Günümüz insanı eline geçen her şeyi tüketir hale geldi. Buna insan ilişkilerini de dahil etmekten geri kalmadı. Tamamen yüzeysel, duygusuz, çıkara dayalı ilişkiler, birliktelikler geliştirdi. İş, arkadaşlık, dostluk, yapılan siyaset, aşk ilişkileri disposable(kullan-at) üzerine kurulmaya başlandı...
İhtiyacı tespit et ve bu ihtiyaca yönelik hedef belirle!
Hedefe yönel!
Hedefe kendi gözünde verdiğin değerde, daha fazla değer veriyormuş hissi yarat!
İhtiyaç karşılanınca disposable(kullan-at)!
Tamamen insan olma özelliğini yitirerek kurulan iş ilişkileri, arkadaşlıklar, dostluklar, yapılan siyaset, aşklar...
Duygu yok!
Vicdan yok!
Adalet yok!
Sadakat yok!
Dürüstlük yok!
Sabır yok!
Farkındalık yok!
Empati yok!
Bunların varlığına kendi ikili ilişkilerimizde rastlaymazken, yaşadığımız toplumda adaletten, haktan, hukuktan, vicdandan bahsediyor olmak trajikomik bir durum olmaktan öteye gitmiyor. Çünkü; toplumu oluşturan biz bireyleriz.
İnsanın evrimsel gelişiminin ileri bir noktaya taşınmasının yanı sıra bir çok özelliğinin erozyona uğraması şaşırtıcı. Aklı kullanma ve duygu açısından bakıldığında, yakın bir gelecekte ilk insandan pek bir farkımız kalmayacak.
İnsanı insan yapan, diğer canlılardan ayıran özelliklerimiz neler?
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik akıl ve ruhtur. İnsan akıllı, düşünme yetisine sahip, irade sahibi, sorumlu, özgür, duyguları (vicdan, merhamet, şefkat, his, adalet, özveri,cömertlik, sadakat, sabır, SEVGİ v.b) olan bir varlıktır.
İnsanı insan yapan özgür iradesidir. Hayvanlarda özgür irade kavramı yoktur, özgür irade akılla var olur. Zeka irade sahibi değildir, sadece aklın faaliyetleri için gerekli bilgi ve birikimleri toplar. Hayvanlar hayatta kalma ve karınlarını doyurma içgüdüsü ile hareket ederler. Bunun için pratik yollar keşfederler, bu da zekanın bir göstergesidir. Hayvanlar da belli bir zeka düzeyine sahiptir ama akla sahip değildirler. Akıl çok kapsamlı çalışan bir kavramdır ve kullanım açısından çeşitlilik gösterir. Çünkü; akıl insana özgüdür. Zeka doğuştan gelen bir yetenek, akıl ise onu kullanma yetisidir. Zeka, aklın kullanılması için vardır ve zekanın faydalı kullanılabilmesi aklın işlevsilliği ile mümkündür.
Akıl bir olay üzerinde fikir yürütebilme, doğru ve yanlışı ayırt edebilme yeteneği, zeka ise bir olayı anlama, kavrama ve çözme yeteneğidir.
İnsan, bu özellikleriyle hayvan neslinden ve ilk insandan farklılık gösterir.
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte ilk insana dönüşmeyeceğiz kesin.... Ama robotlaşma yolunda ilerleme çabasındayız... Zeka sahibi! Akıl ve ruh yoksunu! İnsanoğlunun gelişimini ne yazık ki ürkütücü buluyorum...
Her şeyi tüketiyoruz, en acısı da biz insanoğlu birbirimizi tüketiyoruz. Tüm değer yargılarımız yavaş yavaş eriyip gidiyor. Duygu yoksunu, sevgi, saygıdan ve empatiden uzak insan ilişkileri hayatımızın bir parçası oluyor ve biz bunu zaman içerisinde normal algısı içinde kabulleniyoruz. Yeni nesillere de bu verileri aktarıyor,sonra da kendi yansımamız olan bu nesli değer yargılarına sahip olmadıkları için eleştiriyoruz.... Bir atasözü der ki: ''İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.''
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
9 Şubat 2014 Pazar
Disposable İlişkiler
Etiketler:
adalet,
disposable,
duygu,
empati,
farkındalık,
hedef,
ihtiyaç,
insan,
kullan-at,
sabır,
sadakat,
vicdan
25 Ocak 2014 Cumartesi
Tutku ve Aşk
Hatalar, biz insanoğlunun ilerlemesi için bir yoldur. Hata yapmaktan kaçınmak, hayatı yaşama cesaretimizi köreltir.
Hayaller kurar ve bu hayallerin gerçekleşmeye başlamasıyla duraksarız. Beklemeyiz hayallerimizin gerçeğe dönüşmesini aslında... Hayallerimizi gerçekleştirme derecemiz, tutkunun şiddetiyle belirlenir. Tutku, hayatımıza rehberlik eder. Tutkunun tehlikeli olduğu düşünülür. Çünkü insanoğlu yarattığı düzenin bozulmasından, bulunduğu güvenli alandan çıkmaktan rahatsız olur. Bu nedenle tutkuyu kontrol altında tutmaya ihtiyaç duyar. Hayata tutkuyla bağlanan insanlar ise, tereddüt etmeden, duraksamaya ihtiyaç hissetmeden yaşar. Yaşadıkları her anın tadını çıkartır, bir saniyesini dahi boşa harcamazlar. Çünkü; her yaşanan anın ayrı bir sihri ve güzelliği olduğunu bilirler. Her yaşadıklarını önemserler ve dünyaya cömert davranırlar.
İnsanoğlu; doğuştan bilir sevmeyi. Ancak zamanla unutulur sevmek ve sevilmek. Yaşanan acılar, aşılan yollar unutturur insanoğluna doğuştan bildiği şeyi. Çoğu insan, sevmeyi yeniden öğrenmek zorunda kalır. Her yaşanılanın bir anlamı olduğunu kavrayana dek. Gün gelir anlar ki; yaşanan hiçbir şey tesadüf değildir. Öğrenilmesi gerekenleri öğretmiştir yaşananlar.
İnsanoğlunun yüzyıllardır amacı; şiirlere, kitaplara, filmlere, bilime konu olan aşkı anlamak olmuştur. Halen anlaşılmış olup olmadığı tartışılır. Aşk bir sanattır. Mimar gibi çizmek, mühendis gibi inşa etmek, ressam gibi gökkuşağının renklerine boyamaktır. Aşk içimizdedir. Yalnızca onu ortaya çıkarmak için bir başkasının varlığına ihtiyaç hissederiz. Duygular hazır olduğunda, geçmişte yaşananlar geçmiş olarak kaldığında, hayata korkusuzca ve umutla bakmaya başladığında, kendi içsel engellerini aştığında hazırsındır artık buluşmaya. Ansızın kapı çalınır bir yabancı tarafından. Bu yabancıyla henüz görüşmeden, bedenler karşılaşmadan, ruhlar buluşur. Hislerini kaybetmemişsen hala ve sahipsen böyle bir yeteneğe; görmeye dokunmaya ihtiyacın yoktur.
Bilirsin... Anlarsın... Hissedersin...
Aşk; özgürlüktür. Kimse kimseyi kısıtlamaz aksine özgürleştirir. Gökyüzündeki kuşlar kadar özgür hissettirir. Aşkta her iki taraf, yalnızca kendi hissettiklerinden sorumludur. Kimse kimseyi hissettikleri duygulardan dolayı suçlayamaz, küçümsyemez, yargılayamaz. Aşk; sahiplenmek değil, sevgimizi paylaşacağımız birinin olmasıdır, ancak o zaman anlam kazanır. İnsanoğlu sınırsızca, kısıtlmadan sevdiğinde kendini özgür hisseder. Aşk; kölelik değildir. Aşk; bir hazineye sahip olmadan, onu elinde tutmaktır....
Zor olan aşkı başlatmak değil,bitirmektir... Belki de bundandır insanoğlunun aşktan kaçışı ...
Özgürce uçmanız dileğiyle...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Aşk; özgürlüktür. Kimse kimseyi kısıtlamaz aksine özgürleştirir. Gökyüzündeki kuşlar kadar özgür hissettirir. Aşkta her iki taraf, yalnızca kendi hissettiklerinden sorumludur. Kimse kimseyi hissettikleri duygulardan dolayı suçlayamaz, küçümsyemez, yargılayamaz. Aşk; sahiplenmek değil, sevgimizi paylaşacağımız birinin olmasıdır, ancak o zaman anlam kazanır. İnsanoğlu sınırsızca, kısıtlmadan sevdiğinde kendini özgür hisseder. Aşk; kölelik değildir. Aşk; bir hazineye sahip olmadan, onu elinde tutmaktır....
Zor olan aşkı başlatmak değil,bitirmektir... Belki de bundandır insanoğlunun aşktan kaçışı ...
Özgürce uçmanız dileğiyle...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
7 Ocak 2014 Salı
Hayatta Kalanlar Çocuklarına Ne Öğüt Vermeli?
Paulo Coelho'nun Akra'da Bulunan Elyazması kitabından alıntı;
Derken ertesi gün ölümüne dövüşmeye hazırlanan ve buna rağmen Kıpti'nin söylediklerini dinlemek için şehir meydanına gelen savaşçılardan biri şöyle dedi:
''Birlikte olmayı arzularken ayrı düştük.İşgalcilerin yolu üstündeki şehirler,kendi seçmedikleri bir durumun sonuçlarına katlanmak zorunda kaldılar.Hayatta kalanlar çocuklarına ne öğüt vermeli?''
Kıpti ise şöyle karşılık verdi:
Dünyaya yalnız geldik ve yalnız öleceğiz.Ama bu gezegende bulunduğumuz sürece,başkalarına olan inancımızı kabullenmeli ve yüceltmeliyiz.
Toplum;yaşamın ta kendisidir;hayatta kalmayı toplum sayesinde başarırız.İnsanlar mağaralarda yaşarken de böyleydi,bugün de böyle.
Birlikte büyüyüp yetiştiğin insanlara saygı göster.Sana rehberlik edenlere saygı göster.Zamanı gelince sen de yaşadıklarını başkalarına aktararak onlara rehberlik et;böylece toplum,hayatta kalmaya devameder ve gelenekler nesilden nesile geçer.
Mutluluklarını ve zor anlarını başkalarıyla paylaşmayanlarsa kendi karakterlerindeki olumlu yönleri ve zaafları asla keşfedemezler.
Yine de toplumun etrafında kol gezen bir tehlikeye dikkat etmek gerekir;insanlar doğaları gereği toplumda kabul gören davranışlara yönelir.Kendi kendilerini sınırlar,önyargılarla ve korkularla dolup taşarlar.
Bu oldukça yüksek bir bedeldir;çünkü toplum tarafından kabul edilmek için herkesin gönlünü hoş tutmak gerekir.
Dolasıyla toplumu hedefleyen bir sevgi gösterisi değildir bu.İnsanın kendisine duyduğu sevginin zayıflığını gösterir,o kadar.
İnsan kendini sevip saydıkça başkaları tarafından da sevilip sayılır.Asla herkesin birden gönlünü hoş tutmaya çalışma,yoksa herkesin saygısını kaybedersin.
Dostlarını sadece tanıdığın ve neyle uğraştığını bildiğin kişiler arasından seç.
Düşünceleri,seninkilerle aynı olan kişileri seç,demiyorum.Düşünceleri seninkinden farklı,haklı olduğun konusunda asla ikna edemeyeceğin kişileri seç,diyorum.
Ne de olsa dostluk,Sevgi'nin nice çehresinden biridir ve Sevgi,fikir birliğinde olmayı gerektirmez;dost görülen kişiyi kayısız şartsız kabul etmemizi sağlar ve her birey,kendine has bir biçimde gelişip olgunlaşır.
Dostluk başka bir kişiye karşı inanç duymak anlamına gelir,feragat etmek değil.
Sevilmek için herhangi bir bedel ödemekten kaçın,çünkü Sevgi'nin bedeli olmaz.
Gerçek dostların,dikkatleri üstlerine çeken ve herkesin ''Dünya tatlısıdır,çok da cömerttir,Kudüs'te ondan iyisi bulunmaz,''dedikleri insanlar değildir.
Gerçek dostlar,nasıl davranmaları gerektiğine karar vermek için olayların sonlanmasını beklemez;çok daha riskli olmasına rağmen kararlarını henüz olaylar meydana gelmekteyken verirler.
Şartlar gerektirdiği takdirde,özgürce yön değiştirebilirler.Yeniliklerden çekinmezler ve yaşadıkları maceraları anlatarak şehirlerini ve köylerini manevi olarak zenginleştirirler.
Yanlışlıkla tehlikeli bir yola sapsalar bile asla dönüp,''Sakın benim yaptığımı yapma,'' demezler.
Yalnızca,''Ben yanlışılıkla tehlikeli bir yola saptım,'' derler.
Çünkü nasıl sen,onların özgürlüğüne saygı duyuyorsan onlar da seninkine saygı duyar.
Sadece kötü günlerinde yanında belirip seni teselli eden kişilerden ne pahasına olursa olsun kaçın;çünkü bu kişiler aslında kendi kendilerine,''Ben daha güçlüyüm.Ben daha akıllıyım.Ben olsam böyle yapmazdım,'' deyip durmaktadır.
Mutlu günlerinde yanında olan kişilerle dostlu kur.Ruhlarında kıskançlığa ve hasede yer olmayan bu kişiler,senin mutlu olduğunu görmekten mutluluk duyar.
Kendini senden daha güçlü gören insanlardan kaçın,çünkü böyle yapmalarının asıl amacı,kendi zayıflıklarını gizlemektir.
İncinmekten çekinmeyen insanlarla dostluk kur;çünkü onlar kendilerine güvenen insanlardır,herkesin her an tökezleyebileceğini bilir ve bunu bir zayıflık olarak değil,insanlığın bir alameti olarak görürler.
Harekete geçmeden önce çok fazla konuşanlardan,yaptıklarıyla saygı uyandıracaklarına emin olmadıkça tek bir adım bile atmaya yeltenmeyenlerden kaçın.
''Ben olsaydım başka türlü yapardım,'' diyerek hatalarını yüzüne vuran kişilerden uzak dur;çünkü olaylar kendi başlarına gelmediğine göre seni yargılamaya hakları da yoktur.
Sosyal ilişkilerini sağlamlaştırmak veya normalde yanaşamayacakları kapılar açmak amacıyla dostluk kuran insanlardan kaçın.
Açmak istedikleri tek kapı,yüreğinin kapısı olan insanlarla dostluk kur.Onlar senin rızan olmadıkça asla ruhunu işgal etmeye yeltenmeyecek,açtığın kapıdan içeri asla zehirli oklar atmayacaktır.
Dostluk bir nehre benzer;kayaların etrafında kıvrılır,dağlara ve vadilere uyum sağlar,bazen de taşkın göllere dönüşüp yeniden akarak yoluna devam eder.
Nasıl nehrin nihai amacı denize akmaksa dostluğun yegane amacı da var olmak ve etrafın sevgi dağıtmaktır.
''Her şey bitti,artık buna bir son vermem lazım,'' diyenlerden kaçın;çünkü onlar yaşamın ve ölümün sonsuzluğunu,bunların ebediyetin birer aşaması olduğunu anlamazlar.
''Her şey yolunda gidiyor ama daha da ileri gitmeliyiz,'' diyenlerle dostluk kur,çünkü onlar daima bilinen ufukların ötesine gitmek gerektiğinin farkındadır.
Kafa kafaya verip toplumun alması gereken kararları kibirle ve ağırbaşlılıkla tartışanlardan kaçın.Onlar siyasetten anlıyor ve bilgilerini başkalarının önünde sergileyerek öne çıkmak istiyor olabilir.Halbuki tek bir saç telinin düşüşüne bile hükmetmenin imkansız olduğunu anlamazlar.Disiplin önemli olsa da insan,sezgilerine kulak vermeye ve beklenmeyen durumlara açık olmalıdır.
Şarkılar söyleyen,öyküler anlatan,yaşamın tadını çıkaran ve gözleri mutlulukla parıldayan insanlarla dostluk kur;çünkü mutluluk bulaşıcıdır ve mantığın,hatayı açıklamaktan öteye gidemediği durumlarda daima bir çözüm ortaya koymayı başarır.
Sevgi'nin ışığının,önyargılardan ve çıkarlardan arınmış bir şekilde,anlaşılmama korkusuyla felç olmaksızın özgürce parıldamasını sağlayanlarla dostluk kur.
Kendini nasıl hissedersen hisset,her sabah kalkıp ışığını dünyaya saçmaya hazırlan.
Kör olmayanlar parıltını görecek ve ışığının büyüsüne kapılacaklardır.
Paulo Coelho
Segi ve ışıkla kalın...
Persephone
6 Ocak 2014 Pazartesi
Sevgi Benimle Asla Konuşmak İstemiyor
Paulo Coelho ile tanışmam yaklaşık iki hafta kadar oldu. Şu an, bu süre zarfında okuduğum ve okumaya başladığım üçüncü kitabı. Nasıl oldu da bu adamla bu kadar geç tanıştım bilmiyorum. Ama her şeyin bir doğru zamanı vardır düşüncesine inanan bir grubun içinde yer alıyorum... O nedenle doğru zaman bu zamandır diyorum... Ve bugün okuduğum ve Kıpti ile aynı düşünceler içerisinde olduğum için bu kısa metni paylaşıyorum...
Bu kitap 1974 yılında Sir Walter Wilkinson adlı bir İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi yakınlarında bulduğu bir el yazmasının aktarımıdır.Atina doğumlu 'Kıpti' adında tuhaf bir adamın bilgece sözlerini içermekte... Yaklaşık M.S180 yılına ait Yunanca çevirilerdir ve günümüzdeki İncil'de bulunmadıkları için 'apokrif metinler' diye anılan metni meydana getirirler...
Derken yaşı geçmiş ve evde kalmış bir kadın şöyle dedi:
''SEVGİ, benimle asla konuşmak istemiyor.''
Kıpti ise şöyle karşılık verdi:
SEVGİ'nin söylediklerine kulak vermemiz için yanımıza yaklaşmasına izin vermek gerekir.
Yanımıza geldiğindeyse bize söyleyeceklerinden korkarız; çünkü SEVGİ özgürdür ve sesi, irademizin ya da gayretimizin hakimiyetinde değildir.
Sevenler bunu bilse de boyun eğmez. SEVGİ'yi itaat ederek, güç, güzellik ve zenginlik sergileyerek, gözyaşları ve gülücüklerle baştan çıkarabileceklerini sanırlar.
Oysa gerçek SEVGİ, baştan çıkarmayı bilir ve asla baştan çıkmaz.
SEVGİ değiştirir, SEVGİ iyileştirir. Bazense ölümcül tuzaklar kurar ve kollarına atılmaya karar verdiği kişiyi mahveder. Dünyayı döndüren ve yıldızları yerinde tutatan güç nasıl olur da aynı anda böylesine yapıcı ve yıkıcı olabilir?
Verdiklerimizin aldıklarımıza denk olduğunu düşünmeye alıştırırız kendimizi. Sevgilerine karşılık bulma beklentisiyle sevenlerse boşuna vakit kaybeder.
Sevgi bir alışveriş değil, bir inanç eylemidir.
Sevgi karşıtlıklar sayesinde büyür. Anlaşmazlıklar, sevginin yanı başımızda kalmasını sağlar.
Hayat, önemli sözleri gönlümüzde gizlemek için fazlasıyla kısadır.
Örneğin, 'Seni Seviyorum'.
Ama her zaman aynı karşılığı beklememek gerekir. Sevmeye ihtiyaç duyduğumuz için severiz. Sevmezsek hayatın anlamı kalmaz ve güneş, gökte parıldamaz.
Bir gül, arıların yanına gelmesini arzular ama ortada arı yoktur.Güneş ona sorar:
'Beklemekten bıkmadın mı?'
'Evet diye karşılık verir gül. 'Ama yapraklarımı kaparsam solarım.'
İşte bu yüzden, SEVGİ ortalarda görünmese bile onun varlığıyla karşılaşmaya hazırlıklı olmalıyız. Yalnızlığın her şeyi yerle bir ettiği anlara göğüs germenin tek yolu, sevmeye devam etmektir.
Yaşamın en büyük amacı sevmektir. Gerisi sessizlikten ibarettir.
Sevmeye ihtiyaç duyarız. Sonunda kendimizi gözyaşlarımızın gölleri doldurduğu diyarlarda bulacağımızı bilsek bile severiz. Ah, şu gözyaşlarıyla kaplı, gizli ve gizemli diyar!
Gözyaşları çok şey anlatır. Yeterince ağladığımızı düşündüğümüzde bile şırıl şırıl akmaya devam ederler. Yaşamımızın Istırap Vadisi'nde uzun bir gezintiden ibaret olduğuna inandığımız taktirdeyse gözyaşlarımız ortadan kayboluverir.
Çünkü ıstırabımıza rağmen gönlümüzü açık tutmayı başarırız.
Çünkü gidenin, güneşi de beraberinde götürmediğini ve yerinde kasvetli bir karanlık bırakmadığını keşfederiz. Giden gitmiştir işte ve her vedanın ardında bir ümit gizlidir.
Sevmek ve sevdiğini kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan iyidir.
Aslında yegane seçeneğimiz, bu zapt edilemez kuvvetin gizemine dalıp gitmektir. 'Zaten çok ıstırap çektim ve bunun uzun sürmeyeceğini biliyorum.',diyerek SEVGİ'yi kapımızdan döndürebiliriz elbette; ama böyle yaparsak yaşamımızın geri kalanını bir ölü olarak sürdürürüz.
Çünkü doğa, Tanrı'nı SEVGİ'sinin alametidir. Ne yaparsak yapalım bizi daima sever.İşte bu yüzden doğanın bize öğrettiklerini anlamalı ve ona saygı duymalıyız.
Severiz çünkü SEVGİ bizi özgür kılar. Dudaklarımızdan kendi kendimize bile fısıldamaya cesaret edemediğimiz sözler dökülmeye başlar.
O ana dek öteleyip durduğumuz kararı nihayet veririz.
'Hayır' demeyi öğrenir, bu sözcüğü lanetli bir şeymiş gibi görmekten vazgeçeriz.
Doğurabileceği sonuçlardan korkmaksızın 'evet' demeyi öğreniriz.
SEVGİye dair bize öğretilen her şeyi unuturuz; çünkü her birliktelik, birbirinden farklıdır ve kendine has ıstırap ve hazla haizdir.
Sevdiğimiz uzaktayken daha yüksek sesle şarkı söyleriz; yakındayken ise kulağına şiirler fısıldarız.Bize kulak vermezse haykırış ve fısıltılarımızı görmezden gelse de pes etmeyiz.
Gözlerimizi Kainat karşısında yummaz, 'Karnlıkta kaldık,' diye yakınmayız. Kainat'ın ışığının bizlere aklımıza hayalimize gelmeyecek şeyler yaptırabileceğini bildiğimizden gözlerimizi dört açarız. Sevmenin bir parçası da budur işte.
Kalbimiz SEVGİye açıktır ve kaybedecek bir şeyimiz olmadığından onun kollarına bırakırız.
Böylece evimize dödüğümüzde bizimle aynı dert çileyi çeken, arayışlarımızı paylaşan birinin uzun zamandır orada bizi beklediğini görürürüz.
Çükü SEVGİ, buluta dönüşen suya benzer; gökyüzüne yükselir ve her şeye uzaktan bakabilir; ama bir gün yeryüzüne inmek zorunda kalacağının bilincindedir.
Çünkü SEVGİ, yağmura dönüşen buluta benzer; toprak tarafından emilir ve tarlayı verimli kılar.
SEVGİ, bizi var gücüyle ele geçirmesine izin verdiğimiz o ana dek, bir sözcükten ibarettir.
SEVGİ, birisi gelip anlam katıncaya dek,bir sözcükten ibarettir.
Pes etme! Kapıyı açan anahtar, ekseri son anahtardır.
Akra'da Bulunan Elyazması
Paulo Coelho
SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone
Bu kitap 1974 yılında Sir Walter Wilkinson adlı bir İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi yakınlarında bulduğu bir el yazmasının aktarımıdır.Atina doğumlu 'Kıpti' adında tuhaf bir adamın bilgece sözlerini içermekte... Yaklaşık M.S180 yılına ait Yunanca çevirilerdir ve günümüzdeki İncil'de bulunmadıkları için 'apokrif metinler' diye anılan metni meydana getirirler...
Derken yaşı geçmiş ve evde kalmış bir kadın şöyle dedi:
''SEVGİ, benimle asla konuşmak istemiyor.''
Kıpti ise şöyle karşılık verdi:
SEVGİ'nin söylediklerine kulak vermemiz için yanımıza yaklaşmasına izin vermek gerekir.
Yanımıza geldiğindeyse bize söyleyeceklerinden korkarız; çünkü SEVGİ özgürdür ve sesi, irademizin ya da gayretimizin hakimiyetinde değildir.
Sevenler bunu bilse de boyun eğmez. SEVGİ'yi itaat ederek, güç, güzellik ve zenginlik sergileyerek, gözyaşları ve gülücüklerle baştan çıkarabileceklerini sanırlar.
Oysa gerçek SEVGİ, baştan çıkarmayı bilir ve asla baştan çıkmaz.
SEVGİ değiştirir, SEVGİ iyileştirir. Bazense ölümcül tuzaklar kurar ve kollarına atılmaya karar verdiği kişiyi mahveder. Dünyayı döndüren ve yıldızları yerinde tutatan güç nasıl olur da aynı anda böylesine yapıcı ve yıkıcı olabilir?
Verdiklerimizin aldıklarımıza denk olduğunu düşünmeye alıştırırız kendimizi. Sevgilerine karşılık bulma beklentisiyle sevenlerse boşuna vakit kaybeder.
Sevgi bir alışveriş değil, bir inanç eylemidir.
Sevgi karşıtlıklar sayesinde büyür. Anlaşmazlıklar, sevginin yanı başımızda kalmasını sağlar.
Hayat, önemli sözleri gönlümüzde gizlemek için fazlasıyla kısadır.
Örneğin, 'Seni Seviyorum'.
Ama her zaman aynı karşılığı beklememek gerekir. Sevmeye ihtiyaç duyduğumuz için severiz. Sevmezsek hayatın anlamı kalmaz ve güneş, gökte parıldamaz.
Bir gül, arıların yanına gelmesini arzular ama ortada arı yoktur.Güneş ona sorar:
'Beklemekten bıkmadın mı?'
'Evet diye karşılık verir gül. 'Ama yapraklarımı kaparsam solarım.'
İşte bu yüzden, SEVGİ ortalarda görünmese bile onun varlığıyla karşılaşmaya hazırlıklı olmalıyız. Yalnızlığın her şeyi yerle bir ettiği anlara göğüs germenin tek yolu, sevmeye devam etmektir.
Yaşamın en büyük amacı sevmektir. Gerisi sessizlikten ibarettir.
Sevmeye ihtiyaç duyarız. Sonunda kendimizi gözyaşlarımızın gölleri doldurduğu diyarlarda bulacağımızı bilsek bile severiz. Ah, şu gözyaşlarıyla kaplı, gizli ve gizemli diyar!
Gözyaşları çok şey anlatır. Yeterince ağladığımızı düşündüğümüzde bile şırıl şırıl akmaya devam ederler. Yaşamımızın Istırap Vadisi'nde uzun bir gezintiden ibaret olduğuna inandığımız taktirdeyse gözyaşlarımız ortadan kayboluverir.
Çünkü ıstırabımıza rağmen gönlümüzü açık tutmayı başarırız.
Çünkü gidenin, güneşi de beraberinde götürmediğini ve yerinde kasvetli bir karanlık bırakmadığını keşfederiz. Giden gitmiştir işte ve her vedanın ardında bir ümit gizlidir.
Sevmek ve sevdiğini kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan iyidir.
Aslında yegane seçeneğimiz, bu zapt edilemez kuvvetin gizemine dalıp gitmektir. 'Zaten çok ıstırap çektim ve bunun uzun sürmeyeceğini biliyorum.',diyerek SEVGİ'yi kapımızdan döndürebiliriz elbette; ama böyle yaparsak yaşamımızın geri kalanını bir ölü olarak sürdürürüz.
Çünkü doğa, Tanrı'nı SEVGİ'sinin alametidir. Ne yaparsak yapalım bizi daima sever.İşte bu yüzden doğanın bize öğrettiklerini anlamalı ve ona saygı duymalıyız.
Severiz çünkü SEVGİ bizi özgür kılar. Dudaklarımızdan kendi kendimize bile fısıldamaya cesaret edemediğimiz sözler dökülmeye başlar.
O ana dek öteleyip durduğumuz kararı nihayet veririz.
'Hayır' demeyi öğrenir, bu sözcüğü lanetli bir şeymiş gibi görmekten vazgeçeriz.
Doğurabileceği sonuçlardan korkmaksızın 'evet' demeyi öğreniriz.
SEVGİye dair bize öğretilen her şeyi unuturuz; çünkü her birliktelik, birbirinden farklıdır ve kendine has ıstırap ve hazla haizdir.
Sevdiğimiz uzaktayken daha yüksek sesle şarkı söyleriz; yakındayken ise kulağına şiirler fısıldarız.Bize kulak vermezse haykırış ve fısıltılarımızı görmezden gelse de pes etmeyiz.
Gözlerimizi Kainat karşısında yummaz, 'Karnlıkta kaldık,' diye yakınmayız. Kainat'ın ışığının bizlere aklımıza hayalimize gelmeyecek şeyler yaptırabileceğini bildiğimizden gözlerimizi dört açarız. Sevmenin bir parçası da budur işte.
Kalbimiz SEVGİye açıktır ve kaybedecek bir şeyimiz olmadığından onun kollarına bırakırız.
Böylece evimize dödüğümüzde bizimle aynı dert çileyi çeken, arayışlarımızı paylaşan birinin uzun zamandır orada bizi beklediğini görürürüz.
Çükü SEVGİ, buluta dönüşen suya benzer; gökyüzüne yükselir ve her şeye uzaktan bakabilir; ama bir gün yeryüzüne inmek zorunda kalacağının bilincindedir.
Çünkü SEVGİ, yağmura dönüşen buluta benzer; toprak tarafından emilir ve tarlayı verimli kılar.
SEVGİ, bizi var gücüyle ele geçirmesine izin verdiğimiz o ana dek, bir sözcükten ibarettir.
SEVGİ, birisi gelip anlam katıncaya dek,bir sözcükten ibarettir.
Pes etme! Kapıyı açan anahtar, ekseri son anahtardır.
Akra'da Bulunan Elyazması
Paulo Coelho
SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone
11 Aralık 2013 Çarşamba
Korkunun Karşıtı Sevgi
Herkesin yaşam amacı; mutlu olmak, nefes aldığı süreç boyunca hayatını anlamlı kılmak, sevmek, sevilmek, başarılı olmak ve paylaşmak...
Peki bunları gerçekleştirmekten bizi alıkoyan ne? Belki bunun için biraz zaman ayırıp,üzerine kafa yormak gerekir...
Korkular!!!
Evet bildiğimiz ama bilmek istemediğimiz korkularımız,öğrenilmiş çaresizliklerimiz bizi yapmak istediklerimizden alıkoyan...
Ya sevdiğim birini kaybedersem!
Ya işsiz kalırsam! Ya okulumda başarılı olamazsam!
Ya sevdiğim insan beni terkederse!
Bu korkularımız sonsuzdur ve bir çok şey daha eklenebilir...
Bu korkularla yaşamımızı devam ettirmeye çalıştıkça, düşüncelerimiz, enerjimizi bu olumsuzluklara aktıkça zaten kaçınılmaz sonumuzu kendi ellerimizle hazırlamaktayız... Evet!!! Ve işte yine; ''Korktuğum başıma geldi!!!'' Bu cümleyi hayatımızda ne kadar sık tekrarladığımızı bir düşünün!!!
Korkularımızı canlı tuttuğumuz sürece korktuğumuz hep başımıza gelecektir.Çünkü; düşüncelerimiz davranışlarımıza yansıyacak ve yaşam aynı nakaratı bizim için tekrarlayacaktır...
Hayat iniş ve çıkışlarla, yepyeni deneyimlerle dolu.Bir olaydaki negatif düşünceler ya da pozitif düşünceler o olayın şeklini tamamen değiştirmektedir. Yaşanan şeyi nasıl deneyimlemek istiyorsak öyle deneyimleriz ve bunu biz şekillendiririz. Dış etkenler yalnızca biz izin verirsek müdahil olur.
Korkularımızı, öğrenilmiş çaresizliklerimizi bir kenara bırakıp yeni deneyimlere kendimizi açmalıyız... Hayattaki seçimlerimizi kendimiz yaparız ve seçtiklerimizi yaşarız. Ya korkularımızla yaşamaya devam edip, aynı tekrarları yaşayacağız ya da hayallerimizi, yaşamak istediklerimizi gerçekleştirmek adına bir şeyler yapacağız...
Hayat bir çağlayan gibi hızla akmakta. On dakika sonra halen yaşıyor olacağımızın da bir garantisi yok. Sırf korktuğumuz için yaşayabileceğimiz güzelliklerden vazgeçmek niye???
İhtiyacımız olan tek şey SEVGİ; çünkü her şeyin özü SEVGİ'dir... Ve SEVGİ; korkunun karşıtıdır....
Sevgi sundukça, alacağınız karşılık yine sevgi olacaktır...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Peki bunları gerçekleştirmekten bizi alıkoyan ne? Belki bunun için biraz zaman ayırıp,üzerine kafa yormak gerekir...
Korkular!!!
Evet bildiğimiz ama bilmek istemediğimiz korkularımız,öğrenilmiş çaresizliklerimiz bizi yapmak istediklerimizden alıkoyan...
Ya sevdiğim birini kaybedersem!
Ya işsiz kalırsam! Ya okulumda başarılı olamazsam!
Ya sevdiğim insan beni terkederse!
Bu korkularımız sonsuzdur ve bir çok şey daha eklenebilir...
Bu korkularla yaşamımızı devam ettirmeye çalıştıkça, düşüncelerimiz, enerjimizi bu olumsuzluklara aktıkça zaten kaçınılmaz sonumuzu kendi ellerimizle hazırlamaktayız... Evet!!! Ve işte yine; ''Korktuğum başıma geldi!!!'' Bu cümleyi hayatımızda ne kadar sık tekrarladığımızı bir düşünün!!!
Korkularımızı canlı tuttuğumuz sürece korktuğumuz hep başımıza gelecektir.Çünkü; düşüncelerimiz davranışlarımıza yansıyacak ve yaşam aynı nakaratı bizim için tekrarlayacaktır...
Hayat iniş ve çıkışlarla, yepyeni deneyimlerle dolu.Bir olaydaki negatif düşünceler ya da pozitif düşünceler o olayın şeklini tamamen değiştirmektedir. Yaşanan şeyi nasıl deneyimlemek istiyorsak öyle deneyimleriz ve bunu biz şekillendiririz. Dış etkenler yalnızca biz izin verirsek müdahil olur.
Korkularımızı, öğrenilmiş çaresizliklerimizi bir kenara bırakıp yeni deneyimlere kendimizi açmalıyız... Hayattaki seçimlerimizi kendimiz yaparız ve seçtiklerimizi yaşarız. Ya korkularımızla yaşamaya devam edip, aynı tekrarları yaşayacağız ya da hayallerimizi, yaşamak istediklerimizi gerçekleştirmek adına bir şeyler yapacağız...
Hayat bir çağlayan gibi hızla akmakta. On dakika sonra halen yaşıyor olacağımızın da bir garantisi yok. Sırf korktuğumuz için yaşayabileceğimiz güzelliklerden vazgeçmek niye???
İhtiyacımız olan tek şey SEVGİ; çünkü her şeyin özü SEVGİ'dir... Ve SEVGİ; korkunun karşıtıdır....
Sevgi sundukça, alacağınız karşılık yine sevgi olacaktır...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
10 Kasım 2013 Pazar
Carfax Manastır'nda Gün Işırken
Uzaklarda bir çan, gündoğumunu haber verdi. Vampirler seni ve Profesör van Helsing'i güneşin ilk ışınlarını karşılamak için bırakarak gölgelerin ardına çekildiler.
Van Helsing gülümsedi, ''Artık güvendeyiz,'' dedi. ''En azından gün boyunca '' Ona eşlik ederek manastırdan çıktın.
Her ikiniz de yeniden gece olacağını biliyordunuz.
Kendinizi kutlayın. Vampirlerle karşılaştınız ve çizik bile almadan kurtuldunuz. En azından şimdilik.
Duygusal vampirler yeryüzündeki en zor iç bunaltıcı varlıklardır. Ama artık bildiğiniz gibi güçlerinin kaynağı zayıflıklarıdır. Vampir kişilikler bu gecenin çocuklarını hem çekici hem de tehlikeli yapan olgunlaşmamış ihtiyaçlar nedeniyle çarpılmıştır. Bu ihtiyaçların ne olduğunu bilirseniz, vampiri de tanırsınız.
Anti-Sosyal Vampirler: Heyecan bağımlısıdır. Şeytani cazibeleri ve karanlığın gizli, cazip vaatleriyle sizi kendilerine çekerler. Gün ağarınca verdikleri sözleri hatırlamalarını beklerseniz kanınız kurur.
Dramatik Vampirler: İlgi için yaşarlar. Etkileyici performansları karşısında ağzınız açık kalır; ama perde inince vampir de parça parça olur. Gösteri aralarında onları yeniden yapıştırmanız gerekir.
Narsisit Vampirler: Tanrı'nın dünyaya gönderdiği armağanlar olduklarını düşünürler. Size de en az kendileri kadar özel olduğunuzu söylerler, ama bir kez istediklerini elde edince, adınızı bile zor hatırlarlar. Yeniden sizden bir şey isteyene kadar elbette...
Obsesif-Kompulsif Vampirler: Gerçek olmayacak kadar iyi görünürler. Deli gibi çalışarak, kuralllara uyarak ve otuz kilometre çapında bir dairenin içindeki, siz de dahil herşeyi kontrol ederek mükemmeliyete ereceklerine inanırlar.
Paranoyak Vampirler: Yalın ve gerçek yanıtlar arayarak geceyi tararlar. Kesin ve açık tavırları öyle güven vericidir ki! Sizi sorgulamaya başlayana kadar elbette...
Duygusal vampirlerin hasta olduklarını düşünmek sizi yanıltır. Kişilik bozukluklarına mikroplar ya da hayati organlardaki yaralanmalar değil, kişilerin kötü yönlendirilmiş ve kimi zamanda avlanmayı amaçlayan seçimleri neden olur. Rahatsızlıklarını hastalık olarak algılamak da tehlikelidir. Uygar insanlar hasta insanları rahat ettirmeye çalışırlar. Rahat ettirilmek de bu vampirlerin en son ihtiyacı olan şeydir. Gecenin çocuklarını anlamak için ne olduklarını iyi bilmeniz gerekir. Ve kendizi iyi tanımanız gerekir:
Bunu sakın unutmayın.
Kontrol vampir de değil, sizde. Vampirler sizi kendi arzularına boyun eğmekten başka seçenek olmadığına inandırmaya çalışırlar. Bu kesinlikle yanlış. Vampirlerle uğraşırken her zaman bir yol daha olduğunu sakın unutmayın, bu yol çekip gitmek olsa bile.
Gücün kaynağı ilişkilerdir. Vampirler doymak bilmez ihtiyaçları tarafından yalıtılmıştır. Sizin kanınızı emebilmelerinin tek yolu sizi de yalıtmalarıdır. Sizi güvendiğiniz kişilerden uzak tutmak hipnoz etme yöntemleridir. Eskiden inandığınız kuralların artık geçerli olmadığına inanmanızı isterler.
Sakın dinlemeyin! Perdeleri açın içeri güneş ışığı dolsun!
Vampirlere karşı gücünüz insanlığın geri kalanıyla, yani sizden daha büyük olan şeyle bağlantınızdır. Vampirlerle uğraşmak zorundaysanız, eski arkadaşlarınıza güvenin ve kendi değer yargılarınıza sıkı sıkı sarılın.Sırlar insanın canını yakar, paylaşmaktan en çok utandığınız şeyler, paylaşmaya en çok ihtiyacınız olan şeylerdir.
Güvende olmak korkularınızla yüzleşmeniz anlamına gelir. Vampirler sizi kontrol etmek için korku ve karmaşa yaratırlar. Kendinizi korkudan tabanları yağlamış bulursanız, durun ve arkanıza dönün. Güvenliğe giden yol her zaman korkuya doğrudur,ters yöne doğru değil.Vampirlerle başa çıkmak için en korkutucu görünen yol, genellikle en doğrusudur.
Haçlar ve sarımsak sizi duygusal vampirlerden korumaz. En iyi savunma silahlarınız bilgi, olgunluk ve nesnel, sağlam bir değerlendirmedir. Artık bilginiz var,olgunluk ve değerlendirmeyi de kendiniz sağlamalısınız.
Duygusal Vampirler
Dr.Albert J. Bernstein
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Van Helsing gülümsedi, ''Artık güvendeyiz,'' dedi. ''En azından gün boyunca '' Ona eşlik ederek manastırdan çıktın.
Her ikiniz de yeniden gece olacağını biliyordunuz.
Kendinizi kutlayın. Vampirlerle karşılaştınız ve çizik bile almadan kurtuldunuz. En azından şimdilik.
Duygusal vampirler yeryüzündeki en zor iç bunaltıcı varlıklardır. Ama artık bildiğiniz gibi güçlerinin kaynağı zayıflıklarıdır. Vampir kişilikler bu gecenin çocuklarını hem çekici hem de tehlikeli yapan olgunlaşmamış ihtiyaçlar nedeniyle çarpılmıştır. Bu ihtiyaçların ne olduğunu bilirseniz, vampiri de tanırsınız.
Anti-Sosyal Vampirler: Heyecan bağımlısıdır. Şeytani cazibeleri ve karanlığın gizli, cazip vaatleriyle sizi kendilerine çekerler. Gün ağarınca verdikleri sözleri hatırlamalarını beklerseniz kanınız kurur.
Dramatik Vampirler: İlgi için yaşarlar. Etkileyici performansları karşısında ağzınız açık kalır; ama perde inince vampir de parça parça olur. Gösteri aralarında onları yeniden yapıştırmanız gerekir.
Narsisit Vampirler: Tanrı'nın dünyaya gönderdiği armağanlar olduklarını düşünürler. Size de en az kendileri kadar özel olduğunuzu söylerler, ama bir kez istediklerini elde edince, adınızı bile zor hatırlarlar. Yeniden sizden bir şey isteyene kadar elbette...
Obsesif-Kompulsif Vampirler: Gerçek olmayacak kadar iyi görünürler. Deli gibi çalışarak, kuralllara uyarak ve otuz kilometre çapında bir dairenin içindeki, siz de dahil herşeyi kontrol ederek mükemmeliyete ereceklerine inanırlar.
Paranoyak Vampirler: Yalın ve gerçek yanıtlar arayarak geceyi tararlar. Kesin ve açık tavırları öyle güven vericidir ki! Sizi sorgulamaya başlayana kadar elbette...
Duygusal vampirlerin hasta olduklarını düşünmek sizi yanıltır. Kişilik bozukluklarına mikroplar ya da hayati organlardaki yaralanmalar değil, kişilerin kötü yönlendirilmiş ve kimi zamanda avlanmayı amaçlayan seçimleri neden olur. Rahatsızlıklarını hastalık olarak algılamak da tehlikelidir. Uygar insanlar hasta insanları rahat ettirmeye çalışırlar. Rahat ettirilmek de bu vampirlerin en son ihtiyacı olan şeydir. Gecenin çocuklarını anlamak için ne olduklarını iyi bilmeniz gerekir. Ve kendizi iyi tanımanız gerekir:
Bunu sakın unutmayın.
Kontrol vampir de değil, sizde. Vampirler sizi kendi arzularına boyun eğmekten başka seçenek olmadığına inandırmaya çalışırlar. Bu kesinlikle yanlış. Vampirlerle uğraşırken her zaman bir yol daha olduğunu sakın unutmayın, bu yol çekip gitmek olsa bile.
Gücün kaynağı ilişkilerdir. Vampirler doymak bilmez ihtiyaçları tarafından yalıtılmıştır. Sizin kanınızı emebilmelerinin tek yolu sizi de yalıtmalarıdır. Sizi güvendiğiniz kişilerden uzak tutmak hipnoz etme yöntemleridir. Eskiden inandığınız kuralların artık geçerli olmadığına inanmanızı isterler.
Sakın dinlemeyin! Perdeleri açın içeri güneş ışığı dolsun!
Vampirlere karşı gücünüz insanlığın geri kalanıyla, yani sizden daha büyük olan şeyle bağlantınızdır. Vampirlerle uğraşmak zorundaysanız, eski arkadaşlarınıza güvenin ve kendi değer yargılarınıza sıkı sıkı sarılın.Sırlar insanın canını yakar, paylaşmaktan en çok utandığınız şeyler, paylaşmaya en çok ihtiyacınız olan şeylerdir.
Güvende olmak korkularınızla yüzleşmeniz anlamına gelir. Vampirler sizi kontrol etmek için korku ve karmaşa yaratırlar. Kendinizi korkudan tabanları yağlamış bulursanız, durun ve arkanıza dönün. Güvenliğe giden yol her zaman korkuya doğrudur,ters yöne doğru değil.Vampirlerle başa çıkmak için en korkutucu görünen yol, genellikle en doğrusudur.
Haçlar ve sarımsak sizi duygusal vampirlerden korumaz. En iyi savunma silahlarınız bilgi, olgunluk ve nesnel, sağlam bir değerlendirmedir. Artık bilginiz var,olgunluk ve değerlendirmeyi de kendiniz sağlamalısınız.
Duygusal Vampirler
Dr.Albert J. Bernstein
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
8 Kasım 2013 Cuma
Yargılama...
Yargılama ki, yargılanmayasın, çünkü hangi yargıyla yargılarsan, onunla yargılanacaksın. Hangi ölçüyle ölçersen, aynı ölçüde sana uygulanacaktır. Neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de, kendi gözündeki merteği görmezden gelirsin...
M.S.2150
Thea Alexander
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
M.S.2150
Thea Alexander
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
6 Kasım 2013 Çarşamba
M.S. 2150
Herkes mutluluk arayışı içinde olduğuna göre, bakış açınızın boyutlarını bilmeniz son derece önemli; çoğu kere kısa vadeli mutluluklar uzun vadede acılara neden olurlar. Eğer yaşamınızdan geniş anlamda hoşnut olmak istiyorsanız, yaşam anlayışınızın ve bu anlayışın belirlediği seçimlerin uzun vadedeki sonuçlarını (zevk-acı) bilebilmeniz için bakış açınızı genişletmek zorundasınız.
Mikro sınırlar içinde olanlar, bir insanın fiziksel görünümünün ötesinde var olanları doğru biçimde idrak edemezler. Bilinçaltı, ruh ya da birlik-kardeşlik gibi kavramlar mikro adam için sadece soyut düşüncelerdir. Bir başka anlatımla, böyle biri kendini kimseye uzun süre bağlı hissedemez, kardeşçe duygular besleyemez, sevecen olamaz. Gerçekte kendisiyle yabancılaşmıştır, kendini kendinden(bilinçaltından) ayrı hisseder; bu yüzden kendini başkalarına karşı da yabancı, başkalarından da ayrı hissetmek zorundadır.
M.S.2150
Thea Alexander
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Mikro sınırlar içinde olanlar, bir insanın fiziksel görünümünün ötesinde var olanları doğru biçimde idrak edemezler. Bilinçaltı, ruh ya da birlik-kardeşlik gibi kavramlar mikro adam için sadece soyut düşüncelerdir. Bir başka anlatımla, böyle biri kendini kimseye uzun süre bağlı hissedemez, kardeşçe duygular besleyemez, sevecen olamaz. Gerçekte kendisiyle yabancılaşmıştır, kendini kendinden(bilinçaltından) ayrı hisseder; bu yüzden kendini başkalarına karşı da yabancı, başkalarından da ayrı hissetmek zorundadır.
M.S.2150
Thea Alexander
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
5 Kasım 2013 Salı
Gecenin Çocukları
Carfax Manastırı'nda ışıklar yanıyor. Dedikodulara göre yıkıntılar egzantirik bir Avrupalı soylu beyefendi tarafından satın alınmış. Geceleri sisin arasında hareket eden tuhaf yaratıklar görülüyormuş. İnsanlar geceleri köpeklerin ulumaları ve pencerelerine çarpan yarasaların kanat çırpınışlarına benzer sesler nedeniyle rahat uyuyamıyorlarmış. Kentin en iyi evlerinde yaşayan genç kadınlar kendilerini tedirgin ve yorgunluktan tükenmiş hissettikleri karabasanlardan uyanıyorlarmış. Kimileri de hiç uyanmamış.
Fena halde yanlış giden bir şey var, ancak olup bitenlere uygun tek açıklama da gündüz aydınlığında batıl inançlı boş lakırdılar gibi geliyor kulağa. Vampirler bir efsaneden ibaret değil mi? Modern dünyada bu ölümsüz ruhların dolaşıp canlıları avlayabileceği nerede görülmüş ki?
Gece giysileri içindeki uzun boylu, esmer, yakışıklı adam gülüyor: 'Vampirler mi? Bunlar ihtiyar kadınların çocukları korkutmak için uydurdukları masallardan ibaret! 'Gözleri insanı derinlerine çeken bir ışıkla parlıyor: 'Kendimi tanıtmama izin verin, ben Kont Drakula.'
Biz burada konuşurken bile vampirler sezdirmeden size yaklaşıyorlar. Gün ışığıyla yıkanan caddelerde, ofisinizin mavimsi floresan aydınlığında, hatta evinizin sıcaklığında. İhtiyaçları onları yırtıcı hayvanlara dönüştürene kadar normal insan maskelerini takacaklar.
Onların emdikleri kanınız değil, duygusal enerjiniz.
Sakın yanlış anlamayın, burada sözünü ettiğimiz, bir fiske darbesiyle uzaklaştırabileceğiniz, el fenerinizin ışığına gelen ufak böcekleri andıran gündelik rahatsızlıklar değil, onları 'ben önermeli cümlelerle' rahatça savuşturabilirsiniz. Bunlar karanlığa özgü yaratıklar. Sizi yalnızca rahatsız etmekle kalmaz, aynı zamanda hipnotize ederler, ta ki siz ağlarına takılana dek verdikleri yalan sözlerle aklınızı bulandırırlar. Duygusal vampirler önce içinize sızar, sonra içinizi boşaltırlar.
İlk bakışta sıradan insanlardan daha iyi görünürler. Romanyalı kont kadar etkileyici, sevimli ve yeteneklidirler. Onları seversiniz, onlara inanırsınız, onlardan başkalarından beklediğinizden daha fazlasını beklersiniz ve sonunda sizi ele geçirirler. Onları yaşamınıza davet eder, sizi boynunuzda bir ağrıyla, kanınız emilmiş, cüzdanınız bomboş ya da kalbiniz kırık bırakıp, gecenin içinde yitene kadar da yanlışınızı fark etmezsiniz. Hatta kendinize sorarsınız, suç onun muydu, benim mi?
İşte onlar: Duygusal Vampirler.
Hiç böyle bir tanıdığınız var mı, hiç karanlık güçlerini yaşamınızda hissettiniz mi?
İlk bakışta kusursuz görünen, tanıdıkça tam bir karmaşa oldukları ortaya çıkan insanlarla karşılaştınız mı?Ucuz bir neon lambası gibi bir sönüp bir parlayan ışıklarıyla kör oldunuz mu? Geceleri kulağınıza büyülü sözler fısıldayıp, gün doğmadan hepsini unutan bir sevgili olmadı mı yaşamınızda?
Hiç kanınız emilmedi mi?
Duygusal vampirler geceleri tabutlardan doğrulmaz. Sizin sokağınızda yaşarlar. Yüzünüze gülüp arkanızdan konuşan komşunuz, skor aleyhine dönene kadar yıldız oyuncu olan takım arkadaşınız; bu insanlar işler istedikleri gibi gitmediğinde öyle bir huysuzlaşır ki üç yaşındaki bir çocuğu bile şaşırtırlar.
Duygusal vampirler ailenizde de olabilir. Hiçbir işte tutunamayan kayınbiraderiniz... Kendisini yorgun düşüren ve bir türlü teşhis edilemeyen tuhaf bir hastalığa yakalanıp da, bakımınıza muhtaç olana kadar herkesin yardımına koşan silik, neredeyse görünmez teyze... Sürekli keyfinize bakın deyip, durmadan kendilerini memnun etmenizi bekleyen sevgili, fedakar ana-babanızın sözünü etmeye gerek var mı peki?
Hatta bu vampir yatağınızda da olabilir.Bir an sevimli, sevgi dolu, espriler yapan bir partnerken, bir sonraki an mesafeli soğuk bir yabancıya dönüşür...
Duygusal Vampirler
Dr.Albert J. Bernstein
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
4 Kasım 2013 Pazartesi
Mikro Ben'in Kendini Savunma Yöntemleri
Sözle Açığa Vurma: Uygunsuz istekleri onlardan sürekli söz ederek bastırmaya çalışma.
Dengeleme Çabası: Bir konudaki düş kırıklığını başka bir konudan aşırı zevk alarak dengelemeye (telafi etmeye), ya da bir zayıflığın etkisini güçlü bir yanı abartarak azaltmaya çalışma.
Gerçeğin Yadsınması: Genelde ''hastalanarak'' veya iş ya da hobilere kendini vererek Mikro ben'i gerçeğin istenmeyen sonuçlarından, o gerçeği yadsıyarak (gerçeği görmezden gelerek) koruma.
Başka Şeye Boşalma: Duyguları (genellikle öfkeyi) o duyguyu uyandıran kişiyi ya da nesnelerden daha az tehlikeli kişi veya nesnelere boşaltma. Hırsını başka birinden veya şeyden çıkarma.
Duygusallıktan Kaçınma: 'Ben'i acıdan korumak için duygusal bağlılıklardan kaçınma.
Düş Kurma: Ulaşılmamış isteklerin gerçekleşmiş olduğunu düşleyerek doyum sağlama.
Kimlik Edinme: Ünlü kişi ya da kuruluşlarla özdeşlik kurarak, bu sayede kendini daha değerli ve önemli hissetme.
Kendini Başka Biri Gibi Görme: Reddedilmemek için başkalarının değerlerini benimseme.
Kendini Soyutlama: 'Ben'e acı verebilecek koşullardan uzak durmak ya da bazı davranışların sonuçlarından kaçınmak için onları uygunsuz olarak niteleme.
Yansıtma: Kendi uygunsuz isteklerini başkalarına yükleme ya da karşılaşılan güçlükler konusunda başkalarını suçlama.
Akla Uydurma: Bir davranışın haklılığını ve onaylanması gerektiğini akla uygun biçimde kanıtlamaya çalışma.
Tepki Oluşturma: Tehlikeli(toplumsal açıdan kabul görmeyen) istekleri bunların karşıtlarından söz ederek bastırmaya çalışma.
Gerileme: Daha az olgun davranış isteyen ve daha düşük nitelikte amaçları olan, gerçekte aşılmış bilinç düzeylerine geri dönme.
Bilinç Dışına İtme: Acı veren ya da tehlikeli düşünceleri bilinçdışına itme.
Sevimli Olma Çabası: Kendine verdiği değeri desteklemek için başkalarının beğenisini kazanmaya çalışma.
Kendini Hırpalama Veya Cezalandırma: Ahlak dışı istek ve davranışları 'Ben'e acı çektirerek ödeme.
İnsanın kendini yadsıyan bu teknikleri kullanarak psikolojik acısını hafifletme çabaları, kısa vadeli(mikro) bakış açısından başarılı sonuç verir. Başka bir anlatımla, bu teknikler işe yarar. Onları kullanma nedenimiz de zaten işe yarar olmalarıdır. Ancak sağlanan bu başarı geçicidir, çünkü bu teknikler farkındalığımızı öyle azaltır ki, geniş (makro) bakış açısının değil sadece kendi düşüncelerimizin yarattığı gerçeğini kolayca unutabiliriz.
Belki de psikolojik savunma yöntemlerinin sonunda ulaştığı en önemli nokta, psikolojik gerilimin kaçınılmaz biçimde artarak bedeni hastalanmasına, yaşlanmasına hatta ölmesine neden olabilecek kadar hırpalaması, yıpratmasıdır. Bu konudaki ilk araştırma 1930'lu yıllara tıp doktoru Hans Selye yönetiminde yapıldı. Dr.Selye'nin vadığı sonuca göre gerilim veye direnme (ve bu durumun yarattığı sürtünme) olmasaydı, hastalık, acı veya ölümde olmazdı.
Kendini yadsıyan bu teknikleri kullanmak insanı sonuçta çok daha büyük acılara (psikolojik gerilimlere) götürür, çünkü bu teknikler acıların nedenlerini (olumsuz düşünceleri) asla ortadan kaldırmaz, sadece sonuçları, yani olumsuz duyguları geçici olarak hafifletir.
20.yüzyılın ikinci yarısında pek sık görülen alkol ve uyuşturucu bağımlılarının durumu bu anlattıklarıma çarpıcı bir örnek olabilir. Psikolojik acıyı hafifletmek için bilinçlerinin büyük bölümünü farkındalık dışı bırakıp (yadsıyıp), kendilerini rahatsız edici duygulardan geçici olarak kurtarıyorlardı, böylece geriye keyif verici duygular kalıyordu. Ama sıkıntıların gerçek nedenleri ortadan kalkmamış olduğu için, alkolün ve uyuşturcunun etkisi geçtiğinde, psikolojik acı hep artarak geri dönüyordu. Kendi rahatsızlıklarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçındıkları sürece bağımlılıklarından kurtulmaları mümkün olmuyordu, ama bu arada psikolojik acı hiçbir şey tarafından dindirilmeyecek ölçüde büyüyordu. Sonra, ancak o noktadan sonra, kendi olumsuz düşüncelerinin sorumluluğunu kabullenmeye, yardım dilemeye, daha geniş bir bakış açısı edinip yeni bir yaşam felsefesine, Makro bakış açısına yaklaşan yeni bir gerçeğe doğru ilerlemeye hazır oluyorlardı.
Gecenin ne kadar karanlık olduğu hiç önemli değil. Er geç gün ışımak, güneş doğmak zorunda.
M.S.2150
Thea Alexander
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Dengeleme Çabası: Bir konudaki düş kırıklığını başka bir konudan aşırı zevk alarak dengelemeye (telafi etmeye), ya da bir zayıflığın etkisini güçlü bir yanı abartarak azaltmaya çalışma.
Gerçeğin Yadsınması: Genelde ''hastalanarak'' veya iş ya da hobilere kendini vererek Mikro ben'i gerçeğin istenmeyen sonuçlarından, o gerçeği yadsıyarak (gerçeği görmezden gelerek) koruma.
Başka Şeye Boşalma: Duyguları (genellikle öfkeyi) o duyguyu uyandıran kişiyi ya da nesnelerden daha az tehlikeli kişi veya nesnelere boşaltma. Hırsını başka birinden veya şeyden çıkarma.
Duygusallıktan Kaçınma: 'Ben'i acıdan korumak için duygusal bağlılıklardan kaçınma.
Düş Kurma: Ulaşılmamış isteklerin gerçekleşmiş olduğunu düşleyerek doyum sağlama.
Kimlik Edinme: Ünlü kişi ya da kuruluşlarla özdeşlik kurarak, bu sayede kendini daha değerli ve önemli hissetme.
Kendini Başka Biri Gibi Görme: Reddedilmemek için başkalarının değerlerini benimseme.
Kendini Soyutlama: 'Ben'e acı verebilecek koşullardan uzak durmak ya da bazı davranışların sonuçlarından kaçınmak için onları uygunsuz olarak niteleme.
Yansıtma: Kendi uygunsuz isteklerini başkalarına yükleme ya da karşılaşılan güçlükler konusunda başkalarını suçlama.
Akla Uydurma: Bir davranışın haklılığını ve onaylanması gerektiğini akla uygun biçimde kanıtlamaya çalışma.
Tepki Oluşturma: Tehlikeli(toplumsal açıdan kabul görmeyen) istekleri bunların karşıtlarından söz ederek bastırmaya çalışma.
Gerileme: Daha az olgun davranış isteyen ve daha düşük nitelikte amaçları olan, gerçekte aşılmış bilinç düzeylerine geri dönme.
Bilinç Dışına İtme: Acı veren ya da tehlikeli düşünceleri bilinçdışına itme.
Sevimli Olma Çabası: Kendine verdiği değeri desteklemek için başkalarının beğenisini kazanmaya çalışma.
Kendini Hırpalama Veya Cezalandırma: Ahlak dışı istek ve davranışları 'Ben'e acı çektirerek ödeme.
İnsanın kendini yadsıyan bu teknikleri kullanarak psikolojik acısını hafifletme çabaları, kısa vadeli(mikro) bakış açısından başarılı sonuç verir. Başka bir anlatımla, bu teknikler işe yarar. Onları kullanma nedenimiz de zaten işe yarar olmalarıdır. Ancak sağlanan bu başarı geçicidir, çünkü bu teknikler farkındalığımızı öyle azaltır ki, geniş (makro) bakış açısının değil sadece kendi düşüncelerimizin yarattığı gerçeğini kolayca unutabiliriz.
Belki de psikolojik savunma yöntemlerinin sonunda ulaştığı en önemli nokta, psikolojik gerilimin kaçınılmaz biçimde artarak bedeni hastalanmasına, yaşlanmasına hatta ölmesine neden olabilecek kadar hırpalaması, yıpratmasıdır. Bu konudaki ilk araştırma 1930'lu yıllara tıp doktoru Hans Selye yönetiminde yapıldı. Dr.Selye'nin vadığı sonuca göre gerilim veye direnme (ve bu durumun yarattığı sürtünme) olmasaydı, hastalık, acı veya ölümde olmazdı.
Kendini yadsıyan bu teknikleri kullanmak insanı sonuçta çok daha büyük acılara (psikolojik gerilimlere) götürür, çünkü bu teknikler acıların nedenlerini (olumsuz düşünceleri) asla ortadan kaldırmaz, sadece sonuçları, yani olumsuz duyguları geçici olarak hafifletir.
20.yüzyılın ikinci yarısında pek sık görülen alkol ve uyuşturucu bağımlılarının durumu bu anlattıklarıma çarpıcı bir örnek olabilir. Psikolojik acıyı hafifletmek için bilinçlerinin büyük bölümünü farkındalık dışı bırakıp (yadsıyıp), kendilerini rahatsız edici duygulardan geçici olarak kurtarıyorlardı, böylece geriye keyif verici duygular kalıyordu. Ama sıkıntıların gerçek nedenleri ortadan kalkmamış olduğu için, alkolün ve uyuşturcunun etkisi geçtiğinde, psikolojik acı hep artarak geri dönüyordu. Kendi rahatsızlıklarının sorumluluğunu üstlenmekten kaçındıkları sürece bağımlılıklarından kurtulmaları mümkün olmuyordu, ama bu arada psikolojik acı hiçbir şey tarafından dindirilmeyecek ölçüde büyüyordu. Sonra, ancak o noktadan sonra, kendi olumsuz düşüncelerinin sorumluluğunu kabullenmeye, yardım dilemeye, daha geniş bir bakış açısı edinip yeni bir yaşam felsefesine, Makro bakış açısına yaklaşan yeni bir gerçeğe doğru ilerlemeye hazır oluyorlardı.
Gecenin ne kadar karanlık olduğu hiç önemli değil. Er geç gün ışımak, güneş doğmak zorunda.
M.S.2150
Thea Alexander
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
3 Kasım 2013 Pazar
Makro Felsefe
Dünyadaki tüm büyük dinler ''Ne ekersen onu biçersin'' derler. Makro felsefeye göre bu deyişin anlamı olumlu ve olumsuz düşünce kalıplarının yarattığı sonuçlarda aranmalıdır. Eğer gerçekleşmesinden korktuğunuz bir şey varsa, genelde gerçekleşir; çünkü, düşünce enerjinizi bu korkulu olaya harcar, dolayısıyla da onu kendi düşüncenizin enerjisiyle yaratmış olursunuz.
İki bin yılı aşkın bir süre önce, bilge kişi, mesellerinin 23:7'nci bölümünde ''Bir insanın yüreğinde ne varsa, kendisi 'o'dur'' demiş.
Makro felsefeye göre olumsuz düşünce, olumsuz duygu ve olumsuz deneyim üretir; oysa,olumlu düşünce olumlu duygu ve olumlu deneyime kaynak olur. Tek bir düşünce bile kaybolmaz. Düşüncelerimizin tümü eskilerin yüreğimiz dedikleri bilinçaltımıza kaydolur ve burada her olumsuz düşünce aynı yoğunlukta veya güçte olumlu bir düşünceyle dengelenene ya da yok edilene kadar olumsuz duygular üretmeyi sürdürür(+ ve -= 0).
Olumsuz düşünceler korku, öfke, düş kırıklığı, suçluluk duygusu, bunalım, üzüntü ve benzeri huzursuzluklar üretir. Olumsuz duygularımızı, onları yadsıyarak gidermeye çalışırız. Yani, olumsuz duygularımızı kendi olumsuz düşüncelerimizle yarattığımızı kabul etmek yerine, bu duygulardan onları bastırmak, başkalarına yansıtmak ya da mantıklı kılacak bahaneler bulmak gibi psikolojik savunma yöntemlerini devreye sokarak kurtulmaya çalışırız.
Bu savunma yöntemlerinin tamamı, sizi rahatsız eden duygularla ilgili farkındalığımızı azaltma ya da ortadan kaldıracak biçimde düzenlenmiştir. Böylece kendi farkındalığımızı kendimiz azaltıyor, bakış açımızı daraltarak mikro bakış açısı düzeyine indirgiyoruz. İçinde bulunduğumuz rahatsızlığın sorumluluğunu üstlenmek yerine bu sorumluluğu başka birine ya da başka bir şeye yüklemek de çok alışılmış tekniklerden biridir...
M.S.2150
Thea Alexander
''Dileyin, size verilecektir; arayın bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.''(Matta 7:7)
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
İki bin yılı aşkın bir süre önce, bilge kişi, mesellerinin 23:7'nci bölümünde ''Bir insanın yüreğinde ne varsa, kendisi 'o'dur'' demiş.
Makro felsefeye göre olumsuz düşünce, olumsuz duygu ve olumsuz deneyim üretir; oysa,olumlu düşünce olumlu duygu ve olumlu deneyime kaynak olur. Tek bir düşünce bile kaybolmaz. Düşüncelerimizin tümü eskilerin yüreğimiz dedikleri bilinçaltımıza kaydolur ve burada her olumsuz düşünce aynı yoğunlukta veya güçte olumlu bir düşünceyle dengelenene ya da yok edilene kadar olumsuz duygular üretmeyi sürdürür(+ ve -= 0).
Olumsuz düşünceler korku, öfke, düş kırıklığı, suçluluk duygusu, bunalım, üzüntü ve benzeri huzursuzluklar üretir. Olumsuz duygularımızı, onları yadsıyarak gidermeye çalışırız. Yani, olumsuz duygularımızı kendi olumsuz düşüncelerimizle yarattığımızı kabul etmek yerine, bu duygulardan onları bastırmak, başkalarına yansıtmak ya da mantıklı kılacak bahaneler bulmak gibi psikolojik savunma yöntemlerini devreye sokarak kurtulmaya çalışırız.
Bu savunma yöntemlerinin tamamı, sizi rahatsız eden duygularla ilgili farkındalığımızı azaltma ya da ortadan kaldıracak biçimde düzenlenmiştir. Böylece kendi farkındalığımızı kendimiz azaltıyor, bakış açımızı daraltarak mikro bakış açısı düzeyine indirgiyoruz. İçinde bulunduğumuz rahatsızlığın sorumluluğunu üstlenmek yerine bu sorumluluğu başka birine ya da başka bir şeye yüklemek de çok alışılmış tekniklerden biridir...
M.S.2150
Thea Alexander
''Dileyin, size verilecektir; arayın bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.''(Matta 7:7)
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
10 Ekim 2013 Perşembe
Geçicilik ve Yaşam Devreleri
Her şeyin size geldiği gibi ve sizin gelişip iyiye gittiğiniz başarı devreleri vardır,ve sizin yeni şeylerin ortaya çıkabilmesi ya da değişim-dönüşümün gerçekleşmesi için onları bırakmanız gerekir.Eğer siz o noktada onlara yapışıp direnirseniz,yaşam akışına uymayı reddediyorsunuz demektir ve bu durumda ıstırap çekersiniz.
Yukarı doğru yükseliş devresinin iyi,aşağı doğru iniş devresinin kötü olduğu doğru değildir;bunu sadece zihin böyle yargılar.Gelişme-büyüme genelde olumlu kabul edilir,ama hiçbir şey sonsuza dek büyümez.Eğer her ne türde olursa olsun büyüme sürüp dursaydı,o en sonunda azman ve yıkıcı bir hale gelirdi.Yeni büyüme-gelişmenin meydana gelebilmesi için çözülüp dağılma ihtiyacı vardır.Biri olmadan diğeri de var olamaz.
Aşağı doğru iniş,yani başarısızlık devresi spiritüel idrak için kesinlikle gereklidir.Sizin spiritüel boyuta çekilebilmeniz için bir düzeyde derin bir biçimde başarısız olmanız ya da derin bir kayıp veya acıyı deneyimlemiş olmanız gerekir.Ya da belki bizzat başarınız boş ve anlamsız hale gelir ve böylece başarısızlığa dönüşür.Her başarıda bir başarısızlık ve her başarısızlıkta bir başarı gizlidir.Bu dünyada form düzeyinde herkes er ya da geç 'başarısızlığa uğrar,'ve elbette,her başarı eninde sonunda başarısız olur.Tüm formlar geçicidir.
Siz hala aktif olup yeni formlar ve durumlar yaratıp tezahür ettirmenin tadını çıkarabilirsiniz,ama onlarla özdeşleşmezsiniz.Sizin onlarda bir benlik duygusu bulmaya ihtiyacınız yoktur.Onlar sizin yaşamınız değil,sadece yaşam durumunuzdur.
Fiziksel enerjiniz de devrelere tabidir.O daima zirvede olamaz.Yüksek enerjili olduğu gibi,düşük enerjili zamanlar da olacaktır.Son derece aktif ve yaratıcı olduğunuz dönemlerde olacaktır ama her şeyin durağan göründüğü,hiçbir yere ulaşmaz,hiçbir şey başaramaz göründüğünüz zamanlar da olabilir.Bir devre birkaç saat de sürebilir,birkaç yılda.Bu büyük devreler içinde büyük ve küçük devreler vardır.Birçok hastalık,yenilenme için yaşamsal önem taşıyan düşük enerjili devrelere karşı koymaktan kaynaklanır.Bunu yapma dürtüsü ve benlik değerinizi ve kimlik duygunuzu başarı gibi dış etkenlerden alma eğilimi siz zihinle özdeşleştiğiniz sürece kaçınılmaz bir illüzyondur.Bu illüzyon sizin düşük devreleri kabul edip onların olmalarına izin vermenizi güçleştirir,hatta olanaksız kılar.Böylece,organizmanın zekası kendini korumak için devreye girebilir ve sizi durmaya zorlamak için bir hastalık yaratabilir,ki gerekli yenilenme gerçekleşebilsin...
Şimdi'nin Gücü
Eckhart Tolle
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Yukarı doğru yükseliş devresinin iyi,aşağı doğru iniş devresinin kötü olduğu doğru değildir;bunu sadece zihin böyle yargılar.Gelişme-büyüme genelde olumlu kabul edilir,ama hiçbir şey sonsuza dek büyümez.Eğer her ne türde olursa olsun büyüme sürüp dursaydı,o en sonunda azman ve yıkıcı bir hale gelirdi.Yeni büyüme-gelişmenin meydana gelebilmesi için çözülüp dağılma ihtiyacı vardır.Biri olmadan diğeri de var olamaz.
Aşağı doğru iniş,yani başarısızlık devresi spiritüel idrak için kesinlikle gereklidir.Sizin spiritüel boyuta çekilebilmeniz için bir düzeyde derin bir biçimde başarısız olmanız ya da derin bir kayıp veya acıyı deneyimlemiş olmanız gerekir.Ya da belki bizzat başarınız boş ve anlamsız hale gelir ve böylece başarısızlığa dönüşür.Her başarıda bir başarısızlık ve her başarısızlıkta bir başarı gizlidir.Bu dünyada form düzeyinde herkes er ya da geç 'başarısızlığa uğrar,'ve elbette,her başarı eninde sonunda başarısız olur.Tüm formlar geçicidir.
Siz hala aktif olup yeni formlar ve durumlar yaratıp tezahür ettirmenin tadını çıkarabilirsiniz,ama onlarla özdeşleşmezsiniz.Sizin onlarda bir benlik duygusu bulmaya ihtiyacınız yoktur.Onlar sizin yaşamınız değil,sadece yaşam durumunuzdur.
Fiziksel enerjiniz de devrelere tabidir.O daima zirvede olamaz.Yüksek enerjili olduğu gibi,düşük enerjili zamanlar da olacaktır.Son derece aktif ve yaratıcı olduğunuz dönemlerde olacaktır ama her şeyin durağan göründüğü,hiçbir yere ulaşmaz,hiçbir şey başaramaz göründüğünüz zamanlar da olabilir.Bir devre birkaç saat de sürebilir,birkaç yılda.Bu büyük devreler içinde büyük ve küçük devreler vardır.Birçok hastalık,yenilenme için yaşamsal önem taşıyan düşük enerjili devrelere karşı koymaktan kaynaklanır.Bunu yapma dürtüsü ve benlik değerinizi ve kimlik duygunuzu başarı gibi dış etkenlerden alma eğilimi siz zihinle özdeşleştiğiniz sürece kaçınılmaz bir illüzyondur.Bu illüzyon sizin düşük devreleri kabul edip onların olmalarına izin vermenizi güçleştirir,hatta olanaksız kılar.Böylece,organizmanın zekası kendini korumak için devreye girebilir ve sizi durmaya zorlamak için bir hastalık yaratabilir,ki gerekli yenilenme gerçekleşebilsin...
Şimdi'nin Gücü
Eckhart Tolle
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
8 Ekim 2013 Salı
Yaşam Dramınızın Sonu
İnsanların yaşamlarında vuku bulan ve 'kötü' diye nitelendirilen şeylerin çoğu bilinçsizlikten dolayı meydana gelmiştir. Onlar bizzat insanların, daha doğrusu ego'larının yarattığı şeylerdir. Ben bazen bu şeylere 'dram' derim. Siz tam bilinçli olduğunuzda, artık yaşamınıza dram girmez. Şimdi size ego'nun nasıl iş gördüğünü ve nasıl dram yarattığını kısaca hatırlatayım.
Ego, siz orada tanık olan bilinç, yani izleyici olarak mevcut değilken yaşamınızı yöneten gözlemleyen zihindir. Ego kendisini düşman bir evrende ayrı bir parça olarak algılar, onun başka hiçbir varlıkla gerçek bir içsel bağı yoktur, o potansiyel tehtid olarak gördüğü ya da kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışacağı diğer egolar tarafından kuşatılmıştır. Temel ego kalıpları kendi yerleşik korkusu ve yoksunluk duygusuyla savaşacak şekilde tasarlanmıştır. Onlar direnme, kontrol, güç, aç gözlülük, savunma ve saldırıdır. Ego'nun bazı stratejileri son derece kurnazcadır, ancak onlar onun hiçbir sorununu gerçekten çözemez, çünkü ego'nun kendisi sorundur.
İster kişisel ilişkilerde, ister örgütlerde ve kurumlarda ego'lar bir araya geldiklerinde, er ya da geç kötü şeyler olur: çatışma, sorunlar, güç mücadeleleri, duygusal ya da fiziksel şiddet vs. şeklinde şu ya da bu tür bir dram vuku bulur. Buna savaş, soykırım ve sömürü gibi ortak kötülükler de dahildir, bunların hepsi kitlesel bilinçsizlikten kaynaklanır. Dahası 'ego'nun sürekli direnmesi bedendeki enerji akışında kısıtlamalar ve tıkanıklıklar yaratarak bir çok hastalığa neden olur. Siz Var'lığa yeniden bağlandığınızda ve artık zihniniz tarafından yönetilmediğinizde, bu şeyleri de yaratmaz olursunuz. Artık dram yaratmaz ve drama katılmazsınız.
Her ne zaman iki ya da daha fazla ego bir araya gelse, şu ya da bu tür bir dram ortaya çıkar. Ama, siz tamamen yalnız yaşasanız bile, yine de kendi dramınızı yaratırsınız. Siz kendi halinize üzüldüğünüzde bu dramdır. Geçmiş ya da geleceğin şimdiyi örtüp karartmasına izin verdiğinizde, psikolojik-zaman yaratıyor olursunuz, ki o dramı oluşturan malzemedir. Siz şimdiki anın olmasına izin vererek onurlandırmadığınızda, dram yaratıyor olursunuz.
Çoğu insan kendi belli yaşam dramına aşıktır. Öyküleri onların kimlikleridir. Onlar tüm benlik duygularını ona yatırmışlardır. Onların -çoğunlukla başarısız olan-bir yanıt, bir çözüm ya da bir şifa arayışları bile bunun bir parçası haline gelir. Onların en çok korktukları ya da direndikleri şey dramlarının son bulmasıdır. Onlar zihinleri oldukları sürece, en çok korktukları ya da direndikleri şey kendi uyanışlarıdır.
Siz olanı tam olarak kabullenerek yaşadığınızda, bu yaşamınızdaki tüm dramın sonu olur.Bu durumda ne kadar uğraşırsa uğraşsın kimse sizinle bir tartışmaya giremez. Siz tam bilinçli bir insanla tartışamazsınız. Bir tartışma zihninizle ve zihinsel bir pozisyonla özdeşleşmeyi ve diğer insanın pozisyonuna direnmeyi ve tepki göstermeyi ima eder. Sonuç zıt kutupların karşılıklı olarak güçlenmesidir. Bunlar bilinçsizliğin mekanikleridir, çalışma biçimidir. Siz hala fikrinizi açık ve kesin bir biçimde söyleyebilirsiniz, ama onun ardında hiçbir tepkisel kuvvet, hiçbir savunma ya da saldırı olmayacaktır. Böylece o bir drama dönüşmeyecektir. Siz tam bilinçli olduğunuzda, artık çatışma içine girmezsiniz. 'Kendisiyle bir olan hiç kimse çatışmayı bile hayal edemez.' der Mucizeler Kursu. Burada kastedilen sadece diğer insanlarla çatışma değil, daha temel bir biçimde kendi içimizdeki çatışmadır, artık zihninizin talepleri ve beklentileri ile, olan arasında bir çatışma olmadığında içinizde de çatışma olmaz...
Şimdi'nin Gücü
Eckhart Tolle
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Ego, siz orada tanık olan bilinç, yani izleyici olarak mevcut değilken yaşamınızı yöneten gözlemleyen zihindir. Ego kendisini düşman bir evrende ayrı bir parça olarak algılar, onun başka hiçbir varlıkla gerçek bir içsel bağı yoktur, o potansiyel tehtid olarak gördüğü ya da kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışacağı diğer egolar tarafından kuşatılmıştır. Temel ego kalıpları kendi yerleşik korkusu ve yoksunluk duygusuyla savaşacak şekilde tasarlanmıştır. Onlar direnme, kontrol, güç, aç gözlülük, savunma ve saldırıdır. Ego'nun bazı stratejileri son derece kurnazcadır, ancak onlar onun hiçbir sorununu gerçekten çözemez, çünkü ego'nun kendisi sorundur.
İster kişisel ilişkilerde, ister örgütlerde ve kurumlarda ego'lar bir araya geldiklerinde, er ya da geç kötü şeyler olur: çatışma, sorunlar, güç mücadeleleri, duygusal ya da fiziksel şiddet vs. şeklinde şu ya da bu tür bir dram vuku bulur. Buna savaş, soykırım ve sömürü gibi ortak kötülükler de dahildir, bunların hepsi kitlesel bilinçsizlikten kaynaklanır. Dahası 'ego'nun sürekli direnmesi bedendeki enerji akışında kısıtlamalar ve tıkanıklıklar yaratarak bir çok hastalığa neden olur. Siz Var'lığa yeniden bağlandığınızda ve artık zihniniz tarafından yönetilmediğinizde, bu şeyleri de yaratmaz olursunuz. Artık dram yaratmaz ve drama katılmazsınız.
Her ne zaman iki ya da daha fazla ego bir araya gelse, şu ya da bu tür bir dram ortaya çıkar. Ama, siz tamamen yalnız yaşasanız bile, yine de kendi dramınızı yaratırsınız. Siz kendi halinize üzüldüğünüzde bu dramdır. Geçmiş ya da geleceğin şimdiyi örtüp karartmasına izin verdiğinizde, psikolojik-zaman yaratıyor olursunuz, ki o dramı oluşturan malzemedir. Siz şimdiki anın olmasına izin vererek onurlandırmadığınızda, dram yaratıyor olursunuz.
Çoğu insan kendi belli yaşam dramına aşıktır. Öyküleri onların kimlikleridir. Onlar tüm benlik duygularını ona yatırmışlardır. Onların -çoğunlukla başarısız olan-bir yanıt, bir çözüm ya da bir şifa arayışları bile bunun bir parçası haline gelir. Onların en çok korktukları ya da direndikleri şey dramlarının son bulmasıdır. Onlar zihinleri oldukları sürece, en çok korktukları ya da direndikleri şey kendi uyanışlarıdır.
Siz olanı tam olarak kabullenerek yaşadığınızda, bu yaşamınızdaki tüm dramın sonu olur.Bu durumda ne kadar uğraşırsa uğraşsın kimse sizinle bir tartışmaya giremez. Siz tam bilinçli bir insanla tartışamazsınız. Bir tartışma zihninizle ve zihinsel bir pozisyonla özdeşleşmeyi ve diğer insanın pozisyonuna direnmeyi ve tepki göstermeyi ima eder. Sonuç zıt kutupların karşılıklı olarak güçlenmesidir. Bunlar bilinçsizliğin mekanikleridir, çalışma biçimidir. Siz hala fikrinizi açık ve kesin bir biçimde söyleyebilirsiniz, ama onun ardında hiçbir tepkisel kuvvet, hiçbir savunma ya da saldırı olmayacaktır. Böylece o bir drama dönüşmeyecektir. Siz tam bilinçli olduğunuzda, artık çatışma içine girmezsiniz. 'Kendisiyle bir olan hiç kimse çatışmayı bile hayal edemez.' der Mucizeler Kursu. Burada kastedilen sadece diğer insanlarla çatışma değil, daha temel bir biçimde kendi içimizdeki çatışmadır, artık zihninizin talepleri ve beklentileri ile, olan arasında bir çatışma olmadığında içinizde de çatışma olmaz...
Şimdi'nin Gücü
Eckhart Tolle
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
4 Ekim 2013 Cuma
Olumsuzluğu Kullanıp Bırakmak
Ego olumsuzluk yoluyla realiteyi kurnazca yönlendirip sonuçta istediği şeyi elde edebileceğine inanır. O, olumsuzluk yoluyla arzu ettiği bir koşulu kendisine çekebileceğine ya da istemediği bir koşulu ortadan kaldırabileceğine inanır. Mucizeler Kursu doğru biçimde, siz her ne zaman mutsuzsanız, bilinçaltında, mutsuzluğun istediğinz şeyi 'elde etmenizi sağlayacağı' inancına sahip olduğunuzu işaret eder. Eğer 'siz' (yani zihin) mutsuzluğun işe yaradığına inanmasaydınız, onu neden yaratacaktınız ki?Gerçek şu ki, olumsuzluk kesinlikle işe yaramaz. O, arzu edilen koşulu çekmek yerine, o koşulu yerinde tutar. Onun tek 'yararlı' işlevi ego'yu güçlendirmesidir ve işte bu yüzden ego onu sever.
Bir kez herhangi bir olumsuzluk biçimiyle özdeşleştiğinizde, onu bırakmak istemezsiniz ve derin bilinçaltı düzeyde, siz olumlu değişimi istemezsiniz. O sizin üzgün, öfkeli ya da haksızlığa uğramış kişi kimliğinizi tehtid edecektir. Siz o zaman yaşamınızdaki olumluyu görmezden gelir, yadsır (inkar eder) ya da baltalarsınız. Bu yaygın bir fenomendir. O aynı zamanda delicedir.
Olumsuzluk tamamiyle doğal olmayan bir şeydir. O psişik bir kirleticidir ve doğanın kirletilip tahrip edilmesi ile ortak insan psişesinde birikmiş yoğun olumsuzluk arasında derin bir bağ vardır. Gezegen üzerinde, insanlardan başka hiçbir yaşam formu olumsuzluğu bilmez, aynı şekilde insanlardan başka hiçbir yaşam formu kendisini besleyip yaşatanYerküre'yi kirletip zehirlemez. Siz hiç mutsuz bir çiçek ya da stresli bir meşe ağacı gördünüz mü? Siz hiç üzgün bir yunusla, kendini beğenmeyen bir kurbağayla, gevşeyemeyen bir kediyle, ya da nefret ve içerleme taşıyan bir kuşla karşılaştınız mı? Ara sıra olumsuzluğa benzer bir şey hissedebilen ya da sinirli davranış belirtileri gösteren hayvanlar, sadece insanlarla yakın temas içinde yaşayan ve böylece insan zihnine ve onun deliliğine bağlanan hayvanlardır.
Herhangi bir bitkiyi ya da hayvanı izleyin ve onun size olanı kabullenmeyi, Şimdi'ye teslim olmayı öğretmesine izin verin. Onun size Var'lığı öğretmesine izin verin. Onun size bütünlüğü, bir olmayı, kendiniz olmayı, gerçek olmayı öğretmesine izin verin. Onun size yaşamayı ve ölmeyi bir soruna dönüştürmemeyi öğretmesine izin verin....
Şimdi'nin Gücü
Eckhart Tolle
http://tr.wikipedia.org/wiki/Eckhart_Tolle
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Bir kez herhangi bir olumsuzluk biçimiyle özdeşleştiğinizde, onu bırakmak istemezsiniz ve derin bilinçaltı düzeyde, siz olumlu değişimi istemezsiniz. O sizin üzgün, öfkeli ya da haksızlığa uğramış kişi kimliğinizi tehtid edecektir. Siz o zaman yaşamınızdaki olumluyu görmezden gelir, yadsır (inkar eder) ya da baltalarsınız. Bu yaygın bir fenomendir. O aynı zamanda delicedir.
Olumsuzluk tamamiyle doğal olmayan bir şeydir. O psişik bir kirleticidir ve doğanın kirletilip tahrip edilmesi ile ortak insan psişesinde birikmiş yoğun olumsuzluk arasında derin bir bağ vardır. Gezegen üzerinde, insanlardan başka hiçbir yaşam formu olumsuzluğu bilmez, aynı şekilde insanlardan başka hiçbir yaşam formu kendisini besleyip yaşatanYerküre'yi kirletip zehirlemez. Siz hiç mutsuz bir çiçek ya da stresli bir meşe ağacı gördünüz mü? Siz hiç üzgün bir yunusla, kendini beğenmeyen bir kurbağayla, gevşeyemeyen bir kediyle, ya da nefret ve içerleme taşıyan bir kuşla karşılaştınız mı? Ara sıra olumsuzluğa benzer bir şey hissedebilen ya da sinirli davranış belirtileri gösteren hayvanlar, sadece insanlarla yakın temas içinde yaşayan ve böylece insan zihnine ve onun deliliğine bağlanan hayvanlardır.
Herhangi bir bitkiyi ya da hayvanı izleyin ve onun size olanı kabullenmeyi, Şimdi'ye teslim olmayı öğretmesine izin verin. Onun size Var'lığı öğretmesine izin verin. Onun size bütünlüğü, bir olmayı, kendiniz olmayı, gerçek olmayı öğretmesine izin verin. Onun size yaşamayı ve ölmeyi bir soruna dönüştürmemeyi öğretmesine izin verin....
Şimdi'nin Gücü
Eckhart Tolle
http://tr.wikipedia.org/wiki/Eckhart_Tolle
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
24 Eylül 2013 Salı
9 Eylül 2013 Pazartesi
4 Ağustos 2013 Pazar
Göçmen Çiçek
GÖÇMEN ÇİÇEK Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan
Birden bire patlayan Bir çığlığım sessizliğinde Ele-güne karşı seni utandıran Yaz günü palto giyerim Ceplerim dolu şiir Gören beni deli sanır Adım kaçığa çıkar Keşke kaçsam Keşke kaçabilsem şu dünyadan. Aykırı bir şiirim kitabının arasında Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış Sondan okumaya başla Nokta koy her dizenin önüne Anlamaya çalış... Bedeninin bir noktasından dalıp Yüreğini bulabilirim Geceyse başlar yastığa düşerse
Ve yorgunsa yüzün
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip Kandiller gibi baş ucuna koyabilirim... Ey bütün tufanların ardında Bulduğum dinginlik! Göçmen çiçeği dünyanın Köklerini ardısıra sürükleyen çılgınlık! Madem ki yaşam bu Madem ki taşın taş olmaktan öte Bir umarı yok Bir türkü söyle kadınım Yürüsün dünyaya mutluluk... Yağıyor incecik bir yağmur dışarda Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur Islak toprak kokusu Doluyor odama Sıkılıyorum Kitapların üstüme yıkılacağından Korkuyorum şimdi Yel esiyor söküyor duvardaki bir resmi Yerine senin yüzünü koyuyor. Yüzün şimdi karşımda Yüzün akşam karanlığında Toprağın üstüne bırakılmış Bir demet çiçek gibi parlıyor.. O zaman açıyorum Bütün perdeleri O zaman yakıyorum Bütün ışıkları Camları darmadağın ediyorum Yüzünü avuçlarıma alıyorum Alnını öpüyorum Dünyayı öper gibi... Sana uzanamadığım gün Ellerim yok sanıyorum Senin bakışlarını yakalayamadığım gün Gözlerim yok... O zaman bir yumruk Bütün gücüyle vuruyor Eski bir piyanonun tuşlarına Binlerce martı kayalıklara çarparak ölüyor Ay ışığı tutkal gibi Yapışıyor pencereme Açamıyorum perdeleri Şiir yok artık Türkü dindi.. Meyvelerini taşıyamayan Ağaçlar gibiyim Sularını taşıran ırmaklar gibi.. Bu kadar mutluluk çok bana Onu günlere Onu aylara bölmeliyim Ve bir tek gülüşünü senin Kutlamalıyım yıllarca... Sana yüreğimde bir sürgün yeri Göçüp konacak Bir toprak yaratsam Kadınım, sarışınlığının bittiği anı Gizli bir esmerliğe eklesem.. Göçmen çiçek Her yerin yabancısı Yolların, yolların ötesinde Bize bir tek Yarınlar kaldı Göğün tükenip, denizin Başladığı yerde... Ahmet Erhan Uğurlar olsun... 04.08.2013 Sevgi ve ışıkla kalın.... Persephone |
29 Temmuz 2013 Pazartesi
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasSına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini...
AHMED ARİF
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
8 Temmuz 2013 Pazartesi
Uğurlar Ola
Bazen gözlerin görmez, kulakların duymaz, sesin çıkmaz olur...
Çığlıkların sessizliğinde boğulurken,
İnsanların gördüğü yalnızca gülen yüzündür...
O kadar çok kurmak istediğin cümle varken,
Hepsi bir bir boğazında düğüm olur...
Acıyı gözlerinle görüp, yüreğinde hissederken,
Çaresizliğine kahrederken,
İsyanın içinde bir çığ gibi büyürken,
Karanlık gidişe dur demek bencilliğindendir...
Oysa ki o gidiş, O'nun kurtuluşudur...
Gitmek kurtuluşsa lakin, bırak gitsin...
Neden bunca hüzün, bu yüreğindeki iç çekiş...
Seni seviyorum...
Seni seviyorum...
Ve hep seveceğim...
Uğurlar ola...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Uğurlar ola...
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
Kaydol:
Yorumlar (Atom)