekler, bu da her yiğidin harcı değildir... Gül bahçesi gördüğün yerde fırtınalar kopuyordur belki de, bunu görebilmekte farklı bir bakış açısı gerektirir...
Önce insan kendini sorgulamalı, kendini yargılamalı, iç hesaplaşmasını önce kendisiyle yapmalı, başını kaldırıp sonra etrafına bakmalı... Belki de aranılan gerçek çok uzakta değildir...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

28 Kasım 2014 Cuma

MESELE

Yaşamak zor... Herkesi mutlu etmek, sevdiklerini mutlu etmek, kendini mutlu etmek. Her daim seçimler yapmak zorunda olmak, zorunda bırakılmak. Kimi zaman kişiliğinden ödün vermek, istemeden de olsa, bu ben değilim; bunu yapamam desen de bazı şeyleri yapmak zorunda kalmak, zorunda bırakılmak. Oluyor işte istemesen de... Şartlar zorluyor benliğini...
Büyük büyük laflar etmemeli şu hayatta! Yeri  gelir çarpar yüzüne yüzüne, savurur dört bir yana yaprak gibi... Ne olduğunu anlamazsın bile...
Yüzün gülse de bedenin ruhuna dar gelir ya bazen... Anlatamazsın içindekileri, kelimelere dökmek zordur ya bazen... Dersin ki; kendine! Sus o zaman... Sus ki; sükunet iyi gelsin, hırpalanmış ruhuna... Hırçın dalgalar acımasızca düşüncelerini aşındıra dururken, susmak da yetmiyor ya bazen neyse...
Silmek, yıkmak kolay da zor olan taş üstüne taş koymak değil mi?
Olmayanı var etmek, ortaya bir şeyler koymak yoran insanı...
Yoktan var etmek... İşte bütün mesele bu!


SEVGİ ve IŞIK'la kalın..
Persephone




26 Kasım 2014 Çarşamba

AŞK'A DAİR

''Aşk sizi çağırdığı zaman, onu izleyin,
Yolları zorlu ve dik olsa da,
Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun,
Tüyleri arasına gizlenmiş kılıç sizi yaralayack olsa da,
Ve aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın,
Bahçeyi tarımar eden kuzey rüzgarı gibi darmadağın etse de düşlerinizi sesiyle.
Çünkü aşk hem taç olur başınıza hem çarmıha gerer sizi.  
Hem besler büyütür hem de budar sizi.
Yücelerinize tırmanıp okşar, sever güneşte titreyen en körpe dallarınızı,
İnip sonra aşağı, sarar toprağa tutunmuş köklerinizi,
Mısır demetleri gibi derer aşk sizi,
Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır.
Kabuklarıızı elemek için kalburdan geçirir,
Apak edinceye kadar öğütür sizi,
Yumuşayana kadar yoğurur;
Ve sonra atar sizi kutsal ateşine, Tanrı'nın kutsal şölenine kutsal ekmek olasınız diye.
Aşk bütün bunları, yüreğinizin sırlarına ermeniz ve bu bilgiye 'Hayat'ı yüreğinin bir parçası olabilmeniz için yapacaktır.
Fakat eğer korkularınız içinde, sadece aşkın huzurunu ve hazzını aramaksa muradınız,
O zaman çıplaklığınızı örtüp aşkın döven yerinden çıkın daha iyi.
Girin güleceğiniz ama doyasıya gülmeyeceğiniz, ağlayacağınız ama bütün gözyaşlarınızı dökemeyeceğiniz o mevsimsiz dünyaya.
Kendinden başka bir şey vermez aşk ve kendinden başkasından almaz.
Ne sahip olur aşk ne de kendisine sahip olsun ister,
Çünkü aşk yeter.
Sevdiğiniz zaman 'Tanrı yüreğimde' değil, 'Ben Tanrı'nın yüreğindeyim' demelisiniz;
Ve aşka rota çizebileceğinizi sanmayın. Çünkü sizi layık bulursa eğer rotanızı aşk çizer.
Aşkın kendini tamama erdirmekten başka bir tutkusu yoktur.
Fakat aşıksanız ve tutkularınız olacaksa mutlaka, şunlar olsun tutkularınız;
Erimek ve akan bir dere olmak ezgisini geceye söyleyen,
Tanımak aşırı muhabbetin sızısını,
Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle,
Şafak vakti kanatlanmış bir yürekle uyanmak ve minnet duymak aşkla dolu yeni bir güne,
Öğleyin dinlenmek ve aşkın coşkusun düşünmek derin derin,
Akşamleyin eve şükranla dönmek,
Ve sonra da uyumak yüreğinizde sevgiliye bir dua ve dudaklarınızda bir şükran şarkısıyla...''

Halil Cibran



Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

22 Kasım 2014 Cumartesi

Çocuklar Sizin Çocuklarınız Değil


Çocuklarınız sizin çocuklarınız değildir.
Onlar kendini özleyen hayatın oğulları ve kızlarıdır.
Onlar sizin vasıtanızla gelir, ama sizden gelmezler.
Ve sizinle birlikte olmalarına karşın, size ait değildirler.
Siz onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil,
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların bedenlerini barındırabilirsiniz, ruhlarını değil,
Çünkü onların ruhları,rüyalarınızda bile ziyaret edemiyeceğiniz yarının sarayında yaşar.
Sizler onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz, ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın.
Sizler, çocuklarınızı canlı oklar olarak fırlatan yaylarsınız.
Oku atanın elinde seve seve eğiliniz.

Halil Cibran


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone