9 Kasım 2017 Perşembe

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: 
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir seyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: 
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Ataol Behramoğlu


SEVGİ ve IŞIK’la kalın...

Persephone

4 Eylül 2017 Pazartesi

Boşver Gitsin

Hayaller gerçeklerin yüzünü örtüyor,
Öyle balkondan izlerken güzellikleri,
Eski Foça ayaklarının altında, huzurla...
Yanında olmasını istediklerin yoksa,
İşte o zaman çöküyor hüzün yüreğine...
Boşver gitsin her şeyi... Sus ve dinle dalgaların sesini... 
Çağırıyor tüm güzellikleri...
Yaz bitiyor, Eylül'ün sonbahar sesleri yanı başında...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Sen Gel Bence

“Hayat kısa diyor film.
Bir şaire aşık olmalı
bir de daktilo almalı.
Sonra belki çay içeriz.
Şansımız varsa yağmur da yağar.
Damlalara huzur yüklemece oynarız,
Benim damlam seninkini alnından öper.
Güzel şeyler olur belki.
Sen gel bence…”


Lale Müldür




SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

9 Ağustos 2017 Çarşamba

İnceden İsyan

Haytımın en yoğun yazını yaşıyorum. Az buçuk iki hafta nefes aldım. Okudum bol bol, yüzdüm, uyudum. Bu kadarı bana yeter mi? Yetmedi tabii... Seviyorum gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi. Ver elini Amsterdam, Paris, İtalya, Selanik... Ah en gözde şehrim Amsterdam! Seviyorum 7/ 24 yaşayan şehirleri. Dinginliği çok sevsem de, enerji çekiyor beni... 
Bu yaz, içim kıpır kıpır olsa da otur yerinde diyor. Yapacak çok işlerin var. Yapılacakların sonu da gelmiyor ki; bak işte geçiyor koskocaman yaz. Kayıyor avuçlarının içinden. Seneye kim öle, kim kala... Kaçıp giden zamana mı yanayım, hadi sonlandır artık şu işleri diyen iç sesime mi bilemedim... 
İsyanlarım tavan yaptı. Kafam karışık. O kadar çok şey yapmak gerekiyor ve o kadar çok şey yapmak istiyorum ki; anlatsam roman olur. Bir yandan kendim bir yandan oğlum. Önceliğim oğlum tabii ki... 
Anne olmak her şeyin önünde. Annelik ne farklı bir duygu... Allah annelik duygusunu tatmak isteyen herkese evlat versin... 
Anne olunca her şey değişiyor. Önce çocuğun, sonra sen! 
Önce çocuğum diyor bir çok kadın! İç güdüsel sanırım... İstisnaların kaideyi bozmadığını düşünerek söylüyorum. Yoksa; "ah ne anneler" var diyecek durumları da basından, çevremizden  gözlemlemiyor değiliz. 
Babalık mı valla bilmiyorum okur. Kendi babama bakıyorum bir de çocuğumun babasına. Bu yaşımda kafam karışıyor. Çocuğum ne yapsın? Ben de bilmiyorum...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

6 Temmuz 2017 Perşembe

Umutlarım Cebimde

Ege'nin kıyısında bir kır kahvesinde,
Dalıyorum düşlere,
Uzatsam elimi, dokunsam ruhuna...
Öyle bir iç çekesim var ki,
Taaa en derinlerde, kuytuda kalmış
Üstü örtülü, bastırılmış bir duygu
Dışarı çıkmak için çırpınıyor...
Bastırdıkça bastırıyorum ezercesine....
Umutlarım cebimde, mutluluğum kelebeğin kanatlarında...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Denge

Ne şairler eskittim, ne şiirler ezip geçtim...
Ne yazarlar okudum, ne kitaplar eksilttim...
Dönüp dönüp baktım geriye,
Ne eksik kaldı diye!
Hepsi biri birine denk...
Ne eksik ne fazla!
Her şey olması gerektiği gibi dengede...


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

22 Haziran 2017 Perşembe

Aheste

Gel otur şöyle yanı başıma,
Anlat aheste aheste...
Denizdeki balıklardan,
Göğün mavisinden,
Tepemizdeki martıların oynaşmasından,
Yağmur sonrası toprağın kokusundan bahset...
Sen anlat ılık esintili sesinle,
Ben dinleyeyim...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


Mektup

I

Vapurun dümen yerinde çaldığım ıslık
Yağmurlu güvertedeki türküm
Sana yaklaşmaya vesiledir
Yoksa canım, seni unutmak için değil.
Senden sonra ancak anlaşılır
İnsanoğluna öğretilen yalanlar.
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu herşeyin.
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir.

II

Senden bahis açılmadıkça susmak isterim
Senden bahis açılmaya vesiledir.
Kınalıada, vapur, deniz, yunus
Şimdiye kadar neden gökyüzü değildi
Niye böyle oldu
Neden kitapları severdim?
Bu şehirde ikimiz birden nefes alıyoruz
Yoksa neye yarardı bu garip şehir?
Burada senin doğduğun bana malumdur
Yoksa sever miydim minareleri
Süleymaniye'yi?
Sen gavur olduğun halde.


Sait Faik Abasıyanık

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

17 Haziran 2017 Cumartesi

Kaçış

Kaçıp gitme isteği duyuyor bazen insan içinde. Kaçıp gidiyorsun gitmesine de yanında götürmek istemediklerinde bir gölge gibi peşinden geliyor. Ne işe yarıyor o zaman gitmek? Kafandakileri bir sandığa kapatıp gidemedikten sonra. Daha henüz gidemeden düşünceler düşünceleri doğuruyor. Döndüğünde yapılacak işlerin birikeceği, çözülmeyi bekleyen sorunlar yüreğini daraltıyor. 
Kendinle baş başa kalmak nasıl bir şey ki? Hiç kendinle baş başa kaldın mı? Durdurmayı başarabildin mi kafanın içindeki binlerce düşünceyi? Biliyor muydun gün içinde insanın aklından 60 bin düşünce geçtiğini? Nasıl durdurulur düşünmek? Ben başaramadım ya sen başarabildin mi?

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

15 Haziran 2017 Perşembe

Buluşmak Üzere


Bugün İstanbul'da bardaktan boşanırcasına yağan 
yaz yağmuruna ithafen:)

Buluşmak Üzere

Diyelim yağmura tutuldun bir gün  
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek  
Öbür yanda güneş kendi keyfinde  
Ne de olsa yaz yağmuru  
Pırıl pırıl düşüyor damlalar  
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın  
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına  
İşte o evin kapısında bulacaksın beni  
Diyelim için çekti bir sabah vakti  
Erkenceden denize gireyim dedin  
Kulaç attıkça sen  
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan  
Ege denizi bu efendi deniz  
Seslenmiyor  
Derken bi de dibe dalayım diyorsun  
İçine doğdu belki de  
İşte çil çil koşuşan balıklar  
Lapinalar gümüşler var ya  
Eylim eylim salınan yosunlar  
Onların arasında bulacaksın beni  
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya  
Çakmak çakmak gözleri  
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı  
Herkes orda sen de ordasın  
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından  
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim  
Özgürlüğe mutluluğa doğru  
Her işin başında sevgi diyor  
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili  
Bi de başını çeviriyorsun ki  
Yanında ben varım  
  
Can Yücel

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

8 Haziran 2017 Perşembe

Neden Canlıyız?

Sorgulayan: Yaşıyoruz ama neden yaşadığımızı bilmiyoruz. Bir çoğumuza yaşamın hiçbir anlamı yokmuş gibi geliyor. Bize yaşamımızın anlamını ve amacını söyleyebilir misiniz?
Krishnamurti: Şimdi, neden bu soruyu soruyorsunuz? Niçin yaşamın anlamını, yaşamın amacını benim size söylememi istiyorsunuz? Yaşamla ne demek istiyoruz? Yaşamın bir anlamı, bir amacı var mıdır? Yaşamın anlamı, yaşamın amacı ta kendisi değil midir? Daha fazla neyi istiyoruz? Yaşamımız bizi tatmin etmiyor, sürekli aynı şeyleri yapıp durduğumuz için hayatımız o kadar boş, o kadar zevksiz, o kadar monoton ki, yaptıklarımızın ötesinde daha fazla bir şeyler istiyoruz. Günlük hayatımız çok boş, çok donuk, çok anlamsız, çok sıkıcı, dayanılmaz derecede ahmakça olduğundan, yaşamın daha fazla anlamı olması gerektiğini düşünüyor, o nedenle de bu soruyu soruyoruz. Elbette ki hayatı dolu dolu yaşayan, her şeyi olduğu gibi gören ve elinde olanlarla hoşnut olan bir insanın kafası karışık değildir; nettir, o nedenle de hayatın amacının ne olduğunu sormaz. Onun için yaşamanın kendisi hem başlangıçtır, hem de son. Bizim zorluğumuz, hayatımız boş olduğundan, yaşamımıza bir amaç bulmak ve ona ulaşmaya çalışmaktır. Böyle bir yaşam amacı sadece, her türlü gerçekten yoksun basit bir şeyin faaliyetidir; yaşamın amacı aptal, donuk bir zihin ve boş bir yürek tarafından arandığında, o amaç boş olacaktır. Onun için amacımız yaşamımızı parayla ve maddi şeylerle değil, içsel olarak nasıl zenginleştireceğimizdir -ki bu da gizli saklı bir şey değildir. Yaşamın amacı mutlu olmak, Tanrıya ulaşmaktır dediğiniz zaman, o Tanrıya ulaşma arzusu kesinlikle yaşamdan bir kaçıştır ve sizin Tanrınız bilinen bir şeydir. Sadece bildiğiniz bir şeye doğru yol alabilirsiniz; Tanrı dediğiniz şeye erişmek için bir merdiven inşa edersiniz, o kesinlikle Tanrı değildir. Gerçek, yaşamakla anlaşılır, kaçmakla değil. Yaşamın amacını aradığınızda, gerçekte yaşamın ne olduğunu anlamıyor, ondan kaçıyorsunuz. Yaşam ilişkidir, yaşam ilişki içindeki harekettir; ilişkiyi anlamadığımda ya da ilişki karmaşık olduğunda, daha yüksek bir anlam ararım. Yaşamlarımız neden bu kadar boş? Neden bu kadar yalnızız ve yılgınız? Çünkü hiçbir zaman kendi içimize bakmadık ve kendimizi anlamadık. Bu yaşamın bildiğimiz tek şey olduğunu ve o nedenle de her yönüyle ve tamamen anlaşılması gerektiğini hiçbir zaman kendimize itiraf etmiyoruz. Kendimizden kaçmayı tercih ediyoruz, onun için de yaşamın amacını ilişkinin uzağında arıyoruz. Eğer eylemi -ki insanlarla, mal, mülke, inanç ve fikirlerle olan ilişkimizdir- anlamaya başlarsak, o zaman ilişkinin kendi ödülünü de beraberinde getirdiğini göreceğiz. Aramanız gerekmez. Bu sevgiyi aramak gibidir. Arayarak sevgiyi bulabilir misiniz? Sevgi ekilemez. Sevgiyi sadece ilişkide bulacaksınız, ilişkinin dışında değil; sevgisiz olduğumuzdandır ki yaşamın bir amacının olmasını isteriz. Sevgi olduğunda -ki bu bizim kendi sonsuzluğumuzdur- o zaman Tanrıyı arayış yoktur, çünkü sevgi Tanrıdır.
Zihnimiz ayrıntılar ve batıl fısıltılarla dolu olduğundan yaşamımız bu kadar boştur ve onun içindir ki kendimizin ötesinde bir amaç ararız. Yaşamın amacını bulmak için kendimizin kapısından içeri girmeliyiz; bilinçli veya bilinçdışı olarak şeylerle olduğu gibi yüzleşmekten kaçınırız ve onun için de Tanrının bize daha ötelerde bir kapı açmasını isteriz. Yaşamın amacıyla ilgili bu soru sadece sevmeyenlere sorulur. Sevgi sadece eylemde bulunabilir; eylem de ilişkidir.

Kitap: Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz?
Yazar: Krishnamurti

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

25 Mayıs 2017 Perşembe

Rüzgar

Arzularım muayyen bir haddi aşınca 
Ve kulaklar sözlerime sağırlaşınca 
Bir ihtiras duyup vahşi maceralara 
Çıkıyorum bulutları aşan dağlara. 
Tanrıların başı gibi başları diktir, 
Bu dağları saran sonsuz bir genişliktir, 
Ben de katıp vücudumu bu genişliğe, 
Bakıyorum aşağılarda kalan hiçliğe. 

Bu dağların bir rakibi varsa rüzgardır. 
Rüzgar burda tek başına bir hükümdardır. 
Burda insan duman gibi genişler, büyür. 
Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür. 
Buralarda her düşünce sona yakındır, 
Burda her şey bizden uzak, ‘O’ na yakındır. 
Burda yoktur insanların düşündükleri, 
Rüzgar siler kafalardan küçüklükleri. 
Yanağıma çarpar geniş kanatlarını, 
Ve anlatır mabutların hayatlarını. 
Arasıra kulağını bana verdi mi, 
Ben de ona anlatırım kendi derdimi. 

‘Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgar! 
Benim artık yalnız sana itimadım var. 
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden 
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben. 
Etrafımın sözlerine aklım ermedi, 
Etrafım da bana asla kulak vermedi. 
Senelerden beri hala anlaşamadık, 
Ben de kestim anlaşmaktan ümidi artık. 
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla 
Etrafımı süzüyorum biraz gururla. 

Bir dürbünün ters tarafı gibi bu dünya 
En büyük şey, en asil şey küçülür burda. 
Burda yalan para eden biricik iştir, 
Burda her şey bir yapmacık, bir gösteriştir. 
Kimi coşar din uğruna geberir, yalan! 
Kimi gider vatan için can verir, yalan! 
Bir filozof yetmiş eser yazar, yalandır; 
Bir kahraman istibdadı ezer, yalandır. 
Şairlerin büyük aşkı fani bir kızdır, 
Bu dünyada herkes sinsi, herkes cılızdır. 
Ne hakiki aşktan burda bir çakan vardır, 
Ne de onu görse dönüp bir bakan vardır, 
Her büyüklük cüzzam gibi dökülür burda, 
En muazzam ölüm bile küçülür burda. 

Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor, 
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor. 
Zaman zaman mağlup olsam bile etime, 
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime. 
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum, 
İşte rüzgar, şimdi sana sığınıyorum! 
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta, 
En asil şey seni buldum kainatta, 
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır, 
Ne de süse, gösterişe baktığın vardır. 
Deniz gibi muamma yok derinliğinde, 
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde. 
Bir dev gibi küçük, mızmız sesleri yersin, 
Allah gibi görünmeden hüküm sürersin. 

Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin, 
Rüzgar! Bu dağ başlarında çırpınan serin 
Kanatların gökyüzünde akan bir seldir, 
Bana kudret ve cesaret veren bir eldir. 
Beşerlikten uzaktayım senin ülkende, 
Senin gibi azamete aşıkım ben de. 
İşte Rüzgar! Senin gibi ben de deliyim. 
Islıklarım senin gibi inlemelidir, 
Herkes beni ürpererek dinlemelidir. 
Rüzgar! Sana, yalnız sana benzemeliyim.'

Sabahattin Ali

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

15 Nisan 2017 Cumartesi

Kurgu mu? Gerçek mi?

Seçmeniz için size iki tatil paketi sunulduğunu düşünelim:
Taş Devri Paketi: İlk gün el değmemiş ormanda on saat yürüyüş yapacağız, akşam çökerken bir nehrin kenarında kamp kuracağız. İkinci gün nehirde on saat kanoyla dolaşacak, küçük bir gölün kıyısında kamp kuracağız. Üçüncü gün yerel halktan nasıl balık tutulacağını ve yakındaki koruda mantar toplamayı öğreneceğiz.
Modern Proletarya Paketi: İlk gün pislik içindeki bir tekstil fabrikasında on saat çalışacağız, sıkış tıkış bir apartman dairesinde geceleyeceğiz. İkinci gün yakındaki markette on saat kasiyerlik yapacak ve uyumaya aynı daireye gideceğiz. Üçüncü gün yerel halktan nasıl banka hesabı açarak ev kredisi alacağımızı öğreneceğiz?
Hangi paketi seçerdiniz?
Mesele insanların kurduğu işbirliği ağlarını değerlendirmeye gelince her şey bakış açımıza ve kullanmayı seçtiğimiz değerlendirme araçlarına göre değişir. Mısır firavununu üretim, beslenme ve sosyal uyum açısından mı değerlendiriyoruz? Yoksa aristokrasi, basit köylüler, domuzlar ve timsahlara mı odaklanıyoruz? Tarih tek bir anlatı değildir; aksine binlerce çeşitli anlatıdan meydana gelir. Neyi anlatmayı seçersek, bir diğerini susturmayı tercih etmiş oluruz.
İnsanların kurduğu işbirliği ağları, kendilerini kendi yarattıkları değerlerle ölçer ve kanıksandığı gibi kendilerine olsukça yüksek notlar verir. Özellikle de tanrı, ulus ve şirket gibi kurgusal oluşumlar adına örülmüş ağlar, kendilerini bu o kurgusal oluşumun penceresinden değerlendirir. Bir din, ilahi emirleri harfiyen yerine getirilirse başarılıdır, ulusal çıkarlarını koruyan bir ulus şanlı olacaktır; bir şirket çok para kazandıkça büyüyebilir.
Herhangi bir insan ağının tarihini incelerken, zaman zaman durup kurgusal olmayan gerçeğin penceresinden bakmanın faydası olacaktır. Bir varlığın kurgusal olup olmadığını nasıl bilebilirsiniz? Oldukça basittir aslında; Acı çekiyor mu? Diye sorun yeter. İnsanlar Zeus'un tapınaklarını yaktığında Zeus acı çekmez. Euro değer kaybettiğinde Euro kederlenmez. Bankalar battığında banka mağdur olmaz. Bir devlet savaşta kaybettiğinde devlet ıstırap çekmez, bankalar ve devletler meteforlardan ibarettir. Fakat savaşta yaralanan bir askerin acısı gerçektir. Yiyecek tek lokması olmayan yoksul bir köylü gerçekten eziyet çeker. Annesinden ayrılan yeni doğmuş bir buzağı gerçekten ıstırap duyar. Gerçeklik budur.
Bu acılar, kurgularda duyduğumuz inançtan kaynaklanıyor olabilir tabii. Örneğin ulusal ve dini mitlere inanmak bir savaşın çıkmasına neden olabilir ve sonucunda milyonlar evlerini, uzuvlarını, hatta hayatlarını kaybedebilir. Savaşın nedeni kurgusal olsa da çekilen ıstırap tamamen gerçektir. Bu nedenle kurguyu gerçekten ayırmak için elimizden geleni yapmamız gerekir.
Kurgu kötü değil, hayali bir olgudur. Para, devlet ya da şirket gibi ortaklaşa kabul ettiğimiz hikayeler olmadan hiçbir karmaşık insan toplumu işleyemez. Uydurduğumuz kurallara uymadan futbol oynayamayız. Piyasalardan ya da mahkemelerden, benzer uydurma hikayelere inanmadan yararlanamayız. Ancak bu hikayeler sadece araçlardır. Hedeflerimiz ya da değerlerimiz haline gelmemelidir. Sadece kurgu olduğunu unuttuğumuz anda gerçeklikle bağımızı kaybederiz. "Şirket için çok para kazanmak" ya da "ulusal değerlerimiz korumak" gibi çatşmaların içine düşeriz. Şirket, para ve ulus sadece hayalimizde var olabilir. Hepsini kendimize hizmet etmek için yaratmışken, neden onlar uğruna kendi hayatlarımızı feda edelim?
21.yüzyılda geçmişte görülmediği kadar güçlü kurgular ve totoliter dinler yaratacağız. Biyoteknoloji ve bilgisayar algoritmalarının yardımıyla bu dinler dakika dakika varlığımızı kontrol etmekle kalmayacak; bedenlerimizi, beyinlerimizi ve zihinlerimizi de şekillendirecek, cennetler ve cehennemlerden oluşan bütünlüklü sanal dünyalar yaratacaklar. Kurguyu gerçekten, dini de bilimden ayırmayı başarmak hiç olmadığı kadar zor ve hayati olacak.


Yarının Kısa Bir Tarihi
Alıntı
Kitap: Homo Deus
Yazar: Yuval Noah Harari

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

14 Nisan 2017 Cuma

Yüzleşme

Korku; insanoğluğunun en güçlü duygularından biridir. İnsanlığın varoluşundan itibaren genlerine kazınmıştır. 'Savaş ya da kaç!' 
Korku sayesinde hayatta kalmayı başaran ilk insan bu duyguyu genlerimize aktarmış, günümüze kadar taşımış ve bu aktarım hayatta kalma iç güdüsü taşıyan insan tarafından diğer nesillere de aktarılmaya devam edecektir.
Bu açıdan bakıldığında işe yarar, faydalı bir duygu gibi görünen korku, zamanımız koşullarında dezavantaja dönüşmekte. Çünkü artık aslanlardan, kaplanlardan ve ilkel döneme ait bir çok vahşi şeyden korunmamızı gerektirecek bir durum ortada yoktur... Gerçi korunmamız gereken en vahşi hayvan insanı göz ardı etmek pek de doğru olmaz....
Korkularımız hayatımızda engeller oluşturur ve bu korkuların genelde pek farkında olmayız. Çünkü; üzerini tozlu sandıklar gibi onlarca bahanelerle örteriz, altta yatan sebebi görmek her geçen gün zorlaşır. 
Sevmek ve sevilmekten kaçarız, kaybetmekten korktuğumuz için. Yeni başlangıçlara adım atmaktan çekiniriz, başarısızlıktan korktuğumuz için. Sevmediğimiz işlerde yıllarca çalışmak zorunda kalırız, aynı konforu başka bir işte bulamamaktan korktuğumuz için. Yıllarca yaşadığımız şehirden şikayet eder, bilinmezlikten korktuğumuz için başka şehre taşınma cesaretini gösteremeyiz... Ve bunlara kendimizi haklı çıkaracak öyle kılıflar buluruz ki  altında yatan canavarı görünce kendimiz bile şaşarız... 
Yapacağımız en iyi şey korkularımızla yüzleşip, üzerine gitmektir. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi hayatımıza verdiği zarar da yadsınamaz...
Korkusuz, cesaret dolu bir yaşaşam dilerim herkese

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Persephone

13 Nisan 2017 Perşembe

Gün Olur

Gün olur, alır başımı giderim, 
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. 
Şu ada senin, bu ada benim, 
Yelkovan kuşlarının peşi sıra. 
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; 
Çiçekler gürültüyle açar; 
Gürültüyle çıkar duman topraktan. 
Hele martılar, hele martılar, 
Her bir tüylerinde ayrı telaş!... 
Gün olur, başıma kadar mavi; 
Gün olur başıma kadar güneş; 
Gün olur, deli gibi... 
Orhan Veli Kanık 
Bana şiiri sevdiren adam, iyi ki doğdun…

Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone

8 Nisan 2017 Cumartesi

SEVGİ

Bunun üzerine Almitra, 'Bize sevgiden bahset...' dedi.
Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı.
Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.
Ve yüksek bir sesle konuşmaya basladı: 
'Sevgi sizi çağırınca, onu takip edin,
Yolları sarp ve dik olsa da...
Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi,
Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...
Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın,
Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi,
Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...
Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer.
Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...
En yükseklere uzanıp, Güneş'le
titresen en hassas dallarınızı okşasa da,
Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır,
Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...
Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker;
Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar;
Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...
Bembeyaz olana kadar öğütür sizi;
Esnekleşene kadar yoğurur;
Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye,
Sizi kendi kutsal ateşine savurur...
Sevgi bütün bunları,
Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar,
Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzünü yaratır...
Ancak korkunun kıskacında,
Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız,
O zaman örtün çıplaklığınızı,
Ve sevginin harman yerine adim atin...
Adim atin, kahkahaların tümünün olmadığı,
Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya,
Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...
Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini,
Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri...
Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de;
Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...
Sevdiğinizde, 'Tanrı benim kalbimde, ' yerine,
Söyle deyin, 'Ben kalbindeyim Tanrı'nın...'
Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına,
Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer,
sizi değer bulduğunda...
Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...
Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa,
Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...
Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali,
Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip,
Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak,
Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak,
Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...
Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak,
Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...
Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua,
Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...'


Halil Cibran

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

2 Nisan 2017 Pazar

Transaksiyonel Analiz ile İletişim Kalitenizi Arttırın

Sosyal varlık olan insan için iletişim hayatın önemli bir parçası. Hepimiz bir şekilde iletişim kuruyor ya da kurmaya çalışıyoruz. Önemli olan kurduğumuz iletişimin kalitesi. Kendimizi, insanı ne kadar anlıyor ve tanıyorsak iletişimde de o kadar başarılı oluyoruz.
İş, ev ve sosyal hayatımızda kabul görmek, fark edilmek, beğenilmek ve sevilmek isteriz. Bunlar insanın yaşam sürecindeki temel ihtiyaçlarıdır. Çocuğumuzla, eşimizle veya sevgilimizle, patronumuz ve iş arkadaşlarımızla sürekli iletişim halindeyiz. İletişim kanalları tıkandığında birbirimizi anlamakta güçlük çekeriz. Huzursuzluk ve can sıkıntıları baş gösterir. Herkes anlamayı ve anlaşılmayı beklerken, iletişim sekteye uğrar.
Transaksiyonel Analiz(TA) psikiyatrist Eric Berne tarafından geliştirilen bir kuramdır. TA, kişisel gelişim ve değişim için sistematik ve kişisel psikoterapi teorisidir. Doğduğumuzda saf ve temiz doğarız, büyüdükçe çeşitli etkileşimlerle yavaş yavaş şekillenir ve farklılaşırız. TA kuramının dayandığı felsefe, Berne'ün şu ifadesiyle özetlenebilir: "İnsanlar dünyaya prens veya prenses olarak gelirler, ancak daha sonra kurbağaya dönüşürler. TA'nın amacı da, insanların yeniden prens veya prenses olmalarına yardımcı olmaktır."
TA'da insanda bulunan üç ego durumundan söz edilir. Bunlar; ebeveyn, yetişkin ve çocuk durumlarıdır.
Ebeveyn: Değerler, inançlar, kural ve kalıplar
Yetişkin: Kararlar, tercihler, somut ve sahici
Çocuk: İhtiyaçlar, korkular ve duygular
İletişim kurarken bu üç durumdan biri söz konusudur. Aynı dili konuşmak terimini günlük hayatta çok kullanırız, bu ego durumlarından ebeveyn durumu ile iletişim kuruyor ve karşımızdaki ebeveyn durumundaysa bu aynı dili konuşmaktır. İletişimde biri çocuk ego durumunda, diğeri ebeveyn durumundaysa çatışma ortaya çıkabilir.
İnsanlar bu üç ego durumunu da kullanır. Kişilerde bazen eşit bazen de birinin baskın olması durumu söz konusu olabilir. Bu ego durumlarından ideali yetişkin ego durumudur. Her zaman yetişkin ego durumunda olmak pek mümkün değildir.
Kendimizin ve iletişimde bulunduğumuz insanın hangi ego durumunda olduğunu nasıl anlarız? Konuyu özetleyen bununla ilgili internette çok güzel bir tablo buldum. Karşınızdakini ve kendinizi iletişimdeyken kullandığınız sözcükler, ses tonu ve beden diline göre hangi ego durumunda olduğunuzu anlamanıza yardımcı olacaktır.

foto:uğur özeren

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

30 Mart 2017 Perşembe

Eğitim Şart

İki gündür eğitimdeyim umarım yokluğumu hissetmemişsinizdir. Bloglara uğrayamadım, ne yazık ki o güzel yazılarınızı okuyamadım. Ben eğitimdeyken hayat bir şekilde akmaya devam etti, tabii ki  farkındayım...
Akış enteresan bir şey değil mi? Ben eğitimdeyim, biriniz dertleriyle boğuşuşuyor, biriniz keyifli zaman geçiriyor, biriniz harıl harıl çalışıyor, bir diğeriniz çocuğunun sorunlarıyla uğraşıyor. Hepimiz için hayat akmaya devam ediyor bir şekilde. Durağanlık yok... İşte hayat! Yaşıyor ve nefes alıyoruz...
Benim için inanılmaz keyifli geçen bir eğitim oldu. Neden mi? Konu koçluk becerileriydi ve hayatımda ki bir çok yanlışın nedenini fark ettim de ondan... Pıfff koçluk mu? Modern çağımızın zırvalıkları, yeni kazanç kapısı diyenlere durun bir diyeceğim var! Paydaştık evet! Üzülerek söylüyorum artık değiliz. Ayıracak maddi imkanlarınız varsa eğer, bir koç edinmeye değer. Gördüğüm o. Çünkü inanılmaz bir farkındalık yaratıyor ve ağzınız bir karış açık kala kalıyorsunuz. Bildiğiniz tüm doğrular çöp oluyor. Kendinizi tanımaya, anlamaya başlıyorsunuz...
Genelde davranışı değerlendirme eğilimine sahibiz insanlarla iletişimimizde. Duygu ve düşünce bizi pek bağlamaz. Hoşumuza gitmeyen bir davranışla karşılaştığımızda altında yatanı pek sorgulamayız. Ya arkadaş bu kadar kankaydık bana bunu yaptı, mağduriyetini bir çoğumuz yaşamışızdır. Neden, niçin yaptı ile pek ilgilenmeyiz. İşte tam da bu noktada sıkıntılarımız başlıyor. Altında yatan duygu ve düşünceyi okuma becerisine sahip değilsek davranışı yorumluyor ve kişisel algılıyoruz. Ya o gün kankanızın canı sıkkınsa? Sizinle görüşmeden az önce canı başka bir duruma sıkılmışsa? Siz de yaşanan durumu yüzeysel görüyor ve kişisel algılıyorsanız?
Çoğu zaman olay ve durumları yorumlarken frene basıp, düşünmeyi unutuyor ve istemediğimiz tepkiler veriyoruz. Doğal olarak da istemediğimiz sonuçlarla karşılaşıyoruz. Arkada yatan sebepleri gözardı ediyoruz ve mağdur hissine kapılıyoruz. Doğru mu? Tabii ki değil. Eğer kankamızı kaybetmek istemiyorsak, bizim için önemliyse onun bu davranışının altında yatan sebepleri öğrenmeye çalışıyoruz. Bizim için kıymeti yoksa da uğraşmaya değmez kararını vererek yolumuza devam ediyoruz...
Kendimizi, duygularımızı, ne istediğimizi ne kadar biliyoruz? Ne kadar tanıyoruz? Ve karşımızda ki insanları hangi baremlerimize göre değerlendiriyoruz? Peki ya kendimizin farkında mıyız?

Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

26 Mart 2017 Pazar

Stresin Vücudumuza Etkisi

Stres, modern çağımızın sorunu haline gelmiş durumda. Teknolojinin gelişimiyle daha rahat olmamız gerektiği düşünülse de durum tam tersi. Bir e-mail ile bir çok işimizi hızla yapıyor, makinede çamaşırlar, bulaşıklar yıkanıyor. Bir çok işi kolayca yapıyoruz. Zamandan kazanırken, zamansızlıktan şikayet ediyor ve hiçbir şeye yetişemiyoruz. Kaygı durumu arttıkça üzerimizdeki stres te artıyor. Stresle başa çıkmak üzerine yazılan makaleler, kitaplar çok fazla ilgi görüyor. Çünkü, stresle nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz ve hayatımızı ele geçirdiğinin farkındayız. Bir çok öneri ve yöntem var uygulayabilene tabii.
Hayatımızı etkileyen 'stres' denen şey ile başa çıkmak önemli. Peki bize, vücudumuza neler yaptığının farkında mıyız?
Son yirmi- otuz yıl içinde bilim insanları sürekli stresin vücudumuz üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu anladı. Kalp-damar sisteminin özellikle duyarlı olması hiç de şaşırtıcı değil. Savaş ya da sıvış tepkisiyle yükselen kan basıncının sürekli yüksek kalması kan damarı duvarlarına zarar vererek sonunda atardamarlarda tıkanmadan kalp krizine varan sorunlara yol açabilir. Onbinlerce İngiliz hükümeti çalışanının izlendiği çalışmalarda işi daha stersli olanların anlamlı derecede genç yaşta ve çoğunlukla kalp krizi nedeniyle öldüğü bulunmuştur. Doğu Avrupa'da komünist sistemin yıkılmasından sonra yaşanan toplumsal çöküş sırasında kalp yetersizliğine bağlı ölüm oranları fırlamıştır.
Ancak kronik stres, kalp dışında pek çok yerde etki gösterir. Savaş ya da sıvış tepkisi sırasında vücut kan şekeri düzeylerini yükseltmek için yakıt kullanır. Bu da bize gereken enerji takviyesini sağlar ama zaman içinde obezite ve diyabet riskini arttırır. Ayrıca bağışıklık sistemimizi tehlikeye atar.
Yirmi- otuz yıl öncesine kadar bilim insanları, psikolojik stresin enfeksiyona karşı verdiği yanıtı etkilemesinin mümkün olduğunu düşünmüyorlardı. Oysa şimdi aradaki bağlantıyı ispatlayan tonlarca kanıt var. Etkiler karmaşık olmakla birlikte, akut stres patlamaları ( dakikalar ila saatler sürebilir) genel olarak bağışıklık sisteminin hasara karşı hazır olması için destekler ve bu etkide kortizol gibi hormonlar aracılık eder.
Strese yol açan olay sona erdiğinde hormonların düzeyi hızla normale döner; örneğin, kortizol kendi salgılanmasını sonlandıran bir kapatma düğmesi işlevi görür. Etkilenmiş bağışıklık hücrelerinin (ki bu hücrelerin bir enerji maliyeti vardır ve uzun süre aktif kalırlarsa vücudun kendisine saldırabilirler) sadece ihtiyaç duyulduğu sürece iş başında olmasını sağlayan akıllıca bir sistemdir bu.
Ancak kronik stres altındayken kortizol sürekli salgılanır. Bu durumda kortizol kalıcı bir kapatma düğmesi gibi davranır ve bağışıklık sistemini baskılar. Kronik stres, aşılara verdiğimiz yanıtı bozar ve bizi soğuk algınlığından HIV'e, türlü enfeksiyonlara karşı daha duyarlı hale getirir.
Eğer çok uzun süre çok fazla stres altında kalırsak bu kapatma düğmesi yıpranabilir ve vücudumuz kortizole olması gerektiği gibi yanıt veremez hale gelir. Bu da bağışıklık sisteminin kontrolden çıkmasına yol açarak, bizi allerjilere ve en kötüsü de kronik enflamasyona karşı duyarlı hale getirir. Bir sıyrığın etrafında şişme ve kızarıklıkla kendini belli eden enflamasyon, vücudun enfeksiyon ve yaralanmaya karşı ilk savunma hattıdır. Kılcal kan damarları genişleyerek sızdırmaya başladığı için kan ve bağışıklık hücreleri etraftaki dokuya yayılır. Bu süreç, o alanı tahriş edici maddelerden, istilacılardan ve hasar gören hücrelerden etkin biçimde, hızla temizler; kısa süreli enflamasyon yara iyileşmesinin önemli bir parçasıdır.
Fakat uzun süre devam eden, gereğinden fazla enflamasyon, süreci bozar ve yara onarımı yavaşlar. Araştırmacılar bu durumu Alzheimer hastası yakınına bakan kadınlarda, sınava hazırlanan diş hekimliği öğrencilerinde ve evli çiftlerde kavga ettikleri zaman gözlemlemiştir. Yüksek düzeylerde enflamasyon, egzamadan multipl skleroza çeşitli otoimmün hastalıklarda alevlenmelere neden olur. Ayrıca iltihap zaman içinde kemikler, eklemler, kaslar ve kan damarları gibi sağlıklı dokuları da yer bitirir.
Stresin neden olduğu fizyolojik değişimler görünüşe göre bazı kanserlerde de rol oynar. Milyonlarca kişinin uzun süre izlendiği pek çok epidemiyolojik çalışmada, sigara ve alkol tüketimi gibi davranışsal faktörler kontrol edilse bile, stresli bir yaşamın belli kanser türleri için risk taşıdığı bulunmuştur. Bu arada laboratuvar deneyleri stresin, en azından hayvanlarda, DNA onarım mekanizmasına ket vurduğunu ve bağışıklık yanıtının, normalde tümörle mücadele eden doğal katil hücreler gibi bazı bölümlerini baskıladığını düşündürmektedir.
Savaş ya da sıvış tepkisi, hasarlı hücreleri ortadan kaldıran ve yeni kan damarlarının oluşmasını destekleyen enflamasyonu güçlendirerek, gelişmekte olan bir tümörün ihtiyacı olan şeyi sunar: yerel kan temini ve genişleyecek alan. Farklı türde kanseri olan fareler strese maruz bırakıldığında ya da bu hayavanlara bir stres hormonu olan adrenalin uygulandığında tümörleri daha hızlı büyür ve yayılır.
Tüm bu bilimsel veriler hayatımızdaki stresin vücudumuzda nelere yol açabileceğini özetlemekte, ki bu stresin etkilerinin bir kısmı. Bu etkilere bakıldığında stresle başa çıkılmasının ne kadar önemsenmesi gerektiği ortada. Herkese stressiz, en azından az stresli bir yaşam diliyorum.

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


Yararlanılan Kaynak: Şifa - Jo Marchan

18 Mart 2017 Cumartesi

Çanakkale

Övün ey Çanakkale, cihan durdukça övün!
Ömründe göstermedin bin düşmana bir gün.   
Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün, 
Başına yüz milletin birden üşüştüğü yersin!
Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla. 
Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla.             
Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla, 
Neferin ordularla boy ölçüştüğü yersin!
Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devinden,  
Koştu senin koynundan çıkar çıkmaz evinden.  
Sen onların açtığı bayrağın alevinden,  
Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin!
Toprağından fazladır sende yatan adamlar, 
Irmağın kanla çağlar, yağmurun kanla damlar. 
O cenkten armağandır sana kızıl akşamlar, 
Sen silahın inançla son döğüştüğü yersin!
Bir destana benziyor senin bugünkü halin. 
Okurken duyuyorum sesini ihtilalin. 
Övün ey Çanakkale, ki sen Mustafa Kemal'in, 
Yüz milletle yüz yüze ilk görüştüğü yersin!
Faruk Nafız Çamlıbel
SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

13 Mart 2017 Pazartesi

Nosebo Etkisi

Önceki yazımda plasebo etkisinden detaylı olarak bahsetmiştim. Plasebo Latince "memnun edeceğim", nosebo ise "zarar vereceğim" anlamına gelmekte. Nosebo etkisini, plasebo etkisinin zıttı olarak düşünebiliriz.
Nosebo etkisi de plasebo etkisi kadar ilginç bir konu. Nosebo etkisini kısaca şöyle açıklayabilirim. Eğer daha önce limonun tadına bakmışsanız, size limonu düşünün dediğimde ne hissedersiniz? Ağzınız sulanır, yüzünüz ekşir vs. Limonu düşünmek bile size limonu yediğinizdeki hisleri yaşatır. İşte şu an yaşadığınız bu olay "nosebo etkisi".
Nosebo etkisine çarpıcı bir örnek ise 2007 yılında ABD'deki doktorlar tarafından Mississippi Jakson'dan bildirilen 29 yaşında bir vaka. Bir antidepresan ilaçla ilgili klinik çalışmalara katılan adam tedaviye iyi yanıt veriyordu. Ancak kız arkadaşıyla aralarında geçen bir kavganın ardından kapsüllerin hepsini yutarak aşırı doz aldı. Hastanede kendini kaybettiğinde kalp atımı çok hızlı, kan basıncı endişe verici düzeyde düşüktü. Sağlık ekibi adama 4 saat içinde 6 litre serum verdi. Sonunda çalışmayı düzenleyen yetkililerden, hastanın plasebo grubunda olduğuna dair bir mesaj geldi. On beş dakika içinde bütün belirtiler kayboldu. Adam zehirlenmemişti, aşırı doz ilaç aldığını ve zehirlendiğini düşündüğü için bu belirtileri yaşıyordu.
İlaç almadan önce prospektüsteki yan etkileri okuyorsanız, bu yan etkilerden en azından birini yaşamanız olasıdır. Aslında ilaç aldığımızda gelişen yan etkilerin çoğu doğrudan ilaçlara değil, nosebo etkisine bağlıdır.
Nosebo etkisi, kara büyülere de bir açıklama getiriyor. Tıp doktoru olan Clifton Meador "Kökeni Bilinmeyen Belirtiler" adlı kitabında 80 yıl önce lanetlenmiş Alabamalı bir adamın öyküsünü anlatmış. Talihsiz hasta, Drayton Doherty adlı doktor tarafında muayene edilene dek bir deri bir kemik kalmış, ölmek üzeredir. Ne söylerse söylesin hastanın ölmek üzere olduğuna dair sarsılmaz inancını değiştiremeyeceğini anlayan Doherty hileye başvurur. Ailenin de rızasını alıp adama güçlü bir kusturucu ilaç verir ve çantasından gizlice yeşil bir kertenkele çıkarır. Hastaya, büyücünün, vücuduna gizlice bir kertenkele yerleştirmiş olduğunu söyler. Müsibet hayvan artık gitmiş olduğuna göre hasta iyileşecektir. Hasta gerçekten de iyileşir.
Nosebo etkisi, bulunduğumuz ortamda bir şeylerin yanlış gittiğine dair psikolojik ipuçları tarafından tetiklenen, görmezden gelemeyeceğimiz bir biyolojik mesajdır. İçinde bulunduğumuz ortamı ne kadar tehditkâr algılarsak, bu belirtilere karşı o kadar duyarlı hale geliriz. Ancak telkin yeterince güçlüyse bu belirtiler herkeste uyarılabilir. Bu durum vücudun kendini koruma mekanizmasıdır.


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone


Yararlanılan Kaynak: Şifa - Jo Marchant

3 Mart 2017 Cuma

Plasebo Etkisi


Plasebo latince kökenli bir isim olup "memnun edeceğim" anlamına gelmektedir. Tıbbi olarak plasebo ilaç, etkin madde içermeyen ilaç görünümlü maddelerdir. İlaç sektöründe keşfedilen yeni bir ilacın o hastalıkta etkin olup olmadığını anlamak için plasebo kontrollü çalışmalar yapılır. Bu çalışmalar bazen çift kördür bazen de tek kör. Bu, şu anlama geliyor, ne hasta ne de doktor hastanın ilaç mı plasebo mu aldığını bilmiyorsa çift kör, yalnız doktor biliyorsa çalışma tek kördür. Ümit vaat eden bir ilaç plasebodan daha iyi değilse çöp olur.
Plasebonun etkisi bazı durumlarda yadsınamayacak kadar güçlüdür. Etkin madde taşımayan bir ilacın etkisi mi olur diye düşünebilirsiniz. Bunu belki de kendiniz çok basit bir şekilde deneyimleyebilirsiniz. Başım ağrıyor diyen bir yakınınıza ilaç benzeri bir bonibon şekeri içirdiğinizde baş ağrısının geçmesi sizi şaşırtmasın.
İtalya'nın Torino kentindeki Molinette Hastanesi'nin sinir bölümünde çalışan doktor Fabrizio Benedetti meslek hayatını plasebo etkisini araştırmaya adamış bir bilim adamı. Yaptığı çalışmalar sonucunda vardığı nokta beynimizin halen keşfedilmeyi bekleyen bir çok yönü olduğunun kanıtı. Nasıl mı?
Benedetti çalışmalarında, inançla tetiklenen ve ağrıya verdiğimiz yanıtı artırıp azaltabilen doğal beyin kimyasalları saptadı. İnsanların opioid ilaçlar (ülkemizde kırmızı reçete ile satılan ilaçlar. Örneğin; morfin) yerine plasebo ağrıkesici aldıklarında, plasebonun ağrıyı geçirmekle kalmayıp, tıpkı opiyat (uyuşturucu) kullanımında olduğu gibi solunumu ve kalp hızını da azalttığını buldu. Ayrıca güçlü ağrı kesici etki gösterdiği düşünülen kimi ilaçların aslında doğrudan ağrı üzerinden bir etkisi olmadığını keşfetti.
Opioid ağrıkesicilerin beyindeki endorfin (beyinde var olduğu yeni keşfedilen doğal opioid) reseptörlerine bağlanarak etki gösterdiği düşünülmektedir. Bu mekanizma, belli bir ilaç alıp almadığımızı bilmemizden etkilenmez. Benedetti, bu tür ilaçların, böyle bir etki mekanizması dışından plasebo etkisi de gösterdiğini, ağrının dineceğine dair bir beklenti yaratarak beyinden doğal endorfinlerin salıverilmesine yol açtığını ortaya koymuştur. Bu ikinci yolaksa ilacı alıp almadığımızı bilmemize(ve olumlu bir beklenti taşımamıza) dayanır. İnanılmaz ama Benedetti daha önceleri güçlü ağrıkesiciler olduğu düşünülen kimi ilaçların sadece bu ikinci yolla etki gösterdiğini bulmuştur. Bu ilaçları aldığınızı bilmiyorsanız, ilaçlar hiçbir işe yaramaz.
Plasebolar ne olursa olsun mucizevi etkilere sahip değil. Tabii ki ilaçların yerini alabilir iddiasında bulunulamaz. Plaseboların hastalıklara bağlı semptomları (belirti) azaltsa da hastalığın fizyolojisini etkilediğine dair kanıtlar yok. Tıpta kullanılan pek çok yöntem ve tedavi, altta yatan hastalığın tedavisi zorsa, semptomların hafifletilmesine yöneliktir. Plasebo vücudunuzda  var olan bir tümörü tedavi etmez ya da küçültmez ama bu tümöre bağlı ağrıyı azaltabilir.
Plasebo farklı etkiler gösteren, yan etkileri olmayan, sıfır maliyetli haplardır. Ancak plasebo gücünü kabul eden doktorlar bile plasebo kullanımını reddedebiliyor. Bununda nedeni, plaseboların etkilerini görebilmeniz için hastaya yalan söylemeniz, etkin madde olmadığı halde hastayı kandırmanız gerekliliği. Plasebo kullanımını eleştirenler, potansiyel faydaları ne olursa olsun plaseboların, doktor- hasta güven ilişkisini zedelediği yönündedir.
Vücudumuzun ki özellikle beynimizin nasıl çalıştığı ile ilgili keşfedilecek olan yeni bilgilerle, ilerleyen yıllarda belki de ilaç bile kullanmamıza gerek kalmadan hastalıklar tedavi edilebilir, kimbilir...

SEVGİ ve IŞIK'la kalın...

Yararlanılan Kaynak: Şifa - Jo Marchant