18 Şubat 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Derin Mavi


Sevgili Blogger ve yazar arkadaşım Deep Tone Sade ve Derin kitabından sonra ikinci kitabı olan Derin Mavi'yi biz okurlara sundu. Fanatik Deep Tone takipçisi olarak her iki kitabını da okumadan edemedim Sade ve Derin, Derin Mavi . Deep Tone'u herkes güzel ve yaratıcı hikayeleri ile tanır. Sait Faik tadındadır hikayeleri. Deep Tone'u okumak keyiflidir. Gizemli, yaratıcı, eğlenceli ve düşündürücüdür. Deep Tone'u takip edenler meraktadır; kimdir Deep Tone? Belki bir gün biz okurlara kendini tanıtır.;) 
Bizler yalnızca okuduklarımızdan, bize sunduklarından biliriz Deep Tone'u... Biz okurlara sürprizler yapmayı sever...Derin Mavi kitabında da farklı bir yönünü koymuş ortaya. Deep şiir de yazıyor. Derin Mavi kitabında şair Deep Tone'u da tanıyoruz.
Ve güzel şiirler yazıyor, hikayelerinin yanı sıra şiirin de hakkını vermiş... 
Kalemine sağlık Deep Tone yine keyifle okudum ikinci kitabını da... 
Darısı üçüncü kitabının başına;) Bol okurun olsun...


Deep Tone


Deep Tone

Ve merak edenlere Deep Tone'un Derin Mavi kitabından bir şiir alıntısı, diğer şiir ve hikayelerini okumak için Derin Mavi kitabını edinin, tek yapmanız gereken idefix'ten sipariş vermek;)  

BİR ZARF DOLUSU UMUT
DEEP TONE



BİR ZARF DOLUSU UMUT

Her şey söylenmişken
Kendinden uzaklaşmak
Ve ulaşmak için başkalarına
Sen de yazarsın
Ulaşmak için kendine
Söylenmemiş sözler ararsın
Ama yanılırsın
Ama yazarsın
Çünkü hissedersin
Belki herkes aynı şeyleri hisseder
Belki anlamak için o hisleri
Yazarsın
Yazdıkça anlar anlaşılırsın

Bir zarfa koyarsın yazdıklarını
Umutların gibi bir beyaz zarfa
Alıcısı yüreklerdir
Zarftan renkler çıkar
Dantelli hayaller çıkar
Harflerden resimler çıkar
Resimlerden sevgi
Sevgiden gülen gözler
Gülen gözlerden ışık
Ve ışıktan umut
Yazdıkça umut vardır
Ve umutla çoğalır insanlar


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

12 Şubat 2015 Perşembe

Bağımlı



Soğuk ve üşüyordu. Birden irkildi. Burnuna ağır kan kokusu geliyor, genzinde metalik bir tat alıyordu. Hiç tanımadığı sesler kulağını delip geçiyor, kafasının içinde zonkluyordu. Gözlerini açmak istedi, göz kapakları ağırlığınca direniyordu. Açamadı. Garip bir telaş sezinledi etrafında. Anlamaya çalışıyor, algılayamıyordu. Birden sesler yükseldi:
'' Doktor bey! Nabız düşüyor, hastayı kaybediyoruz!''
'' Hemşire hanım defibrilatörü hazırlayın. Hastaya elektro şok vereceğiz...''
Ani bir acı hissi ve şiddetli bir gürültü duydu.
''Neredeyim ben? Neler oluyor?''
Bilincini toparlamaya çalıştı, olanları hatırlamak istiyordu. Hastanedeydi. Peki ama buraya nasıl gelmişti?
En son hatırladığı oğlu ve eşiyle yemekte şiddetli bir tartışmanın ortasında olduğuydu. Her zamanki gibi alkolü fazla kaçırmıştı...
Ya sonra... Ya sonra...
Hatırlamak için tüm gücüyle zorluyordu beyin hücrelerini... Her şey bulanık, gözlüğünü kaybetmiş yüksek numaralı miyopik gibi...
'' Doktor bey hastamızın nabzı normale döndü ...''
'' Kontrol altında tutmalıyız hastamızı, hayati tehlikesi sürüyor, hemşire hanım...''
  Kafası karıncalanıyor, gözünde ışıklar patlıyor, göğsünde şiddetli bir ağrı hissediyordu. Bilinci bir açılıp bir kapanıyor, damarlarının içinde kanının dolaştığını duyumsuyordu. Küçük fotoğraf kareleri şeklindeki görüntüleri birleştirmeyi başaramıyordu, uzun bir zincirin kopuk halkaları gibiydi görüntüler..
Göz kapakları ağırlığını halen hissettirse de bilincinin yavaş yavaş açıldığını hissediyor, kopuk halkalar birleşiyor, fotoğraf kareleri netleşiyordu...
Tartışmanın ardından yemek yedikleri restoranı hızlıca terk ettiklerini anımsadı. Kendisi direksiyon başında yerini almış, eşi yan koltuğa, oğlu arka koltuğa oturmuştu... Gerginlik devam ediyor, tartışma arabada da olanca hızıyla sürüyordu.
'' Çok alkollüsün, sarhoşsun sen! Bırak ta arabayı ben kullanayım! '' dedi eşi...
'' Hayır! Ben gayet iyiyim! '' diye haykırdı... Arabayı kullanmakta kararlıydı.
Yağmur arabanın camını delercesine yağıyor, ana yolda ışıklar yanmıyordu... Damarlarında dolaşan alkol görüşünü daha fazla kaybetmesine neden oluyor, ara ara hararetlenen tartışma dikkatini dağıtıyor, kafası bulanıklaşıyordu... Aniden bir ışık, karşısında dev gibi bir kamyon belirdi. Birden acı dolu, insanın içini parçalayan şiddette bir gürültü koptu.
'' Oğluuum, eşiiimmm!!! ''
Kanı dondu, vücudu titremeye başladı, nabzı düzensizleşti, bilincini kaybetti...
Hemşire acil durum düğmesine bastı...
'' Doktor bey! Hastayı kaybediyoruz...''

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone    

8 Şubat 2015 Pazar

Şeytanla Dans


Aç, susuz, öfkeli, tşiksinmişliğin pençesinde, yalpalaya yalpalaya duvardan duvara çarpıyor... Dokunduğu her bedeni yakıyor, yıkıyor, yaralıyor... Karamsar... Çılgın gibi...
Gözleri büyüyor, alev alev yanıyor, ateş fışkırıyor dört bir yana bakışlarından... Tanrıyı tanıdığını iddia etse de Tanrı tanımaz bir varlık... Janjanlı ambalaja bürünmüş albenili görüntüsü aldatmaca... Mükemmel sanılan benliğinin altında yok olmuş, ezilmiş, büzülmüş oysa ki bir hiç; farkında...
Kendine bile itiraf edemediği gerçeklerini yalanlarına boyamış, gerçekliği kaybolmuş, dünyası kendine söylediği yalanlar olmuş,...  İçi boş hayaller peşinde... Öyle mutlu... Kendini kandırma çabası...
Tek bildiği kendi bencil duyguları, gerisi boş... Başka duygu tanımıyor, aşağılıyor... Gözünü kırpmadan acıtıyor, kanatıyor, kanayan yaralara parmağını basıyor... Çünkü; başka bir şey bilmiyor, iyi bir yüreği gömeli çok zaman geçmiş... Hatırlamıyor; iyi nasıl olunur ama kendince iyi... Kendine söylediği yalanlar gibi...
Ruhunu şeytana satalı epeyce olmuş...

Sevgi ve Işıkla kalın...
Persephone

      
 

4 Şubat 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Sade ve Derin

deep tone
deep tone



Sevgili blogger ve yazar arkadaşım Deep Tone 'un  ikinci kitabı olan Derin Mavi'nin raflarda yerini aldığı haberini duyduktan hemen sonra dedim ki kendime: ''Kızım senin gibi bir okursevere yakışıyor mu? DeepTone gibi blog dünyasının en popüler ve en sevilen yazarının ilk kitabı Sade ve Derin'i henüz okumadın, ki o kadar da merak ediyorsun.''
Sevgili Deep baktım yeni kitabın haberini verirken bir de idefix linkini eklemiş, hemen tıkladım ve iki kitabıda aldım... Henüz Sade ve Derin'i bitirdim. Sizlerle de sıcağı sıcağına paylaşmak istedim...
Bu aralar yoğunluğuma rağmen her fırsatı bir mükafat bilip, Sade ve Derin'e kaldığım yerlerden devam ettim. Bir solukta okunacak bir kitap. Sevgili Deep Sade ve Derin'de yazılarını sanat, aşk, insan, yaşam, gelişim, mevsimler, tarih, denemeler başlıklı gruplara ayırmış ve gruplar altında keyif dolu yazılar yazmış... Tabii Deep'i tanıyanlar bilir hem eğlenceli hem düşündürücü yazılar yazar ve Sade ve Derin'de de bu özellik gözünüzden kaçmıyor. Okurken hem güldüm hem düşündüm bazen de hüzünlendim... Ve Deep'e dair farklı şeylerde keşfettim ama siz okurlarla paylaşmayacağım ki siz de merak edip okuyun;) Ben lafı daha fazla uzatmayacağım, yazılar içinde çok beğendiğim yazılar vardı ama birini seçtim ve şimdi ben susayımda Deep'in kalemi konuşsun;)

    SONSUZ TANGO

Ben seçtim seni. Çünkü canlıyım. Sense ölüler dünyasındasın. Yalnız uçuyorsun. Daha ne kadar gözyaşı dökeceksin?
Günahlar geceye aittir. Uyanmak sonsuzluğa ise dağların doruklarında olabilir sadece. Dağın zirvesine çıkarsam seni düşer misin yüksekten? Yaralı kanatların taşır mı seni?
En yüksekte bile gece güneşini mi istersin? Yıldız ışığı yetmez mi? Özgürlük için çığlık atmalı. Gece prensesi olmak istiyorsun. Adımı seslen.
Deliliğin kalp atışlarını duyuyorum, aşk lanetinin ateşini yeraltında mı sunmalıyım yoksa sana? Ben ateşin efendisi, gece ziyaretçisi. Tek bir bıçak darbesiyle kalbine şifa vermemi mi istiyorsun yoksa?
Şafakta mı boyayım mavi gökleri kırmızı elektriğimle, gece yarısı günah çöllerinde mi intikam alayım senden, kalbin mi ölü, beynin mi kan lekeli?
Ama
Hüzün rüzgarı, düş fırtınası, melodi bulutu engelliyor gecenin kararmasını. Suyun, çiçeğin, şiirin gündüzü, neşenin ritmini, umudun pembesini damla damla akıtıyor yüreğime.
Güneş yakmasın gözlerini. Korkma ışıktan. Gülümse. Akıtsın gece gözyaşlarını, senin ardından. Şafak zamanı mavi yelkenlerle, martı çığlıklarıyla son dansımızı yapacağız, baykuş çığlıklarıyla değil.
Derin suların son tangosunu.  

Yazan: Deep Tone

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

3 Şubat 2015 Salı

Ah İstanbul


foto:persephone güncesi
Konak Pastanesi-Galata 

Sol yanımda Orhan Veli, sağ yanımda Yahya Kemal... 
Gözlerim kapalı İstanbul'u dinliyorum, bugün bir tepeden bakıyorum aziz İstanbul'a, Galata'da Konak Pastanesi'nin terasındayım bugün... İstanbul kanatlarımın altında...
Bir elimde mis kokulu, az şekerli türk kahvem, bir elimde sigaram, hafif esen ılık rüzgarın eşliğinde, Edip Akbayram'ın o güzel tınısı kulaklarımda Bekle Bizi İstanbul... Derin bir nefeste içime çekiyorum seni İstanbul...
Arkamda tüm heybetiyle Galata kulesi, Kız kulesine olan aşkını  fısıldıyor kulağıma... Gülümsüyorum garip bir hüzünle, Bedri Rahmi Eyüboğlu geliyor birden dile:

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi'nin aklı olsa
Galata Kulesi'ne varır
Bir sürüde çocukları olur...

Gözlerim dalıyor uzaklara Ümit Yaşar Oğuzca'nın Galata kulesine isyanını duyumsuyorum bir anda, göz yaşlarına dokunuyorum yazdığı şu dizelerde:

6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi'nden
Kendini bıraktı bir an boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bu adam benim oğlumdu... 

Büyüleyici manzara karşısında daha bir özümsüyorum bu şehre yazılan şiirleri, şarkıları, kitapları, fotoğraflara konu olan kareleri... Enlerin şehri İstanbul; en zengin, en fakir, en iyi, en kötü, en çok, en az, en mutlu, en mutsuz... 
Kimine cennet, kimine cehennem olan şehir İstanbul... Kimine acı vermiş, kimine sonsuz bir mutluluk... Baktığım her yüzde ayrı bir İstanbul...
Taşı toprağı altın deyip, köyünde ki toprağını, bağını bahçesini bırakıp gelmiş binlerce insan... Burada doğmuş burada büyümüş İstanbullu dediğimiz bir kesimde var ama, yedi göbek İstanbullu değilsen İstanbulluyum demek yakışmaz insana... Yemeklere atılan çeşit çeşit baharat gibi... İsyan etsek de bu çeşitliliğe yine de ayrı bir tat ayrı bir lezzet... Trafiğinden, karmaşasından, yoruculuğundan her daim şikayetçiyiz ama bir uzaklaşmaya gör bu şehirden, tüter gözünde özlemi...
Bu şehirden kaçma isteği her bir bedende... Lakin gel gör ki; alaycı bir tebessümle ''haydi kaç kaçabilirsen'' demekte sanki şehir... O da bilir biz gibi; geride bırakıp gitmesi zor...



İçinde kaybolduğum kocaman aşksın sen İstanbul...
foto:persephone güncesi
Konak Pastanesi-Galata 



SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone