15 Nisan 2017 Cumartesi

Kurgu mu? Gerçek mi?

Seçmeniz için size iki tatil paketi sunulduğunu düşünelim:
Taş Devri Paketi: İlk gün el değmemiş ormanda on saat yürüyüş yapacağız, akşam çökerken bir nehrin kenarında kamp kuracağız. İkinci gün nehirde on saat kanoyla dolaşacak, küçük bir gölün kıyısında kamp kuracağız. Üçüncü gün yerel halktan nasıl balık tutulacağını ve yakındaki koruda mantar toplamayı öğreneceğiz.
Modern Proletarya Paketi: İlk gün pislik içindeki bir tekstil fabrikasında on saat çalışacağız, sıkış tıkış bir apartman dairesinde geceleyeceğiz. İkinci gün yakındaki markette on saat kasiyerlik yapacak ve uyumaya aynı daireye gideceğiz. Üçüncü gün yerel halktan nasıl banka hesabı açarak ev kredisi alacağımızı öğreneceğiz?
Hangi paketi seçerdiniz?
Mesele insanların kurduğu işbirliği ağlarını değerlendirmeye gelince her şey bakış açımıza ve kullanmayı seçtiğimiz değerlendirme araçlarına göre değişir. Mısır firavununu üretim, beslenme ve sosyal uyum açısından mı değerlendiriyoruz? Yoksa aristokrasi, basit köylüler, domuzlar ve timsahlara mı odaklanıyoruz? Tarih tek bir anlatı değildir; aksine binlerce çeşitli anlatıdan meydana gelir. Neyi anlatmayı seçersek, bir diğerini susturmayı tercih etmiş oluruz.
İnsanların kurduğu işbirliği ağları, kendilerini kendi yarattıkları değerlerle ölçer ve kanıksandığı gibi kendilerine olsukça yüksek notlar verir. Özellikle de tanrı, ulus ve şirket gibi kurgusal oluşumlar adına örülmüş ağlar, kendilerini bu o kurgusal oluşumun penceresinden değerlendirir. Bir din, ilahi emirleri harfiyen yerine getirilirse başarılıdır, ulusal çıkarlarını koruyan bir ulus şanlı olacaktır; bir şirket çok para kazandıkça büyüyebilir.
Herhangi bir insan ağının tarihini incelerken, zaman zaman durup kurgusal olmayan gerçeğin penceresinden bakmanın faydası olacaktır. Bir varlığın kurgusal olup olmadığını nasıl bilebilirsiniz? Oldukça basittir aslında; Acı çekiyor mu? Diye sorun yeter. İnsanlar Zeus'un tapınaklarını yaktığında Zeus acı çekmez. Euro değer kaybettiğinde Euro kederlenmez. Bankalar battığında banka mağdur olmaz. Bir devlet savaşta kaybettiğinde devlet ıstırap çekmez, bankalar ve devletler meteforlardan ibarettir. Fakat savaşta yaralanan bir askerin acısı gerçektir. Yiyecek tek lokması olmayan yoksul bir köylü gerçekten eziyet çeker. Annesinden ayrılan yeni doğmuş bir buzağı gerçekten ıstırap duyar. Gerçeklik budur.
Bu acılar, kurgularda duyduğumuz inançtan kaynaklanıyor olabilir tabii. Örneğin ulusal ve dini mitlere inanmak bir savaşın çıkmasına neden olabilir ve sonucunda milyonlar evlerini, uzuvlarını, hatta hayatlarını kaybedebilir. Savaşın nedeni kurgusal olsa da çekilen ıstırap tamamen gerçektir. Bu nedenle kurguyu gerçekten ayırmak için elimizden geleni yapmamız gerekir.
Kurgu kötü değil, hayali bir olgudur. Para, devlet ya da şirket gibi ortaklaşa kabul ettiğimiz hikayeler olmadan hiçbir karmaşık insan toplumu işleyemez. Uydurduğumuz kurallara uymadan futbol oynayamayız. Piyasalardan ya da mahkemelerden, benzer uydurma hikayelere inanmadan yararlanamayız. Ancak bu hikayeler sadece araçlardır. Hedeflerimiz ya da değerlerimiz haline gelmemelidir. Sadece kurgu olduğunu unuttuğumuz anda gerçeklikle bağımızı kaybederiz. "Şirket için çok para kazanmak" ya da "ulusal değerlerimiz korumak" gibi çatşmaların içine düşeriz. Şirket, para ve ulus sadece hayalimizde var olabilir. Hepsini kendimize hizmet etmek için yaratmışken, neden onlar uğruna kendi hayatlarımızı feda edelim?
21.yüzyılda geçmişte görülmediği kadar güçlü kurgular ve totoliter dinler yaratacağız. Biyoteknoloji ve bilgisayar algoritmalarının yardımıyla bu dinler dakika dakika varlığımızı kontrol etmekle kalmayacak; bedenlerimizi, beyinlerimizi ve zihinlerimizi de şekillendirecek, cennetler ve cehennemlerden oluşan bütünlüklü sanal dünyalar yaratacaklar. Kurguyu gerçekten, dini de bilimden ayırmayı başarmak hiç olmadığı kadar zor ve hayati olacak.


Yarının Kısa Bir Tarihi
Alıntı
Kitap: Homo Deus
Yazar: Yuval Noah Harari

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

14 Nisan 2017 Cuma

Yüzleşme

Korku; insanoğluğunun en güçlü duygularından biridir. İnsanlığın varoluşundan itibaren genlerine kazınmıştır. 'Savaş ya da kaç!' 
Korku sayesinde hayatta kalmayı başaran ilk insan bu duyguyu genlerimize aktarmış, günümüze kadar taşımış ve bu aktarım hayatta kalma iç güdüsü taşıyan insan tarafından diğer nesillere de aktarılmaya devam edecektir.
Bu açıdan bakıldığında işe yarar, faydalı bir duygu gibi görünen korku, zamanımız koşullarında dezavantaja dönüşmekte. Çünkü artık aslanlardan, kaplanlardan ve ilkel döneme ait bir çok vahşi şeyden korunmamızı gerektirecek bir durum ortada yoktur... Gerçi korunmamız gereken en vahşi hayvan insanı göz ardı etmek pek de doğru olmaz....
Korkularımız hayatımızda engeller oluşturur ve bu korkuların genelde pek farkında olmayız. Çünkü; üzerini tozlu sandıklar gibi onlarca bahanelerle örteriz, altta yatan sebebi görmek her geçen gün zorlaşır. 
Sevmek ve sevilmekten kaçarız, kaybetmekten korktuğumuz için. Yeni başlangıçlara adım atmaktan çekiniriz, başarısızlıktan korktuğumuz için. Sevmediğimiz işlerde yıllarca çalışmak zorunda kalırız, aynı konforu başka bir işte bulamamaktan korktuğumuz için. Yıllarca yaşadığımız şehirden şikayet eder, bilinmezlikten korktuğumuz için başka şehre taşınma cesaretini gösteremeyiz... Ve bunlara kendimizi haklı çıkaracak öyle kılıflar buluruz ki  altında yatan canavarı görünce kendimiz bile şaşarız... 
Yapacağımız en iyi şey korkularımızla yüzleşip, üzerine gitmektir. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi hayatımıza verdiği zarar da yadsınamaz...
Korkusuz, cesaret dolu bir yaşaşam dilerim herkese

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

13 Nisan 2017 Perşembe

Gün Olur

Gün olur, alır başımı giderim, 
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. 
Şu ada senin, bu ada benim, 
Yelkovan kuşlarının peşi sıra. 
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; 
Çiçekler gürültüyle açar; 
Gürültüyle çıkar duman topraktan. 
Hele martılar, hele martılar, 
Her bir tüylerinde ayrı telaş!... 
Gün olur, başıma kadar mavi; 
Gün olur başıma kadar güneş; 
Gün olur, deli gibi... 
Orhan Veli Kanık 
Bana şiiri sevdiren adam, iyi ki doğdun…

Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone

8 Nisan 2017 Cumartesi

SEVGİ

Bunun üzerine Almitra, 'Bize sevgiden bahset...' dedi.
Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı.
Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.
Ve yüksek bir sesle konuşmaya basladı: 
'Sevgi sizi çağırınca, onu takip edin,
Yolları sarp ve dik olsa da...
Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi,
Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...
Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın,
Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi,
Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...
Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer.
Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...
En yükseklere uzanıp, Güneş'le
titresen en hassas dallarınızı okşasa da,
Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır,
Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...
Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker;
Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar;
Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...
Bembeyaz olana kadar öğütür sizi;
Esnekleşene kadar yoğurur;
Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye,
Sizi kendi kutsal ateşine savurur...
Sevgi bütün bunları,
Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar,
Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzünü yaratır...
Ancak korkunun kıskacında,
Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız,
O zaman örtün çıplaklığınızı,
Ve sevginin harman yerine adim atin...
Adim atin, kahkahaların tümünün olmadığı,
Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya,
Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...
Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini,
Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri...
Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de;
Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...
Sevdiğinizde, 'Tanrı benim kalbimde, ' yerine,
Söyle deyin, 'Ben kalbindeyim Tanrı'nın...'
Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına,
Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer,
sizi değer bulduğunda...
Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...
Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa,
Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...
Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali,
Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip,
Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak,
Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak,
Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...
Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak,
Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...
Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua,
Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...'


Halil Cibran

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

2 Nisan 2017 Pazar

Transaksiyonel Analiz ile İletişim Kalitenizi Arttırın

Sosyal varlık olan insan için iletişim hayatın önemli bir parçası. Hepimiz bir şekilde iletişim kuruyor ya da kurmaya çalışıyoruz. Önemli olan kurduğumuz iletişimin kalitesi. Kendimizi, insanı ne kadar anlıyor ve tanıyorsak iletişimde de o kadar başarılı oluyoruz.
İş, ev ve sosyal hayatımızda kabul görmek, fark edilmek, beğenilmek ve sevilmek isteriz. Bunlar insanın yaşam sürecindeki temel ihtiyaçlarıdır. Çocuğumuzla, eşimizle veya sevgilimizle, patronumuz ve iş arkadaşlarımızla sürekli iletişim halindeyiz. İletişim kanalları tıkandığında birbirimizi anlamakta güçlük çekeriz. Huzursuzluk ve can sıkıntıları baş gösterir. Herkes anlamayı ve anlaşılmayı beklerken, iletişim sekteye uğrar.
Transaksiyonel Analiz(TA) psikiyatrist Eric Berne tarafından geliştirilen bir kuramdır. TA, kişisel gelişim ve değişim için sistematik ve kişisel psikoterapi teorisidir. Doğduğumuzda saf ve temiz doğarız, büyüdükçe çeşitli etkileşimlerle yavaş yavaş şekillenir ve farklılaşırız. TA kuramının dayandığı felsefe, Berne'ün şu ifadesiyle özetlenebilir: "İnsanlar dünyaya prens veya prenses olarak gelirler, ancak daha sonra kurbağaya dönüşürler. TA'nın amacı da, insanların yeniden prens veya prenses olmalarına yardımcı olmaktır."
TA'da insanda bulunan üç ego durumundan söz edilir. Bunlar; ebeveyn, yetişkin ve çocuk durumlarıdır.
Ebeveyn: Değerler, inançlar, kural ve kalıplar
Yetişkin: Kararlar, tercihler, somut ve sahici
Çocuk: İhtiyaçlar, korkular ve duygular
İletişim kurarken bu üç durumdan biri söz konusudur. Aynı dili konuşmak terimini günlük hayatta çok kullanırız, bu ego durumlarından ebeveyn durumu ile iletişim kuruyor ve karşımızdaki ebeveyn durumundaysa bu aynı dili konuşmaktır. İletişimde biri çocuk ego durumunda, diğeri ebeveyn durumundaysa çatışma ortaya çıkabilir.
İnsanlar bu üç ego durumunu da kullanır. Kişilerde bazen eşit bazen de birinin baskın olması durumu söz konusu olabilir. Bu ego durumlarından ideali yetişkin ego durumudur. Her zaman yetişkin ego durumunda olmak pek mümkün değildir.
Kendimizin ve iletişimde bulunduğumuz insanın hangi ego durumunda olduğunu nasıl anlarız? Konuyu özetleyen bununla ilgili internette çok güzel bir tablo buldum. Karşınızdakini ve kendinizi iletişimdeyken kullandığınız sözcükler, ses tonu ve beden diline göre hangi ego durumunda olduğunuzu anlamanıza yardımcı olacaktır.

foto:uğur özeren

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone