23 Temmuz 2014 Çarşamba

Günümüz Sorunsalı: ''İlişkiler''



Bütün ilişkiler yapıları gereği bize, kör ya da uykuda olduğumuz alanları görmemize yardımcı olan mükemmel aynalar sunarlar. ''Bilmediğimiz şeyi bilene kadar neyi bildiğimizi bilmeyiz.'' anlayışıyla hareket etmek, ilişkilerimizde şefkat içeren bir noktaya ulaşmamıza, karşılıklı saygı ve sevgiyle eleştirmeden ve yargılamadan bir diğerinin davranışlarının bizi etkileme biçimine dair gerçeğimizi paylaşmamıza yardımcı olur. Empati göstermeyi seçtiğimizde, doğamızda var olan karşılıklı alışverişi de desteklemiş oluyoruz çünkü böylece kendimizin de birileriyle hassas ve uyuşuk olduğumuz noktalarımızı ya da hayata yabancılaştıran inançlarımızın ürünlerini hasat ettiğimiz alanları veya çocukluk yanlarımızdan kaynaklanan negatif kalıplarımızı paylaşmayı isteyebilecek neden olarak ilişkilerimizdeki karşılıklı saygı, güven iyi niyet ihtiyacını zedeliyor.
Tüm ilişkiler birlikte oluşturulurlar. Mutluluk ve güven veren ilişkiler öylesine oluvermezler, bu ilişkiler birer seçimdir. Artık karşılanmış ya da karşılanmamış ihtiyaçlarınızı açık yüreklilikle araştırmanızı ve böylece tüm ilişkilerinizde güven oluşturma, dürüstlük, şeffaflık daha derin yakınlık ve bağlantı kurma kapasitenizi geliştiren güçlü içsel diliniz Şefkatin Dili'ni konuşmak için ihtiyacınız olan her şeye sahipsiniz.
Kalplerde ayrılık, boşanma, çatışma ve içsel savaş yaratan en önemli davranış, bir diğerinin seçimlerinden dolayı incinip ''Ay!'' dediğimizde kendi karşılanmamış ihtiyaçlarımızın varlığını göz ardı ederek hem kendimizi hem de ilişkimizi gelişmekten alıkoymaktır. Kalbinize dönüp kendinizi sevmeyi ve söz konusu ihtiyaca gerçekten büyük bir şeffaflıkla yönelmeyi seçtiğinizde dinamik ve yakın ilişkiler kurabilir ve aynı zamanda ilişkilerinizdeki otantik yakınlık ve sevginin ortak yaratımla gerçekliğinize dönüşmesini engelleyenin ne olduğunu da keşfedersiniz.
Zaman içinde bir diğer kişiye karşı katılaşan kalbimizi yumuşatıp geliştirebilecek şikayetleri ve küçük hareketleri göz ardı etmeye şartlanmış olarak yaşarız. Böyle davrandığımızda ise zihnimiz acıya ve birbirimizden uzaklaşmamıza sebep olan hikayeler yaratır, bu da ilişkimizin gerçekliğinin ortak yaratımında (içsel) bir rol oynar. Daha da kötüsü, incinmiş olmamız sebebiyle karşılanmayan ihtiyacımızı o kişiyle paylaşmak yerine gidip başkalarıyla onun dedikodusunu yaparız; oysa durumu değiştirebilecek tek kişi odur ve biz ilişkimize kendi gerçeğimiz doğrultusunda seviye atlama şansımızı geri çevirmiş oluruz. Bu noktada, zihninize o kişinin kalbinden ayrı durmaya dair seçiminizi destekleyen hikayeler yerleştirirsiniz ve böylece ihtiyaçlarınızın karşılanması için pasif şiddetin aktif biçimlerini ortaya koyan ve ilişkideki güveni ve iyi niyeti yok eden zararlı davranışları başlatabilirsiniz.
Sevgiyi korkuya tercih ederek yaşamak istiyorsak bu kaçınmamız gereken bir şeydir. İçten gelen -bizi kalbimize bağlayan bilgelikten gelen- bir yürekliliğe açılmayı seçmemiz her zaman mümkündür. Otantik sevgiyi deneyimlemek için sözlerimiz ve hareketlerimizin birbirini tutması kritik önem taşır; bir diğerinin davranışları aracılığıyla tetiklendiğimiz/incindiğimiz noktaları sevgiyle anlatmamızı ve kendimizi onurlandırmamızı ve ayrıca sevdiğimiz kişi herhangi bir kör noktamızı ortaya koyduğunda şükran duymamızı sağlayacak kadar güçlü ilişkiler kurmak için dürüstlük gereklidir.
Çoğumuzun şartlanmış olduğu şey, kalbimizdeki gerçeği paylaşmaya çalıştığımızda sevdiğimiz kişiyi kaybedeceğimize inanmak, utanmak ve suçluluk duymaktır. Yolun bir noktasında, çocukluktaki bilinçaltı şartlanmalar aracılığıyla duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı yok saymayı öğreniriz. Bu bilgi, bizde kırılma yaratarak duygularımız ve ihtiyaçlarımızdan bahsetmenin bencillik olduğu ve güvenli olmadığı inancına kapılmamıza yol açar. Böylece bizi en çok istediğimiz şeyden- otantik sevgi deneyiminin mutluluğundan- uzaklaştıran bir dizi yanlış inanç başlatılmış olur. Bu yalanlara ulaşmanın büyülü iksiri gerçeğimizi söylemeyi öğrenmek ve dolayısıyla güvenli, samimi, dinamik ve derin bağlılıklar içeren lezzetli ilişkilerin ortak yaratımında bulunmaktır.
Bizim de tetikleyici olabileceğimizi anladıktan sonra, karşımızdaki kişiyle ilgili bir projeksiyon deneyimlemekte olup olmadığımızı görmek için onu kalbimizle dinlemeyi öğrenebiliriz. Yine de karşımızdaki kişinin açıklamalarından tetiklendiğiniz olursa ona bu armağanı için teşekkür edin çünkü söz konusu durum büyük olasılıkla uykuda olduğunuz ve özünüze dair bir yara taşıdığınız ya da yanlış ''doğrulara'' inanmakta olduğunuz bir alana ilişkin olabilir. Bu gibi durumlar, ilişkilerde çatışma ve bölünme yaratır ve otantik sevgiyi deneyimlemenizi engeller.
Diğerlerinin seçimleriyle hangi ihtiyaçlarınızın karşılanmasının engellenmekte olduğunu anlamak için içinize dönerek kalbinizi hazırlayın. Karşınızdaki kişinin sizi kabul edebilecek durumda olup olmadığın kontrol edin ve kabul edebiliyorsa yüreğinizdeki gerçeği ilişkinizin orta yerine koyun ve kendinizi sevin. Kabul edecek olan taraf kalbini açıp her iki tarafın ihtiyaçlarına önem verilen, karşılıklı saygıya dayalı, tarafların birbirine değer vereceği kazan-kazan prensibine uygun bir olasılığın ortak yaratımında bulunmak istemiyorsa o zaman o ilişkinin hayatınızdaki rolünü yeniden tanımlamanın zamanı gelmiştir.         
Sizinle konuşurken yüreğindekileri dile getiren birine her zaman teşekkür edin.Söylediklerini harfiyen kabul etmeniz gerekmiyor. Söylenenleri sessizce düşünün, hangi noktalarda kör kaldığınızı ve ilişkilerde acıya neden olarak hem kendinizi hem de ilişkinizi sabote etmekte olduğunuzu içinizdeki bilgiye sorun.
Kendi gerçekliğinizin yaratım ortağı olduğunuzu unutmayın. Mutlu ve güçlü bir hayat istiyorsanız kendi gerçeğini aramaya adanmış, korkunun ötesinde, herkesin ihtiyaçlarının önemli ve değerli olduğuna güvenmekten kaynaklanan sınırsız olasılıkları yaşamakta olan şefkat dolu ve yürekten iyiliği esirgemeyen kişilerle ilişki kurmayı seçin.
Hep siz haklı çıkabilirsiniz ama yalnız da kalabilirsiniz...

Gerçek İçsel Yolculuk
Yazan: Carla Lee Johnston 

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

22 Temmuz 2014 Salı

ZORUNLULUKLAR




Bir işi sevmeden isteksizce yapmak istemiyorsanız yapmayın, çünkü sevgisiz ve isteksiz yapılan bir işin son tahlilde kazananı yoktur. Şefkat'in Dili'ni (bu bir yöntem) kullanarak içsel reaksiyonlarınızı yeniden çerçevelemeye başlayabilir ve hangi ihtiyaçlarınızın karşılanmadığını ve ricalarına gerçekten ''evet'' demeniz için hangi ihtiyaçlarınızı karşılanmadığını ve ricalarına gerçekten ''evet'' demeniz için hangi ihtiyaçlarınızın karşılanmasına ihtiyaç duymakta olduğunuzu diğerleriyle paylaşabilirsiniz. Sizden istenenleri istemeseniz de yapmakta olduğunuzu fark ettiğinizde, eylemlerinizi kalbinize yeniden sabitlemeye başlamak için bilinçli bir çaba sarf edin.Zihninizin söylediklerine uyarak reaksiyon göstermek yerine kalbinize geri döndüğünüzde, davranışlarınızı en yüce düşünceleriniz ve şefkat dolu nezaketiniz doğrultusunda genişlerler. Eğer karşılıklı saygı ya da güvene, önemsenmeye veya şükran duymaya ihtiyaç duymaktaysanız bu ihtiyacı net bir istek olarak ifade edin. Bunu yaptığınızda insan olarak birbirimizin birbirine bağlı ihtiyaçlarını karşılamaktan ne kadar çok hoşlandığınızı keşfedebilirsiniz. Talep ya da dayatma olduğunda sağlıklı insanların buna dirençle karşılık verdiklerini unutmayın. Bu, otonomi ve özgürlüğe dair derin ihtiyaçlarımızı karşılığından doğal bir eğilimimizdir. Dayatılmış bir imadan ya da reddedilme korkusundan, sevgiden mahrum edilme endişesinden, utançtan ya da suç ya da suçluluktan veya ilişkilere dair diğer sağlıksız seçimlerden bağımsız olarak, bir diğerinin ihtiyacına söz konusu ihtiyacı karşılamanın hayatı nasıl zenginleştirmekte olduğunu gerçekten anlayarak katkıda bulunmayı öğrendiğinizde, pozitif duygu alışverişinde bulunmanın bizlerin doğal arzusu ve isteği olduğunu da kavrayacaksınız. Bu güçlü ilişki kurma aracı, ilişkinin rahatlamasını, gevşemesini ve daha derin güvene ve mahremiyete kavuşmasını sağlar. Net ricalarda bulunarak ihtiyaçlarınızın karşılanmasını istemeyi istemeniz bencil bir davranış değildir.Bu, almakta ve vermekte özgür olduğumuzda ortaya çıkan doğal bir kazan-kazan alışverişidir.
''Zorunluluklar'' ve ''-meli-malılar'' tarafından yönetildiğiniz zamanlara dair farkındalık kazanmak, size cevap vermeyi seçtiğiniz insanlara ne cevap vereceğinizi ve nasıl cevap vereceğinizi seçme özgürlüğü sağlar.
Sizi engelleyen bir şeyler olduğunu ve paylaşmak istemediğinizi hissettiğinizde, doğal eğiliminiz uzaklaşmak ve yapmaktan hoşlanmadığınız şeyi yapmaktan geri durmak olacaktır. Gerçeğinizle uyumlu ve sevgiyle davranıp davranmadığınızı kolayca anlayabilirsiniz: Gerçeğinizle uyumlu ve sevgiyle davrandığınızda, kendiniz iyi, hafif ve keyifli hissedersiniz. Siz hayat deneyiminizin yaratım ortağı olduğunuza göre ilişkilerinizle ilgili sahneyi size kendinizi iyi ve neşeli hissettirecek şekilde oluşturabilirsiniz. Davranışlarınızın sevgiden kaynaklanmasını sağlayın ve hem başkaları tarafından sevildiğinizi hem de kendi sevgi dolu varoluşunuzu hissedin. İlişkilerde sevgiyi göstermek ve almak için acı çekmek gerektiğine inanmak kabile zihniyetine dair bir yalana inanmaktan başka bir şey değildir. Acı çekmek asla sevgi üretmez ve sevgiyi kanıtlamaz. Acı çekmenin ürettiği şeyler daha fazla acı, küskünlük ve bağnazlıktan ibarettir ve bizi hayatı inkar eden diğer davranışlara sürükler.
Bir diğer kişinin hayatını muhteşem kılmayı, isteyerek verici davrandığınızda keyifli ve neşeli olursunuz ve özgürce alıp vermek üzere atmakta olduğunuz adımlar da hafif olur. Bu neşe ve keyif ''-meli-malılar'' ya da ''zorunluluklar'' hissettiğinizde ortalıkta görünmez. İyi bir şey yaptığımızda hissettiğimiz sevinç ve memnuniyet hepimizin birbirimizle paylaşmakta olduğumuz değiş-tokuş ve birbirine bağlılıktan kaynaklanan doğal bir arzudur. Bu sevinci alabilmek hayatımızı değiştiren ve yaratım bilinci gerçeğiyle hızlı yaşamamız için sizi zenginleştirip güçlendiren etkili unsurlardan sadece biridir.

Gerçek İçsel Yolculuk
Yazan: Carla Lee Jonston

Şu anda kendi seçiminizde, kendi yarattığınız dünyadasınız. Yüreğinizden geçen doğu çıkacak, en çok neyi beğeniyorsanız öyle olacaksınız. Erende kaç hayat mı var? BİR
Richard Bach


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone
        

ANLAMLI BİR HAYAT YAŞAMAK NEYE MAL OLUR?

Tamamıyla anlamlı bir hayat yaşamak için, şu üç arayış derinden ve girift bir biçimde iç içe geçmiştir:

1. Anlama, Bilgi ve İçgörü arayışı. Herhangi bir günün bu arayışların peşine düşmeden, bunlar için çaba sarf etmeden geçip gitmesine izin verdiğimde, o gün tamamlanmamış sayılır.

2. Erdemli Olmaya Çalışmak (Ahlakımı Geliştirmek): Daha bilge, daha yardımsever ve daha sabırlı olmak.

3. Derin Bir Mutluluk ve İyilik Anlayışı geliştirmek için yalnızca dünyadan ne elde ediyorum, diye düşünmek değil dünyaya ne katıyorum, diye de düşünmek gerekir.

Modern dünyada, bu üç arayış genellikle bağımsız olmak, bağlı olmak hatta birbiriyle çatışma içinde olmak olarak ortaya atılmaktadır. Ancak en derin seviyede, anlam arayışı gerçek mutluluk ve iyilik arayışıyla girift bir biçimde iç içe geçmiştir. Bu arayış ise beni kendiliğinden ahlakımı geliştirmeye yönlendiriyor: Yani zekamı, bilgeliğimi, sağlıklı muhakeme ve objektif gözlem yeteneğimi geliştirmeye yöneltiyor. Dolayısıyla kendimi ve beni kuşatan dünyayı en derin Mutluluk ve İyilik hali olarak hissetmem için olabildiğince zengin ve derin bir anlam arayışı, erdem arayışıyla iç içe geçerek birlikte dokunmuş oluyor.

Kendi zihinlerimizi... İnsanın varoluşunun doğasını...Çevremizdeki insanlarla ilişkimizin ne anlama geldiğini... Çevremizle birleşik bir bütün olduğumuzu... bilmiyorsak bunu nasıl başarabiliriz? Bu üç arayışın bütünü, hayatı en derin ve büyük iyilik ve mutluluk olarak yaşamamız için bize gerekli olan her şeyi kendiliğinden sağlayan şeydir.

Kendi özümüzü, keşfetmemizi baskılayan ve göz ardı eden dünya sistemleri kurduk. Sevgiyi ve manayı, doyumsuz arzuların tatmininde ve daha fazlasını elde etmek için dışsal bir arayış içinde olma yalanları ve illüzyonlarında arayan bir dünya yaşamamız ve yanlış bir mutluluk anlayışı geliştirmiş olmamız dünyamızı, belli başlı bazı delilikler için uyaran (stimulus) tutkusu içinde olmaya ve her türlü bağımlılığın cehennem çukurlarına götürmüştür.

Zengin ve manalı bir hayat yaşamak niyetiyle sükunet içinde zaman geçirmemiz gerekir. Bu hayat yolculuğunda edindiğimiz ve serbest bıraktığımız birçok rolden bağımsız ve öncelikli olan kendi kimliğimize, varlığımıza, özümüze ulaşmak için derin düşünceye, sadeleşmeye, yalnızlığa zaman ayırmamız gerekir.

Gerçek sizi özgürleştirecek mi?

Keşfedilen her gerçek sadece bilgidir. Uygulamaya konulmadığı ve varlığınızla ve hayatınızla bütünleştirilemediği sürece hayatınızın kitap raflarında tozlandıkça tozlanan bilgi olmaktan öteye gidemez. Bizler insanoğluyuz, insan eseri değil. Artık kim olduğumuza dair gerçeği yaşamaya başlamamızın zamanı gelmedi mi?

Gerçek... Sizin her parçanızın benim bir parçam oluşudur.

İllüzyonun sonu...

Gerçeğin ve bize dair yeni öykünün başlangıcı...

Gerçek İçsel Yolculuk
Yazan: Carla Lee Johnston      

Karanlık daha fazla karanlıkla dağıtılamaz. Daha fazla karanlık ancak karanlığı kalınlaştırabilir.
Karanlığı yalnızca ışık giderebilir... Işığı olanlarımız ışıklarını sergilemeli ve sunmalılar ki dünya tümüyle karanlığa gömülmesin.
Thich Nhat Hanh


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

17 Temmuz 2014 Perşembe

Ne Çıkar Ateş Böceği Sansalar Beni




Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu, duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize..?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor gerçek kimliğimizi,
Duyularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak
Ne çıkar ateş böceği sansalar beni..?
Belki en hoyrat yürek bile, ateş böceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu, kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
İncinsek yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu
Denesek
Risk alsak
Yanılsak
Farketmez
Tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman farkedeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kar bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.  

Rabindranath Tagore

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone 

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Büyük İngiliz şair John Milton yaklaşık 350 yıl önce şu mükemmel cümleleri söylemiş:

''Zihin kendi kendinin mekânıdır ve kendi içinde Cennet'i Cehennem, Cehennem'i de Cennet yapabilir...'' Böylece kötü bir kalıp şöyle bir kısır döngüyle sürüp gider: ''Eğer bir şey düşünüyorsak, bu onu her zaman düşündüğümüz içindir ve göreceğimiz şey her zaman görmüş olduğumuz olacaktır, her zaman hissettiğimizi hissedeceğiz. Dolayısıyla her zaman düşündüğümüzü düşüneceksek, her zaman yaptığımızı yapacağız. Öyleyse her zaman yaptığımızı yaparsak, her zaman elde ettiğimizi elde edeceğiz.''

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

Düşüncelerimiz Ruh Halimizi Etkiler




Ruh halimizi etkileyen şey yaşam koşullarımız değil, bu koşullara dair yarattığımız ve algılarımızın ve yaşam deneyimimizin rengini belirleyen hikayelerdir. Zihinsel huzurumuzu bozan faktör herhangi birinin söylediği ya da söylemediği yaptığı ya da yapmadığı şeyler (uyaran ya da tetikleyiciler) değildir. Söylenen ya da yapılan şeyle ilgili düşündüklerinize teslim ettiğiniz güçtür. Bizler çektiğimiz acının ''nedenine'' dair çoğunlukla dış faktörlere odaklanırız. Acıyı bitirmek için diğer insanı değiştirmeye ya da ilgili koşuldan kaçınmaya çalışırız ve böylece aslında hayatımızı daha çok sınırlarız. Böyle yaparak kendimizi gittikçe daha güçsüz hissederiz. Ancak ıstırap ve acıya sebep olanın kendi düşünceleriniz olduğunu anladığınızda, gerçekliğinizi farklı bir içsel deneyim seçmek ve yaratmak üzere yeniden çevreleyebilmek için sahip olduğunuz içsel gücünüzü geri alabilirsiniz. Acınızın nedeninin düşünceleriniz olduğunu anlamak, suçluluk duygusu hissetmenizi gerektirmez. Gerçek bilgidir. Bu bilgeliği eyleme geçirmediğiniz sürece gerçek sizi özgürleştiremez. Suçluluk duygusu kurtarıcı bir değer değildir. Olumsuz bir kalıbı yeniden yaşamak anlamına gelen suçluluk duygusu, hayatta size gelen her şeyi küçük büyük paketler içindeki birer armağan olarak alıp kutuyu açıp içinde sizi bekleyen fırsatı bilinçli bir şekilde yeniden çerçeveleme gücünüzü onaylamanıza ve kabul etmenize izin vermez.
Kendinize ve diğerlerine karşı şefkat, her bir duygu çeşidinin tümüyle sizin aracalığınızla yaşanmasına izin verdiğinizde gelir. Hayatın gelip giden geçici bir akış olduğuna güvenerek her ne yaşanıyorsa ona tümüyle katılmak düşüncelerinizi ve sonucunda ortaya çıkan his ve duygularınızı aşmanızı sağlar. Hayatı geçici bir ırmak olarak almaya kendinizi açtığınızda şefkatiniz hayatı daha çok onaylayan düşünceler ve tutumlara dair ''başlangıç noktaları'' yaratma kapasitenizi genişletir. En önemli rolü siz oynuyorsunuz ve aslında otantik sevgi, huzur ve mutluluğu deneyimlemek üzere bariyerlerinizi dönüştürebilecek tek oyuncu sizsiniz. Bu nitelikleri kendi içinizde ürettiğinizde dünyaya dair gerçekliğe yansıttığınız şey de bunlar olur.Sevgiyi yaşama seçimini yapmak yalnızca sizin elinizde.
Çoğunlukla duygularınıza neden olan düşüncelerinizin farkına varmazsınız; bu da sizi lunaparklardaki hızlı trene binmişsiniz gibi dalgalanan ruh halleri içinde savrulmaya sevk eder; hayatınızla bedeninizle ve ilişkilerinizle ilgili bu kadar çok uyumsuzluk ve kopukluk meydana getirmenizin sorumlusu da budur. Yeterli farkındalık ve içgörüye sahip olmadığınızda ''dost'' (sevgi bazlı) düşünceleri ''düşman'' (korku bazlı) düşüncelerden ayıramazsınız.

Kaynakça:Gerçek
Yazan:Carla Lee Johnston

''En derin korkumuz yetersiz olmak değildir. En derin korkumuz, ölçülemeyecek kadar güçlü olmaktır. Bizi en çok korkutan, karanlığımız değil, ışığımızdır.''
Marianne Williamson


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

15 Temmuz 2014 Salı

Olmaz Bazen

Pamuklara sarıp sarmalamak istediklerin vardır,
Kırmaktan, incitmekten korktuğun için sustukların...
Sensiz olmaz dediklerin senin için en yakınken,
Sen onlar için hep uzaksındır...
Garip değil mi?
Evet ama öyle işte...
En çok değer verdiklerin değil midir seni en çok kıran, canını acıtan?
Uzun uzun düşünüp bir türlü çözemediğin soruların vardır,
Yanıtlar burnunun ucundayken, çözümlemek istemediğin,
Çözümlemekten korktuğun...
Kabullenemediğin yenilgilerin vardır,
Sırf bu yüzden vazgeçemediğin şeylerin,
Yenmek de yenilmek de var oysa ki bu hayatta...
Kabullenmeyi bilmeli, vazgeçmeyi öğrenmeli insan...
Yüzleşmeli kendi gerçekleriyle...
Acıtsa da canını...


SEVGİ  ve IŞIK'la kalın...
Persephone

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Sevgi Ya Da Korkuyu Seçme Seçeneği

Gücünüze ve özgürlüğünüze giden yolda ilk basamak taşınız, uyaranlarınız, yani hayatınızın ''tetikleyicileri'' ile tepkileriniz arasında bir süre es vermenizdir. İşte bu es verme halinde ''boşluk'' yaratmayı seçerek hayata bilinçli tepki vermeyi tercih edip asıl gerçeğinizle bağlantı oluşturabilirsiniz. Duygular sadece reaksiyonlardan ibaret değiller, onlar birer seçim. Özgürlüğünüz, huzurunuz ve seçimlere dair bilinçli farkındalığa erişiminiz etkiyle tepki arasındaki o anda meydana gelir. İçinizde, erişiminiz etkiyle tepki arasındaki o an meydana gelir. İçinizde hayata verdiğiniz bilinçaltı tepkilerinizi yöneten - duygu dünyanızda ve ilişkilerinizde hasara yol açan - duygulara dair o hızlı lunapark treninde oradan oraya savrulmayı durdurmayı seçme yeteneğine sahipsiniz.
Durmak, etki ve tepkileriniz arasında es vermek, ''boşluk'' yaratmak hayatta gerçek mutluluğu yaşamayı başarmanın anahtarı.Korku yerine sevgiyle tepki vermeyi seçerek hayatınızın kontrolünü ele aldığınızı anlamak ve uygulamak bu kadar kolay olmakla birlikte oldukça da derin bir şey. Herhangi bir şey içinizdeki negatif duygusal bir tepkiyi tetiklediğinde durun ve kendinize şu kolay soruyu sorun: ''Bu duygu sevgiden mi, yoksa korkudan mı kaynaklanıyor?'' Korku bilinçaltınızda kökleşmiştir - o birilerinin size, sizin ''gerçeğinize'' dair söylemiş olduğu bir yalandır. Gerçek kaynağını bilmeseniz bile korkunuzu titreşimden tanırsınız. Bir şey ''batıyormuş'' gibi bir histir - ''ay'' ya da ''ah'' dedirtir gibidir. Ağırdır, zorluk, yoğunluk, gerilim yaratır, berbattır, kalp atışlarını hızlandırır, gerilime ya da zihin bulanıklığına neden olur; sizinle tutarsızdır.
Sevgi, hafiflik, kolaylık, neşe, zafer, özgürlük, şenlik hissettirir, eğlencelidir. Korku sevginin zıttı değil, sevginin yokluğudur. Öfke, alınganlık, kıskançlık, nefret, saldırganlık, şiddet ve bağışlamamak korkunun bir çok maskesinden, kılık değiştirmiş halinden birkaçıdır. Farkındalığınızla uyumlanacak ve korkunuzu fark edecek kapasiteye sahip olduğunuzda akıcılaşır, sevgiye hareket etmeyi seçerek içsel huzurunuzun ve mutluluğunuzun akışını koruyacak gücü kazanırsınız. Korkuya bağlı kalarak reaksiyonlar döngüsünü sürdürmek yerine sevgi dolu bir seçim yaparak bilinçaltı tarafından yapılandırılmış otonom(kontrolünüz dışında kalan) kalıplarınıza dair şartlı tepkileriniz üzerinde kontrol kazanırsınız. Bu tepkiler sizi soyup soğana çevirerek varoluşunuza dair gerçeğinizi deneyimlemekten yoksun bırakırlar. Gerçeğinizi yaşadığınızda, farkında ve bilinçli bir şekilde yaşar ve beyninizde sizin için yeni olasılıklar yaratacak olan yeni sinir yolları oluşturursunuz. Bu yeni davranışlar beyninizde yeni kalıplar oluşturdukça, kendinizi ve gerçekliğinizi dönüştürürsünüz. Önceden sizi sınayan tetikleyicileri oluşturan aynı ilişkilerle ve olaylarla karşı karşıya kaldığınızda, yeni farkındalığınız sayesinde sevgi ve olasılıkları seçerek böylece hayatın yeni bir anlam kazandığını anlarsınız. Mutlulukta, sükunette ve huzurda kalma konusunda genişleyen kapasiteniz, sevgiyi gittikçe daha fazla seçmekte olduğunuzu, farkındalığınızı yeniden canlandırdığınızı ve yolculuğu sürdürürken yeni gerçekliğe açılarak onu meydana getirmekte olduğunuzu gösterir.
Düşünmek yerine tepki veren bir insanlık haline geldik. Sivil cephede ailelerimiz, işlerimiz ve dünyalarımızda genellikle kriz yönetimi ve zaman baskısıyla yönetilme eğilimindeyiz. İşin aslı, kendimizi üretken hissetme konusunda şartlanmış olduğumuzdan dolayı - amacımıza dair tüm mananın ve refahın beslendiği kaynak olan - yaratıcı zihnimizle gerçekten bağlantı kuramamamızın acı çekmemize mal oluyor oluşudur. Böylece biz kendimizi doyumlu ve mutlu hissetmek için yapmamız gerektiğini varsaydıklarımızı yaparken hayat rutinleşiyor. Yine de, içeride derinlerde bir yerlerde eksik bir şeyler olduğunu bir şekilde biliyoruz. Aslında kim olduğumuza dair gerçek, içinizde el değmemiş bir şekilde durmakta. Bu bilgelik bütün potansiyelinizi tümüyle hayatınıza dair gerçekliğe doğru bırakacak güce sahip. Güncel hayatta ''davranışlarınızın'' tamamı sizi yaradılışınıza dair gerçek ''olmaktan'' koparıyor. ''Çok görevlilik'' , medya ve kültürümüzün geneli tarafından teşvik edilen bir şey. Bir güç nişanı olarak yıpranmamıza neden olan ve bizi bölen bu davranışlar aslında ailelerimizi ve bizi gerçek gücümüzü, özümüzü ve gerçeğimizi yaşamaktan alıkoyuyor.
Özel hayatımızda, kaçımız aşık olduğumuzda incinme korkusu ve güvensizlik sancıları çekiyoruz? Birçoğumuz sarhoşlukla kendimizden geçerek romantizm müşterisi oluruz ancak elde ettiğimiz şey uzun süre önce yaşamış olduğumuzu düşündüğümüz geçmişimizi tetikleyicilerinin ve olumsuzluklarının acı verici enerjilerini diriltmek olur. Günün sonunda ise çoğumuz gerçek sonsuz aşkın ne olduğunu ya da erişilir bir şey olup olmadığını merak ederiz.
Hayat ve sevgi rutinleşmek için tasarlanmamışlardır. Hayat sevgidir ve onu yaşayarak mutlu olmanız, ona katkıda bulunmanız, yaratmanız, özünüzü ve en doğru doğanızı deneyimleme kapasitenizi geliştirmeniz ve varoluşunuza dair gerçeğinizi yaşamanız için tasarlanmıştır.

GERÇEK
Yazan: Carla Lee Johnston        

''İnsanoğlu Evren dediğimiz bütünün uzay ve zamanla sınırlı bir parçasıdır.İnsan - bilincinden kaynaklanan bir tür optik illüzyon yaşadığından - duygu ve düşünceleri ile kendini Evren'in geri kalanından ayrı bir şey olarak deneyimler.''
Albert Einstein

''Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.''
Albert Einstein

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

13 Temmuz 2014 Pazar

Babam’a

Göz pınarlarında biriken yaşlar,
Akmak için bir yol ararken,
Direnirsin...
Her şeye rağmen...
Özlemin sıra dağlar gibi olmuşken,
Kavuşmak hayallerden ibaret,
Öpüp, kokladığın tek yer,
Rüyalarındır ancak...
Hiç ayrılamam dediklerin,
Çok uzağındadır artık,
Hatrında tek kalan,
Alnına koyduğun son veda busesidir...


Hayat çok kısa be arkadaş!


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

9 Temmuz 2014 Çarşamba

VE SAHNE....

Tangonun estetiği, ruhu, müziği hep etkilemiştir beni... Uzun yıllar Arjantin Tango yapmanın hayalini kurdum ve sonunda ilk adımımı yaklaşık iki yıl önce attım... Hayal kurmakla olmuyor, hayalleri gerçek kılmak için bir şeyler yapmak gerekiyor tabii. Bunun farkındalığıyla harekete geçtim.
İlk ders almaya başladığım Özgür Sarı hocamla tangoyu daha çok sevdim... Şimdi Yalçın Uğur hocamla tango yolculuğuma devam ediyorum...
İki ay önce Yalçın hocamın sürpriziyle başladı ilk heyecanım... Bir sezon kapanışı yapacaktık İstanbul Tango olarak ve tüm sınıflar birer Tango şov hazırlayacaktı. Yalçın hocam koreografiyi hazırlamıştı bile. Evet iki ay sonra ekip olarak sahnede olacaktık. Heyecan inanılmazdı... İlk kez bugüne kadar ki emeklerimizi izleyici karşısında sergileyecektik, nasıl heyecanlanmayalım?
Çalışmaların startını verdik, süre kısıtlıydı ve bir koreografi çalışmasının ne kadar güç bir iş olduğunu çalışmalara başlayınca gördüm. Hani dışarıdan bakılınca her şey çok kolay gelir ya... Yok o iş öyle değil, işin içine girmeden ahkam kesmek yapılacak en büyük hata... Altı çiftin aynı anda aynı figürleri yaparak senkronizasyonu sağlayabilmesi ciddi bir çalışma, ekip ruhu, tam bir uyum gerektiriyor... Yalçın ve Burcu hocalarımın güçlü motivasyonları, ekibin güzel uyumu kolaylaştırdı çalışmaları... Çok eğlendik çalışırken, kimi zaman yorgunluktan isyan ettik Çünkü; Yalçın hocamın bitmez tükenmez bir enerjisi var, o enerjiye yetişmek na mümkün (maşallah diyelim lütfen) Gece yarılarına kadar çalıştık, yorulduk,acıktık... Bazen çalışma sonrası kebapçıda aldık soluğu bazen bir pastahanenin havadar terasında yorgunluk çaylarımızı yudumlarken... Muhteşem dostluklar kuruldu, ekip çalışmasının güzelliğini, ekip uyumunun ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlattı bu çalışmalar bize... Hayatta hep alınacak dersler vardır... Huyum kurusun her yaşadığımdan ders çıkarmaya çalışırım...

Güzel ruhlu insanların muhteşem enerjileri birleşti... 

En sıkıntılı kısmı biz bayanların giyecekleri kıyafetlerdi tabii. Erkekler iki dakikada çözerken olayı biz bayanlar bir hafta koşturduk. Çok güzel ve keyifli bir koşuşturmaydı; anlatılmaz, yaşanır. Erkekler pek anlamlı bulmasalar da bayanlar anlayacaktır halimizi.
Ve 6 temmuz günü geldi çattı... Saat 19:00'da Fulya Sanat'ta gerçekleşecek olan gösterimiz için 14:30'da oradaydık sahnede son provamızı yapabilmek için... Heyecan doruktaydı herkes de... Tatlı bir telaş, inanılmaz güzel bir ortam... Kocaman bir sahne, güzel bir organizasyon... Henüz koltuklar boş, biz öğrenciler ve hocalarımız var yalnızca koltuklarda. Herkes prova sırasının gelmesini bekliyor... Salon epeyce büyük ve koltukların dolduğunu hayal ettikçe heyecan da artıyor haliyle...
Ve işte prova sırası bizim... Ve sahnede ki ilk adımlarımız...1 2 3... 1 2 3... 1 2  3 5 6 7 8... 4'ü unutmadım! Bizim çalışmalarda 4 rakamını kullanmıyoruz. Prova tamam, her şey yolunda görünüyor...
En büyük sürpriz de sahneye çıkacak olan ilk ekip olmamız, heyecanı ikiye katlıyor.
Sahne arkasından arada salona göz atıyor, koltukların dolduğunu gördükçe heyecandan yerimizde duramıyoruz... Sahne arkasında tekrarlar yapıyor, birbirimizin heyecanını yatıştırmak için sürekli motive edici cümleleler sıralıyoruz. Ekip olarak yavaş yavaş yerlerimizi almaya başlıyoruz...

Ve sahne sırası bizim...
    








Günlerce, saatlerce emek veren, hiç sitem etmeden, yorulmak bilmeden bizlerin daha iyi olabilmesi için uğraşan değerli hocalarım Yalçın Uğur ve Burcu Altıparmak'a...

Muhteşem bir uyum içinde çalışmalarımızı yürüttüğümüz, büyük bir dayanışma örneği sergilediğimiz dünya tatlısı, güzel ruhlu ekip arkadaşlarıma... Bizlere böyle güzel bir deneyimi yaşattığı için İstanbul Tango'ya... Bizi yalnız bırakmayan, heyecanımızı paylaşan tüm tango severlere sonsuz teşekkürler...

Harikulade bir gün, inanılmaz bir heyecan, farklı bir tecrübe yaşadık her birimiz... İyi bir ekip olmayı başardık... Birbirimize inandık ve güvendik... Çok çalıştık... Yalçın hocamın dediği gibi; o gün hepimizin yaşlar, yirmi yaş aşağı indi. Ufak tefek hatalarımız affola... Ne de olsa ilk sahne deneyimimizdi...;)

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

8 Temmuz 2014 Salı

AMAN TESLİM OLMAYIN


Buenos Aires’te ihtiyar bir adamdı. Briyantinli, gümüşten saçları vardı. Güney Amerikalı bir beyazdı pantolonu, ayakkabıları yumurta topuktu. Gömleğinin önü göbeğine kadar açıktı, eski zaman parfümlerden kokuyordu...
Kulüp Grisel`in pistinde kırmızı ışıklar yanıyordu. Adam, ayağa kalktığında biraz, bana doğru yürürken biraz daha, adım adım daha da gençleşiyordu.
Dansa kaldırdığında beni, iyiden iyiye zıpkın gibiydi. Zaten genç olmayı en iyi ihtiyar adamlar bilir, genç kız cilvesi yapmayı en iyi ihtiyar kadınlar. İnsanlar çünkü, yıllar içinde rahatlar, gençliklerinde cesaret edemediklerini ancak ihtiyarladıklarında olurlar.
Kulüp Grisel`de tangoların en beteri çalıyor; en sevmişi, en terkedilmişi, epey görmüş geçirmişi. Bakılmaz tango yaparken göz göze, sanılanın aksine. Gövdeyle ilgili bir meseledir, orada, pistin ortasında sürüp giden; kadınla ve tamamen erkekle ilgili. Fakat bir şey var, adımlar takip etmiyor birbirini. Ve adam, ihtiyar olan, belimden tutup sarsıyor beni. Gırtlağının en belalı dibinden, hatta belki karnının yaralanmış yerinden geliyor sesi: `Teslim olmuyorsun` diyor, `Sen, bu yüzden dans edemiyorsun!`
Ne halt edeceksin?
Sonra, başka bir zaman, bir Ankara evinde, ki en kalbi meseleler oralarda yaşanır Ankara `sahillerinde`. Adamın biri, epey canı sıkkın, votkalı motkalı. Bir kadını çok seven, epeydir sevmiş olan adamın biri, mahzun, kırgın ve demli, demişti ki:
`Ne biliyor musun bu işin sırrı? Bırakacaksın kendini. Mutlu olmak istiyorsan teslim olacaksın. Hayatını mı mahvediyor çok sevdiğin? Bırak mahvetsin. Sen severken mahvolmayacak kadar değerli misin? Diyelim o kadar değerlisin. Peki o zaman üstat, o değeri harcamayıp ne halt edeceksin?`
Kim öğretti bize teslim olmamayı? Başımıza bir şey gelir diye başımıza bir şey getirmeden yaşamaya çalışmayı, hiçbir şey getirmeden ölüp bitmeye çabalamayı, böyle sürüp gitmeyi... Kim öğretti? Kadınlar adamlara, adamlar kadınlara teslim olmadan, yıllar yılı elinde bir mızrakla, bir mesafeden ve tetikte. Kaskatı kesilerek, `Kimse beni teslim alamaz` diye büyük ordularımızı birbirimize karşı böyle küçük numaralarla yönetmeyi... İki seven insan gibi değil de, bir teneke başarı madalyası için çabalayan kale komutanları gibi... Sınır boylarımıza bu uç beylerini, bu asabi, hırçın ve aslında korkulu çocukları kim yerleştirdi? `Benim sosyal hayatım, benim param, benim başarım, benim hayatım` diye sakındığınız, `kimsenin peşinden gitmeyerek` çok müthiş savunduğunuz bütün o şeyler, hakikaten söylesenize, sizi gerçekten -ama gerçekten diyordum bak- mutlu etti mi? Teslim olmadan tamamladınız hayatı, tebrik ederiz, bırakmadınız hiç kendi yakanızı. Söylesenize, etiniz acısa acısa en çok ne kadar acıyabilirdi? Ona buna, şu adama, bu kadına değil aslında, biz, -tebrik edelim kendimizi!- kendimize teslim olmadık. Gece kremlerini kimse alamaz şimdi sizden, tenis derslerinizi ve arkadaşlarınızla eğlenmeye çabalayarak içtiğiniz `bağımsız` gece içkilerini, tek başınıza, keyifle izlediğiniz maçları ve ucu görünmediği için daha da korkunç olan `kendi geleceğinizi.`
Şimdi siz tam da dergilerdeki, şık dizilerdeki, gıcır reklamlardaki kadınlara ve adamlara benzediniz. Teneke madalyanızı güneşe döndürünüz, ne güzel de parıldıyor. Pırıl pırıl, parıl parıl. Çok tebrik ederiz!
Yazan:Ece Temelkuran
Milliyet Gazetesi 07.09.2004

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone