24 Şubat 2013 Pazar

ŞaNs YaNı BaŞıNızDa



Yakın dönemde Avrupa'da çok tuhaf bir deney yapılmış. İşte deney ve sonuçları:
Bazıları kendilerini şanslı gören, bazıları ise görmeyen gönüllüler bir sınava tabi tutuldu. Her birine gazete veriliyor ve içinde yayınlanmış fotoğrafların tam sayısını birkaç dakika içinde hesaplamaları isteniyordu. Birkaç sayfa sonra, gazetenin tam ortasında büyükçe bir ilanla karşılaşmışlardı ve ilanda iri puntolarla şöyle yazıyordu: Bu gazetede 46 fotoğraf var.
Şanslı olduklarını düşünen insanların hepsi bu mesajı okuyunca saymaya son vermişler. Gazeteyi kapayıp araştırmacıya, 'kırk altı fotoğraf' var demişler.
Peki, sizce, şanssız olduklarını düşünenler ne yapmış?
Evet tam da tahmin ettiğiniz gibi gazetenin sonuna kadar saymaya devam etmişler. Ama onlara neden ilanı dikkate almadıkları sorulduğunda hepsi birden, ilan mı ne ilanı demiş? Hiçbiri ilanı görmemiş!!! 
Herkesin yaşamında karşısına sayısız fırsatlar çıkmakta...Bunun fırsat olduğunu kimimiz görüyoruz, kimimiz görmüyoruz. Hayatta herkesin şansının eşit olduğunu düşünüyorum. Tek fark görmeyi bilmek... Genelde görmeyi bilen kişiyi şanslı, görmeyi bilmeyen kişiyi de şanssız olarak tanımlıyoruz...
Hayatımıza yön veren seçimlerimizdir. Boşuna dememiş sanırım büyüklerimiz 'insan kendi şansını, kendi yaratır' diye...
 ‘Ne şanssız bir adamım ben' derseniz öyle olursunuz. ''Araştırmacı Richard Wiseman sekiz yıl boyunca şans faktörü üzerinde yaptığı yüzlerce deney, yüzlerce görüşme ve binlerce test sonucunda böyle söylüyor. Şans, insanların başlarına gelen iyi ya da kötü olayları açıklama biçimi. Ama Hertfordshire Üniversitesi araştırmacısı Wiseman, bu tanımlamayla yetinmeyip insan hayatındaki “şans faktörünü” ortaya çıkarmaya karar vermiş ve bu uğurda tam 8 yılını harcamış.
Ünlü araştırmacı “Şans, ilahi bir hediye ya da sihirli bir yetenek değildir. Aslında şans, bir zihin durumu, düşünme ve davranma biçimidir. İnsanlar şanslı ya da şanssız doğmazlar, düşünceleri, hisleri ve davranışlarıyla iyi ve kötü şanslarını kendileri yaratırlar'' görüşünde.
İnsanın kendi şansını kendisinin yarattığını savunan Richard Wiseman, içsesini dinlemenin, gelecekte iyi şans beklemenin ve talihsizliklerin üzerinde durmamanın şans için çok önemli olduğunun altını çiziyor. Ancak araştırmasının, şansın psişik güçlerle ya da zeka ile bir ilişkisinin olmadığını ortaya koyduğunu söylemeden de edemiyor...


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

23 Şubat 2013 Cumartesi

Eski Zamanlardan Bir Şarkı...

Yolda dalgın dalgın,kafanda binbir düşünceyle seyir halinde giderken,radyoda bir şarkı takılır kulağına... 'Tracy Chapman Baby Can I Hold You' çalmakta...Sıyrılırsın bulunduğun zamandan,düşersin boşluğun sıcak,şefkatli kollarına...Aklının alamayacağı kadar uzaklaşır,bir anda o eski günlerin renkli çiçekli,düş bahçelerinde bulursun kendini...İşte bazen bir şarkı böyle sarar insanın benliğini...olmadık anda,olmadık zamanda....
 
 
 
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone
 

22 Şubat 2013 Cuma

Herkes farkına varmadan kendi gerçekliğini yaratır ve kendi yarattığı inançlarının meyvesini toplar...

Persephone

18 Şubat 2013 Pazartesi

Kutsal Avcı



Yunan mitolojisinde avcı tanrıça Artemis üzerine bir öykü vardır. Artemis avcıların en yücesiydi, çünkü çabasızca avlanıyordu. Gereksinimlerini kolaylıkla karşılıyor, ormanla kusursuz bir uyum içinde yaşıyordu. Ormandaki her şey Artemis'i seviyor, onun tarafından avlanmayı onur sayıyordu. Hiç avlanır gibi görünmexdi Artemis. Gereksindiği ona gelirdi. En iyi avcı olmasının nedeni buydu ama bu onu aynı zamanda da en güç av haline getiriyordu. Tanrıçanın hayvan biçimi, avlanması neredeyse olanaksız, büyülü bir geyikti.
Artemis, kralın Herkül'e bir görev verdiği güne dek ormanda kusursuz bir uyum içinde yaşadı.Herkül kendi kurtuluşu için savaşıyordu. Kralın verdiği görev Artemis'in büyülü geyiğini avlamaktı. Zeus'un yenilgi bilmez oğlu Herkül karşı çıkmadı. Geyiği avlamak için ormana girdi. Herkül'ü gören geyik korkmadı ondan. Yaklaşmasına izin verdi ama Herkül yakalamaya çalıştığında kaçtı. Artemis'ten bile iyi bir avcı haline gelmeden bu geyiği yakalamasının yolu yoktu.
Herkül, tanrılar ulağı, ölümsüzlüklerin en hızlısı Hermes'i çağırıp kanatlarını ödünç aldı. Artık Hermes kadar hızlıydı. Avların en değerlisi çok geçmeden elindeydi. Artemis'in tepkisini hayal edebilirsiniz. Herkül tarafından avlanmış, ödeşmek istiyordu elbette. O da Herkül'ü avlamak için elinden geleni yaptı, ama artık Herkül'dü en zor av. Öylesine özgürdü ki Herkül, Artemis ne yaptıysa da tutamadı onu.
Artemis'in Herkül'e hiç mi hiç ihtiyacı yoktu. Onu ele geçirmek için güçlü bir istek duydu. Ama bu,kuşkusuz bir yanılsamadan ibaretti.Herkül'e aşık olduğunu sandı,onu kendisine istedi.Kafasında tek bir şey vardı; Herkül'e sahip olmak. İsteği mutluluğunu alıp götüren bir saplantıya dönüştü. Artemis değişmeye başlamıştı. Artık zevk için avlandığından ormanla uyum içinde yaşamaz oldu. Kendi kurallarını çiğneyip yırtıcı bir hayvana dönüştü. Hayvanlar korkmaya, orman onu kendisinden uzaklaştırmaya başladı. Ama o aldırmadı. Gözleri gerçeği görmez olmuştu. Zihni Herkül ile doluydu.
Herkül'ün yapacağı çok iş vardı. Yine de kimi zaman ormana gider, Artemis''i ziyaret ederdi. Ormana her gelişinde Artemis onu avlamak için elinden geleni ardına komazdı. Herkül ile birlikte olmak onu çok mutlu ediyordu. Ama gideceğini biliyor, kıskanıyor, sahipleniyordu onu. Herkül'ün her ayrılışında acıya, gözyaşlarına boğuluyordu.
Herkül Artemis'in zihninde olup biteni bilmiyordu. Artemis'in kendisini avladığını fark etmemişti. Zihninde o hiçbir zaman av değildi. Artemis'i seviyor, sayıyordu. Tanrıçanın istediği ise bu değildi. Kutsal avcı ona sahip olmak istiyordu, avlamak ve onunla birlikte vahşi bir hayvan olmak istiyordu. Ormanda kendisinden başka her varlık Artemis'teki bu değişimin farkındaydı. Zihnindeyse o hala kutsal avcıydı. Yükseklerden düştüğünün ayırdında değildi. Onunla birlikte bütün avcıların düştüğünü, yırtıcı hayvanlara dönüştüğünü, bir zamanlar cennet olan ormanın cehennem olduğunu görmüyordu.
Günün birinde Hermes hayvan biçimine büründü. Artemis tam onu avlamak üzereyken yeniden Tanrı oldu.  Böylece, yitirdiği bilgeliğe yeniden kavuştu Artemis. Tanrı, avcı tanrıçaya ölümsüzlerin katından düşmüş olduğunu bildirdi. Artemis Herkül'den bağışlamasını diledi. Onu yükseklerden düşüren, kendisini önemsemesinden başka bir şey değildi. Herkül'le konuşurken aslında onu hiç kırmamış olduğunu fark etti. Nasıl kırsın? Herkül zihninden neler geçirdiğini bilmiyordu ki. Çevresine baktı, ormana neler yapmış olduğunu gördü. Sevgiyi yeniden kazanana dek her bir çiçekten, her bir hayvandan özür diledi. Bir kez daha kutsal avcı haline geldi.  
Sevmeye önce kendimizden başlayabilsek... Sevgiyi, adaleti ve mutluluğu avlamaktan vazgeçebilsek... İçimizdeki sevgiyi ele geçirip, kendimize teslim olsak... Belki o zaman içimizdeki sevgiyi hisseder ve gerçek sevgiyi bulur, ihtiyaçlarımzı karşılayacak sevgiyi aramaktan  vazgeçeriz...
Elimizde olmayanı başkasıyla paylaşamayız. Kendimizi sevmezsek başkasını da sevemeyiz...
Sevmeye, mutlu olmaya, eğlenmeye, gülmeye, sevgimizi paylaşıp sevgiyi almaya hepimizin hakkı var...

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

Mutluluk

Mutluluk; her şeye rağmen hayata gülümsemek... Her batan günün ardından, yeni bir günün doğacağını bilmektir... Her sabah doğan güneşin bir mucize olduğuna... Güneşin her doğduğu ufukta, umuda giden bir yolun mutlaka bulunduğuna inanmaktır...

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

8 Şubat 2013 Cuma

Başarı bir seyahattir, hedef değil.
Mutluluk, giden yolun üzerindedir, yolun sonunda değil.
Zira yolun sonunda olsa, ona varıldığında yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu.
Mutlu olmanın zamanı ise bugündür, yarın değil.
Akıllı insan odur ki, sahip olmadığı şeyler için üzülmez.
Sahip olduğu şeylerin ise değerini bilir, sevinir.

Filozof Epiktetos

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone 

6 Şubat 2013 Çarşamba

Önce Kendini Değiştir

Bir manastırda bir piskoposun mezarı başında yazılı şu cümleler ne anlamlıdır:


Genç ve hür iken, düşlerim sonsuz iken, dünyayı değiştirmek isterdim. Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi kısıtlayarak, sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu.

4 Şubat 2013 Pazartesi

ÖLÜM

Doğan Cüceloğlu'nun eğitimdeki katılımcılarla aralarındaki konuşma:
Cüceloğlu:Arkadaşlar,aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katıtlımcılardan Biri:Allah'a şükür,hocam,bildiğimiz kadarı ile yok.
Cüceloğlu:Ne güzel!Peki,bana,istisnasız tüm insanların,yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar.
Katılımcılardan Biri:ÖLÜM.
Cüceloğlu:Gerçekten de ölüm tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir,ama bundan sonra gelmesi kesin tek şey ölümdür.Peki, madem öleceğimiz garanti,bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce,başlarıyla onaylamaya başlar.Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğuda açıktır.Şu şekilde devam ederim:Peki,ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
Katılımcılardan Biri:Hayır.
Cüceloğlu:Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?
Katılımcılardan Biri:Var.
Cüceloğlu:Yarın?
Katılımcılardan Biri:Evet.

3 Şubat 2013 Pazar

Eski Bir Çin Hikayesi...

Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş ama Kral'ın bile kıskandığı bir ata sahipmiş.Kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. 'Bu at benim için; bir dost, insan dostunu satar mı?' dermiş.
Bir sabah kalkmışlar ki at yok! Köylü ihtiyarın başına toplanmış. 'Seni ihtiyar bunak, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın' demişler.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Yazı Yazma Zorunluluğu Hissedenler


Araştırmacı Catherine Cox,1920'lerde Sir Isaac Newton,Thomas Jefferson  ve Johann Sebastian Bach gibi tarihe mâl olmuş 300 dehayı inceledi.Cox'un erişebildiği biyografilerle ilgili ayrıntılı incelemesi,büyük başarılar elde etmiş bu insanların şaşırtıcı biçimde ortak alışkanlıkları ve kişilik özellikleri olduğunu ortaya koydu.
Cox,dehanın bir işareti olarak erken yaşlarda günlük tutma,şiir ve mektup yazma gibi eğilimlere dikkat çekiyordu.Cox,bu eğilimin yalnızca gelişme kaydeden yazarlarda değil,generaller,devlet ve bilim adamlarında da olduğunu gözlemlemişti.