13 Ağustos 2016 Cumartesi

İncecik Bir Gerçeklik Diliminde Mahsur Kalmak



Rengin, çevremizdeki dünyanın temel bir özelliği olduğunu düşünürüz; ama dış dünyada renk diye bir şey yoktur aslında.
Elektromanyetik ışınım bir nesneye çarptığında, bir kısmı nesneden seker ve gözlerimiz tarafından yakalanır. Dalgaboyu kombinasyonlarından milyonlarcasını ayırt edebiliriz; ama bunların renge dönüştüğü tek yer, kafamızın içidir. Renk dediğimiz şey, çeşitli dalgaboyları için yaptığımız ve yalnızca içsel dünyamızda varlık bulan bir yorumdan başka bir şey değildir.
İşin daha da tuhafı şu ki, sözünü ettiğimiz dalgaboyları yalnızca ''görünür ışığı'', yani kırmızıdan mora kadar olan dalgaboyu tayfını kapsar. Ama görünür ışık elektromanyetik tayfın on trilyonda birinden azını, yani yalnızca küçücük bir bölümünü oluşturur. Tayfın geri kalanı; radyo dalgaları, mikrodalgalar, X-ışınları, gama ışınları, cep telefonu konuşmaları,  kablosuz bağlantıları vb.ni içerir. İşte bütün bu bileşenler, şu anda bile içimizden akıp geçmekteyken, bizler hiçbir şeyin farkında değilizdir. Bunun nedeni ise, tayfın geri kalanından gelen sinyalleri alacak özelleşmiş reseptörlerimizin bulunmayışıdır. Gerçekliğin görebildiğimiz incecik dilimi, biyolojimizle sınırlandırılmıştır.
Her canlı, yalnızca kendi gerçeklik dilimini algılayabilir. Bir kenenin, ışık ve sese kapalı dünyasında çevresinden algılayabildiği sinyaller sıcaklık ve vücut kokusuyla sınırlıdır. Bir yarasanın dünya algısı, konum belirlemede kullandığı hava basınç dalgası yankılarıyla(ekolokasyon), bir siyah hayalet bıçak balığının ki ise elektrik alanlarındaki sapmalarda tanımlıdır. Bunlar, bu canlıların ekosistemleri içinde algılayabildikleri ince dilimlerdir. Hiçbir canlı, nesnel gerçekliğin kendisini deneyimlemez; deneyimleyebildiği tek şey, geçirdiği evrim sürecinin izin verdikleriyle sınırlıdır. Buna rağmen, büyük olasılıkla kendi gerçeklik diliminin nesnel dünyanın tümünü kapsadığı varsayımıyla yaşamaktadır. Öyle ya, algıladıklarımızın dışında da bir şeylerin var olduğunu kurgulamanın ne anlamı olabilir ki?
Öyleyse kafanızın dışındaki dünya gerçekte nasıl bir yerdir? Burada renk olmadığı gibi, ses de yoktur: Havanın sıkışması ve genleşmesi, kulaklar tarafından algılanıp elektrik sinyallerine dönüştürülür. Beyin, daha sonra bu sinyalleri bize tatlı sesler, hışırtılar, gümbürtüler, tıkırtılar, şıngırtılar vb. halinde sunar. Gerçeklik, kokusuzdur da aynı zamanda: Beyinlerimizin ötesinde koku diye bir şey yoktur bile. Havada süzülen moleküller burunlarımızdaki reseptörlere bağlanır ve beyin tarafından farklı kokular olarak yorumlanır. Gerçek dünya duyusal zenginliklerle dolu bir yer değildir; her şey, beynimizin kendi duyarlılığıyla dünyayı bizim için aydınlatmasından ibarettir.


Sizin Gerçekliğiniz, Benim Gerçekliğim

Kendi gerçekliğimin sizinkiyle aynı olduğunu nereden bileceğim? Bu sorunun yanıtını vermek, çoğumuz için olanaksızdır. Ama gerçeklik algısı bizimkinden ölçülebilir bir derecede farklı olan küçük bir grup da vardır.
Hannah Bosley'i ele alalım. Hannah alfabedeki harflere baktığında, renklerin de devreye girdiği içsel bir deneyim yaşıyor. 'J' harfi ona göre bariz biçimde morken 'T' de kırmızı. Harfler Hannah'da otomatik ve istemsiz biçimde renk deneyimlerine yol açıyor; kurduğu bağlantılar ise her zaman aynı. 'Hannah' ismi onun için sarıyla başlayan, sonra kırmızıya, sonra bulut rengine dönüşen bir günbatımını çağrıştırıyor. 'Iain' isminin çağrıştırdığı şeyse kusmuk (gerçi o ismi taşıyanlara karşı herhangi bir olumsuz yaklaşımı yok).
Hannah'ın bu özelliğinin ne şiirsellikle ne de mecaz eğilimiyle ilgisi var. Yaşadığı bu algısal deneyimler 'sinestezi' olarak bilinir. Sinestezi, duyuların(bazen de kavramların) birbiriyle harmanlaşmış olduğu bir durumdur ve bir çok farklı çeşidi vardır. Kimileri sözcüklerin tadını alırken kimileri sesleri renk olarak görür, kimileri de görsel hareketi işitir. Nüfusun yaklaşık %3 kadarında sinestezinin bir türü vardır.
Hannah, laboratuvarımda incelediğim 6.000'in üzerindeki sinestezik kişiden yalnızca biri; hatta kendisi laboratuvarımda iki yıl süreyle çalıştı da. Sinestezi üzerinde çalışmamın nedeni, bir başkasının gerçeklik deneyiminin benimkiyle ölçülebilir düzeyde farklı olduğunu açık biçimde gösteren az sayıdaki durumdan biri olmasıdır. Sinestezi bunun ötesinde, dünyayı algılayış biçimimizin standart olmadığını da gösterir.
Tıpkı komşu mahallelerde olduğu gibi, sinestezi de beynin duyu bölgeleri arasındaki karşılıklı konuşmaların bir sonucudur ve beyin devrelerinde ortaya çıkan mikroskobik değişimlerin bile farklı gerçekliklerle sonuçlanabileceğini gösterir.
Bu tür deneyimler yaşayan insanlarla ne zaman karşılaşsam, gerçekliğe ilişkin deneyimlerin kişiden kişiye -beyinden beyine- farklı olabileceğini bir kez daha hatırlarım. 
   

Kitap: Beyin Senin Hikayen
Yazar: David Eagleman

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

3 Ağustos 2016 Çarşamba

İç Çekiş

Ah bu gidişler,
Bir de dönüşleri olmasa
Gidip gidip geri dönmeler
Geçmişle edilen mücadeleler
Sonu gelmez hüzünler
Derin iç çekişler...
Yarınlarda olamayışlar
Hayaller ve gerçekler arasındaki bocalamalar...
Güzelliklerin arasında,
Umutların eşliğinde
Yapılan doyumsuz yolculuklar...
Tadına doyulmayan rakı, beyaz peynir, kavun...
Bir de yanında musiki,
Arka fonda Zeki Müren...
Bir de eşsiz dost muhabbetleri...
Günbatımına yüz vuran kuşlar...
Maviliğin serinliğinde iç huzur...
Adalar kadar yalnız, açan begonviller kadar şen...



SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


1 Ağustos 2016 Pazartesi

Sevgilim, Bir Günün

Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.
Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Tirenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.
Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi
Hadi!
Cemal Süreya

Sevdiklerinize sımsıkı sarılın...
SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

31 Temmuz 2016 Pazar

Gün Bu Gün

Sen orada ben burada
Ne kadar adil bu dünya,
Mutluluk iki dudak arasında...
Güneş tepemde doğuyor bugün,
Akşamda tepemde batacak bu gün...
Varsın olsun akşam...
Aydınlıklar hepimizin...
Teselliler hep göğsümüzün sol tarafında...
Neşeyle doğsa da güneş,
Hep bir hüzünle batıyor...
Gel birlikte doğuralım günü,
Birlikte aydınlatalım bugünü...
Elele son verelim hüzünlere...
Güneş tepemizde batsa da,
Ay dünyamızı aydınlatsın...
Yıldızlar parlatsın geleceğimizi...
Aydınlıklar bizim olsun,
Karanlıklar gömülsün toprağa...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

29 Temmuz 2016 Cuma

Dijital Aşk

İnternette tanışıp evlenen çiftlerin ilişkilerinin kötü gitmesi ve ayrılmaları daha olasıdır. Doğru mu Yanlış mı?















Yanlış. Bu türde yapılan ve 20.000 Amerikalıyı kapsayan 2013 yılına ait bir araştırma internette veya internet dışında tanışan evli çiftlerin aynı mutluluk puanlarına sahip olduğunu bulgulamıştır. Son derece mutsuz= 1, Kusursuz= 7 olan bir ölçekte internette tanışan çiftler için ortalama mutluluk skoru 5,64 iken internet dışında tanışanlar için bu skor 5,48'dir. Yani, illa bir etkiden bahsedeceksek, internette tanışan çiftler ilişkilerinde daha mutlular. Keza, saha araştırması süresince (yedi yıl) ayrılan çiftlerin oranı internette tanışanlarda (yüzde 5,96) diğerlerine göre (yüzde 7,67) daha azdı.
Peki eşinizle nerede tanıştığınız gerçekten önemli mi? İnternette tanışanlara bakacak olursanız, hiç önemli değil. Bu yüzden bir erkekle barda tanışmışsanız, ilişkinizin sonunun kötü biteceğini söyleyen parlak magazin dergilerinin Doğru Erkek mi Yoksa Bu Gecelik Doğru mu? adlı anketlerini bir kenara atabilirsiniz. Sanal dünyada tanışan çiftlerin ayrılık oranları azıcık daha fazladır, ama bunun dışında pek bir fark yok.
Tahmin edeceğiniz üzere, internette tanışmanın en popüler yolu arkadaşlık siteleridir. Bu durumda bazı sitelerin diğerlerinden daha iyi olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Hiç kuşkusuz alan araştırmasını yaptıran(öncü arkadaşlık sitelerinden birinin pazarlama yöneticileri) kişilerin aklında bu soru vardı. Neyse ki bu şirket araştırmacılara verileri manipüle etmeleri için hiçbir baskı yapmadı ve çeşitli arkadaşlık sitelerinde bir fark bulunmadı.
Yani yalnızsanız alacağınız ders basit: hemen gidip birini bulun. İnternette mi yoksa dışarıda mı tanıştığınızın hiçbir önemi yok. Gerçekten de, eğer amacınız evlilikse, söz konusu araştırmanın dayandığı gerçeği bilmeniz gerekir: artık her üç evlilikten biri internette başlıyor.




Kitap: psy-q  
Yazar: Ben Ambridge


SEVGİ ve IŞIK'la kalınız...
Sevgiler...

28 Temmuz 2016 Perşembe

Hasta Odası

Hafif solgun, uykulu, acılara şahitlik etmiş bir hastane odasındayım. Penceresinden gecenin ıssızlığı eşliğinde, bahçesini seyrediyorum şimdi. Kulaklığımdan yükselen ses; Bülent Ortaçgil'in sesi 'Sensiz Olmaz' diyor... Kimbilir kimler gözyaşları içinde hastalarına, kaybettiklerine sensiz olmaz demişti bu bahçede...
Havanın serinliğinde binalar gözümde daha bir devleşiyor, taşları daha bir soğuk geliyor. Sokak lambasının ışığında ağaçlar daha bir yeşil. Camda asılı şanlı bayrağımız daha bir kırmızı.
Havanın deniz tuzu karışmış taze yaz kokusunu içime çekerken, hastanelerin o tuhaf kokusunu almaz olduğumu farkettim. Asıl tuhaf olan insanın her şeye alışıyor olması oysa ki. Yıllar yılı hastane koridorlarında dolaşmak bu kokuya karşı beni hissizleştirmiş. Bir çok şeye hissizleştiğim gibi. Alıştıkça hissizleşiyor insan. Sıradanlaşıyor alışılmaması gerekenler. Bir tuhaf duygu yitimi...
Odanın içine dalıyor gözlerim. Kimler gelip geçmişti bu odadan. Canlandırmaya çalışıyorum gözümde. Yapamıyorum. Kim acıları  görmek ister ki gören gözleriyle? Bembeyaz duvarlar sağlığın timsali gibi. Bu duvarlar arasından kimileri mutluluklarıyla, kimileri acılarıyla birlikte ayrılıyor.  Çare arayana çare olamamak zor. İnsan merhem olmak istiyor yaralara. Biliyorum ki herkesin bir derdi var, hangi derde çare olayım...
Koridordan gelen bir hastanın acılı haykırışı uzaklaştırıyor beni düşüncelerimden. Daha bir sessizleşiyor, içime kapanıyorum iyiden iyiye...
Dua ediyorum; 'Allah'ım dünyadaki tüm acıları dindir' diye.

Acılar da biz insanoğlu için mutluluklar da...




SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Sosyal Yatırım Sayesinde Hayatta Kalmak ve Serpilmek

Sosyal desteğe duyduğumuz ihtiyaç yalnızca kafamızın içinde değildir. Evrim psikologları sosyal bağlar ve ilişkiler kurmaya duyduğumuz ihtiyacın biyolojik yapımızın bir parçası olduğunu söylemektedirler. Olumlu bir sosyal bağ kurduğumuzda salgılanan haz verici oksitosin hormonu huzursuzluğumuzu azaltarak odaklanma yetimizi arttırır. Her sosyal bağlantı kardiyovasküler, nöro-endokrin ve bağışıklık sistemlerimizi güçlendirir, dolayısıyla ne kadar fazla bağ kurarsak o kadar sağlıklı hale geliriz.
Sosyal destek için öyle bir biyolojik ihtiyacımız vardır ki bedenimiz onsuz düzgün çalışmaz. Örneğin sosyal temasın olmayışı bir yetişkinin kan basıncına 30 puan ekleyebilmektedir. Chicago Üniversite'sinde psikolog olan John Caicoppo 'Yalnızlık' adlı ufuk açıcı kitabında otuz yıldan fazla bir zamana yayılan çalışmaları derlemiştir. Cacioppo kitabında sosyal bağlantıların yoksunluğunun bazı hastalıklar kadar ölümcül olabileceğini ortaya koymuştur. Doğal olarak bu durum fizyolojik açıdan da zarar vermektedir. 24.000 çalışan üzerinde yapılmış olan ulusal bir araştırmanın sonuçları, sosyal bağı zayıf olan kişilerin, sosyal bağları güçlü olanlara oranla iki ya da üç kat daha fazla depresyon yaşadığını ortaya koymuştur.
Diğer yandan, sağlam bir sosyal desteğe sahip olduğumuzda daha dayanıklı hale geliriz, hatta bu durum hayat süremizi bile etkileyebilmektedir. Bir araştırmada kalp krizi geçirdikten sonraki altı ay boyunca duygusal destek alan kişilerin, almayanlardan üç kat daha fazla yaşama şansına sahip oldukları ortaya konmuştur. Meme kanseri destek gruplarının ameliyat olan katılımcıların yaşamını iki kat uzattığı bir araştırmayla ortaya konmuştur. Araştırmacılar sosyal desteğin kişilerin yaşam süresinde sigara içmek, yüksek tansiyon, obezite ve spor kadar etkililolduğunu göstermişlerdir. Bir grup doktorun ifade ettiği üzere, 'Bir cankurtaran botunu denize indirirken kimse mobilyaları saklayıp yiyecekleri denize atmaz. Eğer insan hayatının bir bölümünden vazgeçmek zorundaysa bir arkadaşla geçirilen zaman listenin en sonunda olmalıdır: Hayatta kalmak için bu bağ gereklidir.' Denizdeyken yalnızca sala değil, saldaki arkadaşlarına da sarılanların suyun üzerinde kalacakları görünmektedir.


Kitap: Mutluluk Avantajı
Yazar: Shawn Achor


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone
      

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Tüketiyoruz

Yürüyorum hızlıca,
Zamanla yarışıyorum,
Duruyorum arada,
Yalnızca bir yudum nefes almak için...
Bir sağa bir sola savruluyorum.
Kim farkında bunun benden başka? 
İnişler, çıkışlar... 
Kim görüyor bunları benden başka? 
Kimse!
Çünkü bu savruluş; benim! 
Bu iniş çıkışlar; benim!
Bugün giymek ister misin benliğimin örtüsünü? 
Anlamak, gerçekten anlamak ister misin beni? 
Bugün bir kez benim yerime nefes almak ister misin? 
Bakmak ister misin benim penceremden? 
Var mı buna cesaretin? 
Bir kez de senin bulunduğun yeri, benim gözlerimle görmek ister misin?
Nasıldır durduğun yer!
Ne kadar kolay insanları yargılamak...
Kendi adaletinle dar ağacına yollamak...
Bir başkasının duygularını, varlığını hiçe saymak...
Görmezden gelmek...
Ucuz ve seviyesiz politikalar üretmek...
Değersizleştirmek, hiçe saymak...
Ne kadar kolay değil mi?
Bir insanı anlamamak!
Anlamaya çalışmamak..
Tüket, 
Durmadan tüket, 
Her şeyi tüket,
İnsanı,
Duyguları,
Dünyayı,
Değerleri,
Dostlukları,
Arkadaşlıkları,
Akrabalıkları,
Aşkları....
Yozlaştır dilediğince...
Basite indirge bir çok şeyi...
Ucuz bir dedikodu gibi...
Unut gün gelip, devranın döneceğini...
Unut ki; rahat rahat ezip geçebilesin önüne gelen her şeyi...
Ne uğruna?
Bunu sen de gayet iyi biliyorsun!
Bir hiç uğruna!!!
Doğduk, beşyüz milyonda bir ihtimalle...
Ne büyük şans değil mi aslında? 
Söylemesi bile zor 'beşyüz milyonda bir!'
Ve işte her şeye rağmen, beşyüz milyonda bir ihtimale rağmen, sen de ben de yaşıyoruz...
Bugün sen benden üstünsün, yarın ben senden...
Aslında kimse, kimseden üstün değil...
Bu yalnızca; 
Bir yanılgı... 
Yanılsama...
Algıda seçicilik...
Ve sana küçük bir sır vereyim mi?
'Sen de ben de öleceğiz,
Seni de beni de bir avuç toprak örtecek...'
Bilmem anlatabildim mi?

Sevgi ve Işıkla kalın…
Persephone





12 Temmuz 2016 Salı

Kafamda Deli Sorular

Gerçek ve hayal arasındaki fark ne? 
Kim söyleyebilir bunu? 
Yarattığın gerçekliğin, hayalden ibaret olmadığını kim kanıtlayabilir sana?
İnandıklarından ibaret değil mi gerçeklerin?
Ne gerçek, ne hayal... 
Ayırt edebilir misin bunu? 
Sen inanmak istediğin için değil mi gerçeklerin? 
Sen yaratmadın mı gerçeklerini? 
Sen seçmedin mi inandıklarını?
Yoksa inandıklarını öğrettiler mi sana? 
O zaman sen de gerçek değilsin!!!
Sen öyle inandığın için, öyle olsun istiyorsun her şey!!!
Sen öyle düşünürken, ben niye böyle düşünüyorum? 
Farkı yaratan ne? 
Karakterimiz mi? 
Kişiliğimiz mi?
Bizi eğiten öğretmenlerimiz mi? 
Bizi büyüten ailelerimiz mi? 
Hangisi? 
Bilmiyorsun... 
Anlam veremiyorsun hiçbir şeye...
Farklı insanlar, farklı bakış açıları...
Doğru tek doğru mu? 
Yanlış tek yanlış mı? 
Peki ya gerçek tek mi? 
Din, dil, ırk ayırt eder mi? 
Nedir bizi farklı kılan? 
Hayallerimiz mi? 
Neden farklıyız? 
Gerçek tekse, doğru tekse, yanlış tekse?
Söylesene! 
Söyleyemezsin di mi? 
Sen de bilmiyorsun, tıpkı benim gibi!!!
İnanmak istiyorsun! 
Öyle olsun istiyorsun! 
Yalnızca...
Benim ben!!! 
Her şey benim diye haykırmak istiyorsun dünyaya!!!
Yalan mı?
Yanlış mı? 
Belki evet! Belki de hayır! 
Belki de tek gerçeği sen değil, ben biliyorum!
Ya öyleyse! 
Evet evet gerçeği, doğruyu, yanlışı, neyin hayal olduğunu ya bir tek ben biliyorsam!
Ne olacak şimdi?
Çıkmaz sokaktasın BİNGO!!!
Ah insanoğlu!!!
İşte o kocaman egonla karşı karşıyasın, hadi şimdi ayıkla pirincin taşını!


Sevgi ve ışıkla kalın...

Persephone

20 Şubat 2016 Cumartesi

Acı





Acılara kelepçe vurulmaz,
Bırak rüzgara savrulsun...
Düşünme geçmişi,
Gelecek, geçmişin üzerinden hızla geçti...
Özgürleştir içindeki kelebekleri,
Haykır tüm kelimelerini derin boşluğa,
Kavuştur onları gün yüzüyle,
Tutma yüreğinde, diz çöktürme kelimelere...
Dünyan aydınlanacak, 
Sen de etrafını aydınlatacaksın...
Acılar bir gün bitecek ve huzur gelecek, 


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

26 Ocak 2016 Salı

Hüzünler Nehri

Gözlerin… iki hüzün nehri,
İki müzik nehri gibi… beni
Ötelere… zamanların ötelerine taşıdılar
İki müzik nehri, kayboldular
Sultanım… sonra beni kaybettiler
Üzerlerindeki siyah gözyaşı
Piyanonun nağmelerine düşüyor…

Gözlerin, tütünüm, içkim
Ve onuncu kadeh beni kör etti
Ben koltukta… yanıyorum
Ateşim ateşimi yiyor
Seni sevdiğimi söyleyeyim mi? Ey kamerim…
Ah! Keşke yapabilseydim
Ben dünyada yalnızca
Gözlerin ve hüzünlerime
Sahibim

Limanda gemilerim ağlıyor
Körfezler üstünde parçalanıyor
Sarı kaderim beni parçaladı
Göğsümde inancımı parçaladı
Sensiz yola çıkayım mı Leyleğim?
Ey göz kapaklarımdaki Tanrı’nın gölgesi!
Ey yeşil yazım, ey güneşim!
Ey renklerimin en güzeli… en güzeli!
Senden ayrılayım mı? Oysa hikayemiz
Nisanın geri dönüşünden daha güzel
İspanyol saçın zifiri karanlığındaki
Gardenya çiçeğinden daha güzel
Ey biricik aşkım… ağlama!
Göz yaşların ruhumu kazıyor
Ben dünyada yalnızca
Gözlerin ve hüzünlerime
Sahibim

Seni sevdiğimi söyleyeyim mi? Ey kamerim…
Ah! Keşke yapabilseydim
Ben kaybolmuş bir insanım
Dünyada yerimi bilmiyorum
Kaybetmiştir yolum beni… kaybetmiştir
İsmim beni… kaybetmiştir adresim beni…
Mazim! Bir mazim yok
Ben unutulmuşların unutulmuşuyum
Demir atmayan bir çapayım
İnsanların yüzlerinde bir yarayım
Söyle bana, sana ne vereyim?
Üzüntümü mü? İnkarımı mı? Mide bulantımı mı?
Sana…
Şeytanın avucunda dans eden
Bir kaderden başka ne vereyim?
Seni binlerce kez seviyorum… uzaklaş
Benden… ateşimden ve dumanımdan
Ben dünyada yalnızca
Gözlerin ve hüzünlerime
Sahibim.

Nizar Kabbani

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

28 Aralık 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Kendime Düşünceler - Marcus Aurelius Antoninus


marcus aurelius antoninus




M.S. 121'de Roma'da doğan Marcus Aurelius M.S. 161'de Roma imparatoru oldu.Tarihte az rastlanılır olan İmparator - Filozof Marcus Aurelius, stoacı düşünceden etkilendiği 12 kitaptan oluşan eseri Kendime Düşünceler'i, 170 - 180 yılları arasında askeri harekatlar sırasında yunanca olarak kağıda döker. Kitabı basmak amacıyla değil, kendine notlar olarak yazmıştır.  
Stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak içinse doğaya uygun yaşamak gerekir.
Marcus Aurelius Kendime Düşünceler'i stoacı felsefinin süzgecinden geçirerek notlarını düşüyor. Bir insanın her sabah uyanıp aynaya bakarak kendisiyle yüzleşmesi gibi kendisiyle yüzleşiyor Marcus ve vicdanını sorguluyor.
Kendime Düşünceler; 1. kitap Marcus'un hayatına anlam katan herkese ve her şeye teşekkürle başlıyor ve 12. kitap sonuna kadar kendine öğütler ve düşünceleri ile devam ediyor.
Kendime Düşünceler; yaşam kılavuzu niteliğinde bir kitap. Bir başucu kitabı.

12 Kitaptan oluşan Kendime Düşünceler'den alıntılar:
  • Dostlarına özen göstermeyi, onları sıkmamayı, ne de onlara düşkünlük göstermeyi; her durumda kendi kendine yetmeyi ve dinginliği. İleriye bakmayı, her şeyi, en önemli ayrıntıları bile düzenlemeyi, ama bunun gösterişsizce yapmayı... Her şeyde ölçülü ve kararlı olmayı, yeniliklere karşı kabaca davranmamayı ne de bunlar için yanıp tutuşmayı.
  • Başkalarının ruhunda olup bitenlerin ayrımına varamadığı için mutsuz olan bir insana rastlamak zordur; ama kendi ruhunun devinimlerinin ayırımına varmayan bir insanın mutsuz olması kaçınılmazdır.
  • Hiçbir zaman istemine karşı, bencilce, düşüncesizce ya da gönülsüzce davranma; birbirine karşıt nedenler sürüklemesin seni; düşünceni allayıp pullayarak güzelleştirmeye çalışma. Fazla konuşmaktan, gereğinden fazla işe karışmaktan kaçın... İçin huzur dolu olsun, başkalarının sağlayabileceği yardıma ya da dinginliğe gereksinimin olmasın. Kısaca dimdik durmalısın, başkaları ayakta tutmamalı seni.
  • Şeyleri, fikrini zorla kabul ettirmek isteyen kimsenin yargıladığı ya da senin onları yargılamanı istediği gibi değil, gerçekte olduğu  gibi gör.
  • Her zaman mutlu yaşayabilirsin, çünkü doğru yolu izlemek, ona göre düşünmek ve davranmak senin elindedir. Şu iki ilke Tanrı'nın ve insanların ve her ussal yaratığın ruhlarının ortak niteliğidir; başkalarının seni engellemesine izin verme, kendi iyiliğini doğruyu istemekte ve doğru davranmakta ara ve arzularını buna göre sınırlandır.
  • Bir şeyi başarmak sana zor geliyorsa, bunun insan yeteneğini aşan bir şey olduğunu düşünme hemen; tersine, bir şey olanaklı ve insanın yapabileceği bir şeyse, senin de onu başarabileceğini düşün.
  • Olmayan şeyleri varmışlar gibi düşünme, var olan şeyler arasından en hoşuna gidenleri seç, eğer olmasalardı, onları nasıl isteyeceğini düşün. Ama sahip olmaktan mutluluk duyduğun şeyleri aşırı değerlendimemeye alıştır kendini; yoksa onları bir gün yitirirsen sarsılırsın.
  • Kendi kendime acı vermek yaraşmaz bana, çünkü başkasına hiçbir zaman isteyerek acı vermedim.
  • Utanmazın biri seni incitirse, hemen şunu sor kendine: ''Dünyada utanmazların bulunmaması olanaklı mıdır?'' Olanaksızdır. Öyleyse olanaksız olanı isteme; çünkü bu insan da dünyada var olması kaçınılmaz olan utanmazlardan biridir. Bu düşünceyi, bir hırsızla, bir hamle, ya da başka bir kötü insanla karşılaştığında da aklında tut, çünkü bu tür insanların var olmalarının olanaksızlığını anımsar anımsamaz,  onlara daha kolay katlanırsın.
  • Birinin yaptığı her eylemde, kendi kendine: ''Bu adam bu eylemiyle neyi amaçlıyor?'' diye sormaya alıştır kendini, olabildiğince. Ama kendinden başla; önce kendini incele.
  • Birisi beni küçümseyecek mi? Varsın küçümsesin. Ama ben kendi adıma kimsenin küçümsenecek bir şey yaptığımı ya da söylediğimi görmemesi için özen gösteririm. Birisi benden nefret mi edecek? Varsın etsin. Ama ben herkese karşı iyiliksever ve iyi niyetli olmayı sürdüreceğim, özellikle de  o kişiye hatasını göstermeye hazır olacağım; ama onu kınayarak ya da sabrımla ona gösteriş yapmaksızın, içtenlikli ve sevecen bir biçimde yapacağım buınu, tıpkı ünlü Phocion gibi; eğer olduğundan başka türlü görünmüyorsa. Çünkü insan, tanrılara hiçbir şeye öfkelnmeye ya da yakınmaya eğilimli olmayan birisi gibi görünmek için yüreğinin derinliklerinde böyle olmalıdır. Çünkü şu anda doğana uygun olanı yapıyorsan, evrensel doğa için uygun olanı şu ya da bu yolla ortak yararını gerçekleştirilmesi için çaba harcayan bir insan gibi hoşnutlukla karşılıyorsan, başına ne kötülük gelebilir?
  • Her şey senin düşüncene bağlı; düşüncen de sana. Bunun için, istediğin zaman düşünceni ortadan kaldır, burnu döner dönmez, dingin bir denizde, tek bir dalganın bile olmadığı bir koyda bulursun kendini.     
Kitap: Kendime Düşünceler
Yazar: Marcus Aurelius Antoninus
Çeviri: Ceyda Eskin
Sayfa: 142
Oda Yayınları


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone
   

27 Aralık 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Hayvanlardan Tanrılara Sapiens


yuval noah harari


Kitabın yazarı 1976 doğumlu Yuval Noah Harari Oxford Üniversite'sinde tarih doktorasını tamamlamış. Şimdilerde Kudüs Üniversitesin'de Tarih Bölümü'nde dünya tarihi dersleri veriyor. Kitabı, ''Hayvanlardan Tanrılara Sapiens''i dört ana başlıkta ele almış: ''Bilişsel Devrim'', ''Tarım Devrimi'', ''İnsanoğlunun Birleşmesi'', ''Bilimsel Devrim''.
Son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitaplardan biri '' Hayvanlardan Tanrılara Sapiens''. 2,5 milyar yıl önce Doğu Afrika'da insanlığın doğumuyla başlayan ve günümüze gelen Homo Sapiens'in gelişimini yalın, anlaşılır bir dille anlatmakta Harari.

Kitapta anlatılan bir çok konu günümüzden veya tarihten örneklerle detaylandırılıyor, bu da anlatılan konuyu akılda kalıcı kılıyor. Kitapta Türkiye'den ve Osmanlı tarihinden bir çok örnekle karşılaşıyor ve şaşırıyorsunuz. Tabii benim gibi kitabın başında yer alan minik yazılarla not düşülmüş yayıncının notunu gözden kaçırdıysanız. Yazar Harari, orjinal metinde yer almayan ancak kitabın yayınlanacağı her ülkeye özel değişiklikler yapmış. Gerçekten etkileyici ve güzel bir düşünce.
Harari; Homo Sapiens'in hoşgörüsüz bir canlı olduğunu, bilim iklimle bağdaştırsa da Homo Sapiens'in ayak bastığı her yerde canlı türlerinin çoğunluğunu yok ettiğini savunuyor.
İnsanların dedikodu becerilerinin, insanlığın ilerlemesinde çok büyük payı olduğunu iddia ediyor. Bunu da insanların dedikodu sayesinde kime güvenebileceğine dair bilgi, küçük grupların daha büyük gruplara dönüşmesine, dolayısıyla Homo Sapiens'in daha sıkı ve karmaşık işbirliği yöntemleri geliştirmesine yol açmasıyla açıklıyor.
Tarım Devrimi'ni neredeyse insanlık tarihinin talihsizliği olarak görüyor ve avcı - toplayıcı iken Homo Sapiens'in beslenmesinin daha çeşitli olduğunu, doğanın sırlarını daha iyi bildiklerini, Tarım Devrimi'nin insanlığın elindeki gıda miktarını arttırdığını ancak daha iyi beslenme yaratmadığını ve bununla birlikte nüfus patlamasına yol açarak şımarık seçkinler yarattığını ortaya koyuyor.
Paranın, mitlerin insan üzerindeki büyük etkisini, imparatorlukları, dini, mutluluğu, emparyalizmi, kapitalizmi, teknolojiyi mercek altına alıyor ve insalığın geleceği için ürkütücü senaryoları dile getiriyor.
Kitap, bir çok şeye farklı bir bakış açısı kazandırıyor.
Harari, kitabının son sözünde okurun tam kalbine nişan alıyor. ''Tanrıya Dönüşen Hayvan''.




SONSÖZ
TANRIYA DÖNÜŞEN HAYVAN

 70 bin yıl önce, Homo Sapiens hala Afrika'nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. Bugün ise bir Tanrı haline gelmenin, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi beceileri de ele geçirmenin arifesinde.
Maalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. Etrafımızı şekillendirdik, gıda üretimini arttırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret ağları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı? Tekrar vurgulamakta fayda var, insan gücündeki büyük artış birey olarak Sapiens'in durumunu daha iyi hale getirmedi ve genellikle diğer hayvanlara çok büyük acılar çektirdi.
Geçtiğimiz on yıllarda nihayet insanların durumuyla ilgili bazı somut gelişmeler sağlayabildik ve kıtlığı, salgınları ve savaşı azaltabildik. Öte yandan, diğer hayvanların durumu her zamankinden de hızlı kötüleşiyor ve insanların durumundaki düzelme de hem çok yeni, hem de kesinlikle emin olmak için henüz çok erken.
Dahası, insanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda  değiliz ve her  zamanki kadar memnuniyetsiziz. Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz. Daha da kötüsü, insanlar her zamankinden daha sorumsuz gibiler. Uymamız gereken yegane yasalar fizik yasaları ve kendi kendini yaratmış küçük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz.
Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?


Kitap: Hayvanlardan Tanrılara Sapiens
Yazar:Yuval Noah Harari
Çeviri: Ertuğrul Genç
Sayfa: 411
Kolektif Kitap

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

21 Aralık 2015 Pazartesi

Dünya Yuvarlaktır




Sakince oturup izliyorum insanları, hiçbir şey düşünmeden, hiçbir yorumda bulunmadan. Yalnızca izliyorum, yorumlarımı sonraya bırakıyorum.
İzlenim edinmeye devam etmek istiyorum. Yapamıyorum. Duraksıyorum ve kendimi sorguluyorum; ''Bu izlenmleri edinirken ne kadar objektifim acababa?'' ''Benlik duygumu bir kenara bırakabildim mi?''
Elimden geldiğince tarafsız bakmaya çalışıyorum. Sorularım sürekli kafamda dönüyor ve tek tek soruyorum kendime: ''Herkes kendini iyi ve mükemmel görürken bu dünyada yaşanan kötülüklerin kaynağı kim? Herkes olayları kendi bakış açısından yorumlarken ne kadar haklı? Neden empati yapmak, yapabilmek bu kadar güç? Neden iyinin, doğrunun ne olduğunu kendisinin bildiğini iddia eder insan?''
Dünya karşıt fikirlerle dolu. Toplumun genel geçer kuralları, doğruları var. Peki bunlardan birine karşı çıktığımızda yanlış mı yapmış oluruz? Haksız mıyızdır? İnsan her zaman haklı olamaz, eğer her zaman haklı olduğunu düşünüyorsa ortada bir yanlış vardır. Herkesin doğru kabul ettiğine yanlış diyorsa da haksız olduğu söylenemez kimi zaman. Bunun en güzel örneklerinden biri kabul ettiğim Galileo. Galileo dünya yuvarlaktır dediğinde tüm kabul görmüş fikirlere karşı çıkmış ve idam edilmek istenmemiş miydi? Bugün ise dünyanın yuvarlak olduğunu hepimiz kabul ediyoruz.
Her birimiz olayları, dünyayı farklı algılıyoruz. Olaylar karşısında tutum ve davranışlaımız birbirinden çok farklı. Kendi talep ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda bir çok yargıya varıyoruz. Yaşanan olaylara ben gözüyle bakarsak her zaman haklıyızdır. İnsanların sen gözüyle de bakmaya ihtiyaçları vardır. Bu bakış açısını kazanamıyorsak zamanla kaybeden olmaya mahkum olur, yalnızlaşırız.
Yine kafamda deli sorular beliriyor:
''Önce ben demeden yaşayabiliyor muyuz? Şu yaşadığımız maddi dünyada manevi duygularımız mı güçlü yoksa önce maddi değerlerimiz mi geliyor bizim için? Olaylara bakış açım objektiftir diyebilir miyiz? Bu dünyada iyilik dolu bir kalbe sahip olduğumuzu iddia edebilir miyiz? Karşımızdakileri acımasızca yargılarken, kendimizi sorgulamayı düşünüyor muyuz?''
Önce insan kendi içine dönmeli... Birini yargılayacaksa, önce kendinden başlamalı... Bunu başarabildiğimiz gün bir adım daha ilerlemiş olacağız... Belki o zaman iyilik dolu kalplerin varlığından söz edebileceğiz...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone
     

15 Aralık 2015 Salı

NOSTALJİK PAZARTESİ: KENDİN OL

Sevgili blogger arkadaşımız EQ geçen hafta güzel bir fikirle çıkageldi karşımıza: ''Nostaljik Pazartesi.''
Geçmişte yazmış olduğumuz, sararmaya yüz tutmuş yazılarımızı gün yüzüne çıkartıyoruz yeniden. Bu fikir bir çok blogger arkadaşımızın da çok hoşuna gitti, tabii ki benim de. Neden olmasın dedik ve mazide yazdıklarımızı her pazartesi yad ediyoruz artık.
Ben de 7 Nisan 2014'te yazmış olduğum ''Kendin Ol '' yazımı hatırladım ve tekrar sizlere görücüye çıkardım;)

Yazıyı okumak, bir göz atmak  için tık tık ---> Kendin Ol


SEVGİ ve IŞIK'la kalın
Persephone

6 Aralık 2015 Pazar

Siddhartha

siddartha
Kimi zaman hayatı, yaşam amacımızı, mutluluğumuzu sorgularız. Bir arayış içindeyizdir ama ne aradığımızı bilmeyiz. Bilmek, bilgi neden gerekli? Bitip tükenmeyen öğrenme isteği neden kaynaklanır? Belki kendimizi, hayatı, insanları tanıma, anlama, kavrama isteğinden meydana gelir.
Siddhartha; Hesse'nin bireysel bunalımların çözümünü doğu felsefesinde arayışının bir örneğidir.    
Roman kahramanı Siddhartha'nın önünde tek bir hedefi bulunuyor: Arınmış olmak, susamalardan arınmış. Ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. Ben tümüyle saf dışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık Ben olmayan öz, o büyük giz.
Siddhartha; bu hedefine ulaşmak için tuhaf yollardan geçecekti. Bir Brahman olarak başladığı hayatına aradığını bulmak için en sevdiği insan, gölgesi Govinda ile birlikte çilekeşlerin peşine düşecek onlardan; soğuk ve sıcakta yaşamayı, aç kalmayı, nefsini terbiye etmeyi öğrenecekti. Buddha'yla tanışacak, öğretisini öğrenecek ve bununla da yetinmeyecekti. Bir kente doğru yola çıkacak orada Kamala'dan sevme sanatını, Kamaswami'den ticaret sanatını öğrenecekti. Ancak bunlarda ruhunu doyurmayacaktı.
Ve özüne, aradığını bulmaya tekrar ormana döncekti Yine bir çocuk olup, yeniden başlayabilmek için ırmağın kıyısında yaşayan, kayıkçı Vasudeva'nın (Sanskritçe'de Irmak Tanrısı anlamına gelir) yanına yerleşecek, gerçek bilgiye burada ulaşacak, aydınlanacak ve içinde aradağı Atman'a ulşacaktı.
Siddhartha'nın bu tuhaf yolunu izlerken, konunun içine çekiliyor, bir çok şeyi sorgulmaya başlıyorsunuz. Bir yol, bir öğreti sunuyor Hesse size. Bazı kitaplar, dönüp tekrar okutur kendini. Ben ikinci kez okudum. Tekrar dönüp okuyacağım belki de kimbilir.

Kitap: Siddhartha
Yazar:Hermann Hesse
Sayfa Sayısı: 148
Can Yayınları

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

30 Kasım 2015 Pazartesi

Kapılar



Bedenin ağırlığı altında ezildiği sorumlulukları silkeleyip ardına bakmadan kapıyı çekip gitmek. Geride neyi ya da neleri bıraktığını hiç düşünmeden. Bilirim ki; kapatılan bir kapı yeni açılacak kapıların habercisidir. Kimi zaman tek yapmamız gereken bir kapıdan geçmektir. Gerisi teferruattan ibaret.
Beden yorgun düşene dek özğürlüğün verdiği hafiflikle koşar adım yürümek. Dağları, denizleri aşıp karlı tepelerin, ufuk çizgisinin ardındaki mucizeleri keşfetmek. Ne kadar zor görünse de her şey mümkündür. Biraz cesaret. Ve o kapıdan geçmek.

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone     

28 Kasım 2015 Cumartesi

Soy Ruhunu



Dolu dizgin fırtına önüne katmış her şeyi sürüklüyor. Henüz gelecek zaman başlamadan, geçmişin üzerinden haince kükreyerek geçiyor. Umarsız. Yaşadığını sandığın hayat, kendine uydurduğun hikayelerin yansımasından, gölgesinden mi ibaret yoksa?
Zor kullan soy ruhunu yaşadığını sandığın hayata. Çıplak kalan ruh daha kolay bulur yolunu.
Bak fırtına kopuyor. Sen halâ başkalarının yaşadığı mutlulukları kendi mutluluğun sayıyorsun. Ruhundaki devinimleri izle kendi mutluluğunu yarat.
''Hayat kısa, kuşlar uçuyor.''

SEVGİ ve Işık'la kalın...
Persephone

23 Eylül 2015 Çarşamba

Yok

Ne kadar çizgiler gerçek gibi olsa da
Anladım ki bu bir rüya
Hepsi yalan... Hepsi kurgu...
Bir uyansam, bir görsem, bir rahatlasam
Şöyle derinden bir ooohhh çeksem...
Kafamı şöyle bir rahatlatsam
Az bi de atarlansam kadere...
İki kadehte vursam feleğin dibine,
Elimi tutup çelme takanlara,
Yüreğimde birikmiş küfürleri sallasam,
Çarpsam kelimeleri tokat gibi yüzlerine...
Yalvarsam durduk yere Tanrı'ya...
Kör et desem tüm yalan olan her şeyi! 

Yok... Yok...
Olacak iş değil bu be...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

14 Eylül 2015 Pazartesi

Ben Olmak

Varlığımızı sürdürdüğümüz bedende kaç kişiyiz? Her birimiz birden çok kişiyiz, bir çoğuz, pek çoğuz... Yaşadığımız her bir farklı olayda başka bir beniz, birbirine benzer olaylarda bile... Varlığımızın içinde gülen, ağlayan, farklı düşünen, farklı bakış açısına sahip tek bedende renklendirdiğimiz, barındırdığımız çeşit çeşit insanlarız. Çünkü; hissettiğimiz her duyguda başka biriyiz... Bu ayrı ayrı insanlar birleştiğinde bir bütün oluruz, tek oluruz... Ben oluruz...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone