25 Şubat 2017 Cumartesi

Anılarımızı Eksiksiz Hatırlayabilir miyiz?

Yaşadığımız yıllar boyunca anılar biriktiririz. Bir koku, kulağımıza takılan bir melodi anılarımızı gün yüzüne çıkartır, sanki dünmüşçesine hatırlarız anları. Eminizdir hatırladıklarımızdan, nettir yaşadıklarımız, eksiksizdir.
Hatıralarımızı ne kadar net ve eksiksiz hatırlayabiliriz? Ne kadar emin olabiliriz doğruluklarından?
Beyin genel olarak bilgisayara benzetilmektedir. Belleğimizi de, bilgisayardaki hafıza kartına benzetebiliriz. Bir bilgiye ihtiyacımız olduğunda o bilgiyi belleğimizden alır ve kullanırız. Arabanın anahtarını nereye koyduğumuzu, yeni aldığımız kazağı nereye kaldırdığımızı belleğimiz sayesinde  buluruz. Her zaman doğru mu hatırlarız? Belleğimiz bizi hiç yanıltmaz mı? Aradığınız bir şeyin yerini yanlış hatırladığınız hiç mi olmadı?
Belleğimiz bizi haklı da çıkarabilir, yanıltabilir de. Anılarımız en iyi ihtimalle eksiktir, biz kabul etmesek de.
Yapılan çalışmalar sonucu şu an bildiğimiz şey, beynimizin anıları seve seve baştan yapılandırdığı ve bizim bunları orjinal kayıt saymaya meyilli olduğumuzdur.
Güçlü duygulardan doğmuş keskin hatıralarda bile zaman altyapıyı aşındırır, çatlaklar ve boşluklar oluşur. Zaman içinde detayları daha az hatırlar hale gelir ve belleğimizde olaylara dair genel bir izlenim kalır. Yaşımız ilerledikçe detaylar bulanıklaşır.
Uzun lafın kısası, belleğimiz bizi yanıltabilir. Geçmişte yaşananları net ve eksiksiksiz hatırlamak pek mümkün değil gibi görünüyor...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


Yararlanılan kaynak: Beyninizi Ne Mutlu Eder ve Siz Niçin Tersini Yapmalısınız - David Disalvo

23 Şubat 2017 Perşembe

Uyanış

Soğuk bir kış gününde, pencerenin ardındayım.
Kış güneşi yüzümü aydınlatıyor, pencereye düşen yansımam takılıyor gözüme.
Güneşin altın pırıltılarını sayıyorum saç tellerimde.
Kış güneşi hem yakıcı hem de aldatıcı.
Neşeli çocuklar koşuturuyor sanki bedenimin içinde.
İlk cemre de düştü havaya,
İlkbahar yaklaşıyor, en sevdiğim havalar...
Doğa uynanacak yavaş yavaş...
Renklenecek rüyalarımız,
Kelebekler uçuşacak ruhlarımızda.
Umutlar tohum ekecek düşüncelerimize.
Yeniden yeniden büyüyeceğiz belki de.
Tazeleneceğiz iyiden iyiye...
Silkelenecek üzerimizdeki o kasvet...
Yeniliklere, güzelliklere kucak açacağız keyifle...

Sevgi ve ışıkla kalım…
Persephone

10 Şubat 2017 Cuma

Yalnız Bir Opera



Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin


      Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
      Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

      
      Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
      yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
      kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
      çerçevesine sığmayan
      munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
      lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

     
      Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
      Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
   
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
      Takvim tutmazlığını
      Aramızda bir düşman gibi duran
      Zaman'ı
      Daha o gün anlamalıydım
      Benim sana erken
      Senin bana geç kaldığını


      Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
      Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
      Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


      Şimdi biz neyiz biliyor musun?
      Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
      Birbirine uzanamayan
      Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
      Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
      Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
      Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
      Ne kalacak bizden?
      bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
      Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
      Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
      Bizden diyorum, ikimizden
      Ne kalacak?

      Şimdi biz neyiz biliyor musun?
      Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
      Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
      Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
      Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

      kış başlıyor sevgilim
      hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
      bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
      oysa yapacak ne çok şey vardı
      ve ne kadar az zaman 
      kış başlıyor sevgilim
      iyi bak kendine
      gözlerindeki usul şefkati
      teslim etme kimseye, hiçbir şeye
      upuzun bir kış başlıyor sevgilim
      ayrılığımızın kışı başlıyor
      Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

     
      Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

      Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
      çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
      içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
      para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
      Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
      gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
      korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
      dışarıda hayat düşmandır size
      içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
      Bir ayrılığın ilk günleridir daha
      Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

      Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
      kulak verdiğiniz saatin tiktakları
      kaplar tekin olmayan göğünüzü
      geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
      bakınıp dururken duvarlara
      boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
      kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
      yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
      kendimizi hazırlar gibi
      yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
      ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
      ve kazanmış görünürken derinliğimizi
      Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
      bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
      hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


      denemeseniz de, bilirsiniz
      hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
   

      Bana Zamandan söz ediyorlar
      Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
      öyle düşünürler.
      Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
      Zaman
      Alır sizden bunların yükünü
      O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
      O boşluk doldu sanırsınız
      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

      gün gelir bir gün
      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
      o eski ağrı
      ansızın geri teper.
      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
      Bitmişsinizdir.

      Zamanla  yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
      önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini 
      kazanır. Yokluğu derin  ve sürekli bir sızı halini alır.

      Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
      Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
      Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır


      ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
      günlerin dökümünü yap
      benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
      kim bilebilir ikimizden başka?
      sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
      kendiliğindenliği
      yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
      bir düşün
      emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
      şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
      Bunlar da bir ise yaramadıysa
      Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda


      Bu şiire başladığımda nerde,
      şimdi nerdeyim?
      solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
      ikindi yağmurlarını bekleyen
      yaz sonu hüzünlerinden
      gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
      geçti her çağın bitki örtüsünden
      oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
      bakarken dünyaya
      yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
      çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
      unuttuklarını hatırlamaktan
      uzak uzak yolları tarif etmekten
      haydutluktan ve melankoliden
      giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
      Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
      Bütünlemeli çocuklarla geçti
      gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
      dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

      Bu şiire başladığımda nerde,
      şimdi nerdeyim?
      yaram vardı. bir de sözcükler
      sonra vaat edilmiş topraklar gibi
      sayfalar ve günler
      ışık istiyordu yalnızlığım
      Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
      İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
                     Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
                     daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
      Aşk... Bitti. Soldu şiir.
      Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


      Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
      Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
      Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
      uyudum, hiç uyanmadım.
      barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
      her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
      el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
      birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
      eksiliyorduk
      mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
      her otelde biraz eksilip, biraz artarak
      yani çoğalarak
      tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
      birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
      ağır ve acı tanıklıklardan
      geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
      maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
      linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
      korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
      ve açık hayatları seviyordu.
      Buraya gelirken
      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
      atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
      ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
      çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
      panayır yerleri... panayır yerleri...
      ölü kelebekler... ölü kelebekler...
      sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
      Adım onların adının yanına yazılmasın diye
      acı çekecek yerlerimi yok etmeden
      acıyla baş etmeyi öğrendim.
      Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
     
      ipek yollarında kuzey yıldızı
      aşkın kuzey yıldızı
      sanırsın durduğun yerde
      ya da yol üstündedir
      oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
      ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
      ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

      AŞKIN BİR YOLU VARDIR
      HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
      AŞKIN BİR YOLU VARDIR
      HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
      gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
      gözlerim
      aşkın kuzey yıldızıdır bu
      yazları daha iyi görülen
      Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
      ilerlerim
      zamanla anlarsın bu bir yanılsama
      ölü şairlerin imgelerinden kalma
      Sen de değilsin. O da değil
      Kuzey yıldızı daha uzakta
      yeniden yollara düşerler
      düşerim
      bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
      ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
      Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
      yaşamsa yerli yerinde
      yerli yerinde her şey

      şimdi her şey doludizgin ve çoğul
      şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
      şimdi her şey yeniden
      yüreğim, o eski aşk kalesi
      yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden


      Dönüp ardıma bakıyorum
      Yoksun sen
      Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren

Murathan MUNGAN

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


5 Şubat 2017 Pazar

Elde Etmenin Pişmanlığı

İsteme arzusu güçlüdür ve büyük heyecan yaratır. Beğendiğiniz bir ayakkabı bütçenizin üzerinde bile olsa, isteme arzunuza yenik düşmeniz olasıdır. Peki o ayakkabıyı satın aldığınızda ve ayağınıza giydiğinizde, onu istediğiniz zaman içerisinde ki heyecanı duyar mısınız? Genel olarak bu sorunun cevabı; hayır. Çünkü; artık istediğiniz ödüle ulaşmışsınızdır ve elde ettiğiniz şey sizi umutsuz bir duyguya kayıp duygusuna sürükler. Bu duygunun adı da; "elde etme pişmanlığı"dır. Bununla birlikte alışma süreci başlar ve haftalar sonra o ayakkabıyı ne kadar istediğinizi unutursunuz ve sizin için diğer ayakkabılarınızdan farkı kalmaz.
Önce satın alma beklentisinin hazzını hissederiz ve ulaştığımız noktada bu haz yerini beğenme hissine bırakır ve haftalar sonra başlangıçta hissetğimiz hazzı bir daha asla hissedemeyiz. Ve yeni bir ödül süreci bizim için başlar. Beyin ödülleri sever.
Pişmanlık genellikle beklentimizi karşılamadan önce başlıyor. Araştırmalar, ödül beklentisinin yerini pek de heyecan verici olmayan bir şeyin almaya başladığı an itibari ile çok güçlü bir şekilde hissettiğimiz pişmanlığın karar alma sürecini önemli ölçüde etkilediğini gösteriyor. Bu düşüş genelde beklentimiz gerçekleşmeden önce başlıyor.
İlişkilerde de durum pek farklı değil. Boşandıktan sonra pek çok kez evlenen insanları düşünün. İlişkilerde alışma üzerine yapılan araştırmalar, çoğu insanın evlilikle birlikte sorumluluklar başladığında hazda yaşanan azalmanın üstesinden gelemediğine işaret ediyor. Ortaya çıkan boşluğu pişmanlık dolduruyor ve evlilik sıkıntılı bir hal almaya başlıyor. Bu nedenle ikinci evliliklerdeki boşanma oranlarının birinci evliliklerdeki boşanmalardan yüksek olması tesadüf değil; ödülü yeniden elde etme beklentisi yeni bir alışkanlık döngüsü başlatıyor.
Yeni olanın ömrü çok kısa olsa ve nadiren beklentileri karşılasa da çekiciliği hafife alınamaz. Yeni olan ödül beklentisinin azalmasıyla birlikte pişmanlık döngüsü başlar ve gittiğin her yere kendini de götürürsün.
Pişmanlık olumsuzmuş gibi görünse de hayatımıza adapte olmamızı sağlar. Nasıl mı? Değişme, öğrenme ve geliştirme becerilerimizi geliştirir ve hayatta kalma ihtiyacımızı karşılar, karşı-olgusal işlevi vasıtasıyla öğrenme aracı olarak işlev görür. Geri dönüp, kararlarımıza baktığımızda X yerine Y'yi yapsaydım, Z durumuyla karşılaşmazdım, şeklinde düşündüğümüzde "karşı-olgusal düşünme" ile meşgul oluruz. Bu düşünme biçiminin öğrenme açısından yadsınamayacak faydası ise bir daha ki sefer benzer durumlarla karşılaştığımızda karşı- olgusal düşünmenin sonuçlarını bildiğimizden aynı hataları tekrar etmeyeceğimizdir.

Yararlanılan Kaynak: Beyninizi Ne Mutlu Eder ve Siz Niçin Tersini Yapmalısınız - David Disalvo


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone