25 Ocak 2015 Pazar

Hayal Kırıklığı

Hayal kırıklığı, karşılanmamış beklentilerin sonucunda ortaya çıkar... Kendinden başka kimseden beklentin olmasın!

Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone

19 Ocak 2015 Pazartesi

HASAN DEDE

Hasan dede her zaman ki gibi evinin sokağa bakan camının köşesinde oturmuş olan biteni izliyor... Güneşli güzel bir gün, çocuklar güneşli havayı görünce dökülmüşler sokağa... Ne güzel de koşuşturuyorlar, çocuklar işte ey gidi ey... Annesi Ecrin'e sesleniyor ama Ecrin oralı değil... Furkan Batuhan'a bağırıyor : ''Tutsana şu topu...''  Nursu ve Kübra ip atlamak için Büşra'ya sesleniyor: ''Hadi artık gel, seni bekliyoruz...'' Bizim zamanımızda isimler böyle miydi? Ayşe, Emine, Fatma, Ahmet, Hüseyin, Ali gibi isimler vardı... Zamanla ne kadar çok şey değişiyor diye düşündü Hasan dede, isimler bile... Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde...
Hasan dede çocukları çok seviyordu, mahallenin çocukları da onu çok seviyordu. Hasan dedenin evi binanın giriş katındaydı, çocuklar acıktı mı, susadı mı Hasan dedenin kapısını çalarlardı, alıştırmıştı çocukları buna, memnundu halinden... Çocuklar da yalnız bırakmıyordu onu, bütün ev ihtiyaçlarına, alışverişine koşuyorlardı... İyi kötü yaşayıp gidiyordu, Hasan dede seksenlerine merdiven dayamıştı ama yine de yaşına göre sağlığı iyi sayılırdı, hafif aksayan ayağı dışında...
Çocuklara bakarak derin bir iç geçirdi, ne kadar da hızlı akmıştı hayat... Bir zamanlar ben de çocuktum diye geçti aklının ucundan... Babası Fahri bey Kayseri'nin ünlü iş adamlarından, annesi Saliha'da köklü bir aileden gelmekteydi... Babası işleri büyütmeye karar verince İstanbul'a taşınmışlardı.... Güzel bir çocukluk geçirmişti, ailenin tek çocuğuydu, ailesi ikinci bir çocuğu çok istemelerine rağmen olmamıştı... Ailesi varını yoğunu Hasan'a adamış en iyi okullarda okutup, iyi bir eğitim vermişlerdi.
Çok hızlı yaşamıştı gençliğini... Zamanının bıçkın delikanlılarındandı. İyi eğitimine rağmen bir işte dikiş tutturamamıştı, babası Hasan'ı şirketin başına geçirmek istiyordu ama hovardalıklarını, vurdum duymazlığını gördükçe güvenemiyordu bir türlü. Kardeşinin oğlu Kamil'i Kayseri'den getirtmiş, onu yetiştiriyordu yanında, bir gün Hasan'ın da adam olacağını umuyordu... İşleri ona emanet etmek istiyordu ne de olsa kanıydı, canıydı... Hasan'ın gönlü kırılsa da bu duruma, aman boşver deyip devam etmişti hayatına... Yaşamıştı kendi bildiğince... Mutlu da olmuştu... Şu an ki en büyük derdi içindeki paylaşamadığı yalnızlığıydı... Etrafında çok insan vardı, konu komşu yalnız bırakmıyordu ama yetmiyordu işte... Nankörlük müydü bu düşüncesi? Yok değil, başka bir türlü yalnızlıktı onun kisi... Doldurulamaz bir yalnızlık... Çok sevmişti vakti zamanında güzel Leyla'yı... Gözünün önündeydi halen, onca yıla rağmen sanki dün gibi uzun siyah saçları, iri kömür karası buğulu gözleri, inci dişleri, ürkek gülümsemesi... Her şeyden değerli o güzel yüreği... Göz pınarlarında yaşlar birikti, yüreğinde derin bir acı hissetti Hasan dede... Leyla'nın özleminin ağırlığı altında ezildi, küçüldü, içindeki kor ateş bütün vücudunu yaktı... Leyla direnebilseydi kör olası verem illetine şimdi yanında olacaktı... Leyla'sı, çocukları, torunları ile birlikte Hasan dede çok farklı bir pencereden bambaşka bir dünyaya bakacaktı...


Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

7 Ocak 2015 Çarşamba

Üstün Yaratıcılığa Sahip Kişilerde Görülen Farklı 18 Davranış Biçimi

Yaratıcılık, tuhaf ve genellikle de mantık dışı görünen bir şeydir. Yaratıcı düşünce biçimi, bazı kişilik türleri için sabit ve belirgin bir karakter özelliğidir. Ama duruma ve şartlara göre de değişebilir. İlham ve fikirler en beklenmedik anda birden bire zihnimizde belirebilir, ama onlara en çok ihtiyaç duyduğumuz zaman bir türlü ortaya çıkmazlar. Yaratıcı düşünce özel bir algılama yeteneği gerektirirse de, düşünme sisteminden tamamen farklıdır.


Nörolojik bilim bugün yaratıcılıkla ilgili çok karmaşık bir fotoğraf ortaya koymaktadır. Bilim insanları artık yaratıcılığın sandığımız gibi sağ ve sol beyin farklılığıyla (sol beyin = mantıklı ve analitik, sağ beyin= yaratıcı ve duygusal ) açıklanamayacağını anlamış bulunuyor. Gerçekten de, yaratıcılığın bir dizi bilişsel süreçler, sinirsel akımlar ve duygular sonucu ortaya çıktığı düşülmekte, ancak yaratıcı zekanın nasıl çalıştığı hakkında hala net bir bilgimiz yok.
Psikolojik açıdan bakıldığında da, yaratıcı kişilikleri belirlemek çok zordur. Zira bu kişiler genelde karmaşık ve çelişkili davranışlar sergiler ve alışkanlıklardan ya da rutin işlevlerden uzak durmaya çalışır. Bu sadece “acı çeken sanatçı” şablonu da değildir – sanatçılar belki de daha zor anlaşılan kişilerdir. Yapılan araştırmalar, yaratıcılığın karakter özellikleri, davranış biçimleri ve sosyal etkilerin bir kişi üzerinde birleşmesiyle meydana geldiğini ortaya koyuyor.
Yaratıcılık konusunda uzun yıllardan beri çeşitli araştırmalar yapan New York Üniversitesi Profesörlerinden Scott Barry Kaufmann, Huntington Post’la yaptığı söyleşide “Aslında yaratıcı kişilerin kendi kendilerini anlayabilmeleri de çok zordur. Zira yaratıcı benlik yaratıcı olmayan benlikten çok daha karmaşıktır. En belirgin şekilde ortaya çıkan özellikler, yaratıcı benliğin çelişkileri ve tutarsızlıklarıdır…. Hayal gücü yüksek olan kişilerin zihinleri daha karmaşıktır” diyor.
Yaratıcı kişiliğin “tipik” bir tarifi olmasa da, üstün yaratıcılığa sahip kişilerde belli davranışlar ve karakter özellikleri görüldüğü kabul ediliyor. Bu kişilerde görülen 18 farklı davranış biçimi aşağıda yer alıyor:
Hayal Kurarlar.
Yaratıcı tipler, ilkokul öğretmenlerinden duyduklarının aksine, hayal kurmanın boşa zaman harcamak olmadığını bilirler.
Kaufman ve “Olumlu ve Yapıcı Hayal Kurma’ya Övgü” adlı makalenin eş yazarı psikolog Rebecca L. McMillan’a göre, düşünceler arasında gezinmek, yaratıcılığın “kuluçka sürecini” destekliyor. Zaten bizler de en iyi fikirlerimizin, aklımız bambaşka yerlerde gezinirken birden bire ortaya çıktığını biliriz.
Hayal kurmak her ne kadar düşünmek anlamına gelmez gibi görünse de, 2012 yılında yapılan bir araştırma, bunun çok yoğun bir zihin faaliyeti olduğunu ileri sürüyor – zira hayal kurma sırasında olayların bağlantıları birden bire fark edilebiliyor ve iç görü artabiliyor. Nörologlar ayrıca hayal kurmanın, imgeleme ve yaratıcılıkla aynı beyin işlevlerini içerdiği sonucuna ulaşmış bulunuyor.
Her şeyi gözlemlerler.
Dünya yaratıcı bir kişinin istiridyesidir – bulundukları her yerde fırsatlar görürler ve yaratıcı bir ifadeyi besleyebilecek tüm bilgileri özümserler. Henry James’in belirttiği gibi, “Bir yazar, hiçbir şeyin kaybolmasına izin vermez”. Yazar Joan Didion yanında her zaman bir not defteri taşırdı. Kişiler ve olaylarla ilgili gözlemlerini bu deftere yazdığını ve sonuçta kendi zihnindeki karmaşa ve zıtlıkları daha iyi anlayabildiğini söylerdi.
Didion “Not Defteri Tutmak” konulu makalesinde “Çevremizde gördüğümüz şeyleri ne kadar dikkatle kaydedersek, gördüğümüz her şeyin ortak paydası kendi benliğimizin şeffaf, utanç duyulacak ve acımasız bir yansıması olur” diyor. “Bu kayıtlar, özel bir duyguyu, zihnin kullanılamayacak kadar küçük bağlantılarını, sadece kayıt düşen kişiye bir anlam ifade eden gelişi güzel ve karmaşık bir düşünceler kümesini yansıtır.”
Kendileri için uygun olan saatlerde çalışırlar.
Büyük sanatçıların birçoğu en verimli çalışmalarını sabah çok erken ya da gecenin geç saatlerinde yaptıklarını söylerler. Vladimir Nabokov, sabah 6 veya 7’de uyanır uyanmaz yazmaya başlardı. Frank Lloyd Wright da sabaha karşı saat 3 veya 4’te uyanıp birkaç saat çalıştıktan sonra tekrar yatardı. Ne zaman olduğu hiç önemli değil, yaratıcı çalışmaları olan kişiler, zihinlerinin hangi saatlerde en verimli şekilde çalışmaya başladığını bilirler ve günlerini ona göre planlarlar.
“Yaratıcı fikirlere açık olabilmek için, yalnızlığı yapıcı bir şekilde kullanabilmeli, yalnız kalma korkusunu yenmelisiniz” diyor Amerikalı varoluş psikoloğu Rollo May..
Sanatçılar ve yaratıcı kişilerin hep yalnızlıktan hoşlandığı düşünülür. Bu her zaman doğru olmasa da, yalnızlık en iyi eserlerini yaratmaları için önemli bir unsur olabilir. Kaufman bunu yine hayal kurmaya bağlıyor – ve zihnimizin özgür bir şekilde dolaşabilmesi için kendimize yalnız kalabileceğimiz bir zaman yaratmamız gerektiğini belirtiyor. “İçinizdeki sesi dışa vurabilmek için, onunla iletişime geçebilmelisiniz. Eğer kendinizle iletişim kuramaz ve kendinizi yansıtamazsanız, o yaratıcı iç sesi bulmanız çok zordur” diyor.
Yaşamdaki engelleri tersine çevirirler.
Tüm zamanların en fazla iz bırakmış hikayeleri ve şarkıları yürek burkan acılardan ve kalp kırıklıklarından doğmuştur … bu üzüntülerin olumlu yönü ise, büyük bir sanat eserinin yaratılmasına yol açmış olmalarıdır. Psikolojinin “Travma sonrası gelişim” adı verilen yeni alanında, birçok kişinin yaşadığı zorlukları ve erken yaştaki travmaları yaratıcılıklarını önemli ölçüde geliştirmek için kullanabildikleri ileri sürülüyor. Araştırmacılar travmaların özellikle insan ilişkileri, maneviyat, yaşam sevinci, kişisel güç ve — hepsinden önemlisi yaratıcılık konusunda gelişmelerine ve hayatta yeni fırsatlar görebilmelerine neden olduğunu belirlemişler.
Kaufman “Birçok kişi bu tür travmaları gerçeği farklı bir perspektifle görebilmek için ihtiyaç duydukları bir güç olarak kullanabiliyor” diyor. “Hayatlarının bir noktasında bir travma yaşadıklarında, dünyanın güvenli veya koşulları belirlenmiş bir yer olduğu şeklindeki görüşleri yerle bir oluyor ve o andan sonra tüm sınırları aşarak her şeyi yepyeni ve farklı bir gözle değerlendiriyorlar – bu da yaratıcılığı müthiş destekleyen çok olumlu bir şey.”
Sürekli yeni deneyimler peşinde koşarlar.
Yaratıcı kişiler yeni deneyimler ve değişik duygular yaşamayı severler. Bu da yaratıcı üretkenliğe yol açan önemli bir öngörü kazanmalarını sağlar.
“Yeni deneyimlere açık olmak, yaratıcı başarının en önemli yapı taşıdır” diyor Kaufman. “Bu özelliğin değişik bilgiler edinmek, heyecan merakı, farklı duygular yaşamak, hayallere açık olmak gibi pek çok yüzü olsa da, hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Hepsinin ortak noktası, hem iç – hem de dış dünyanızı zihinsel ve davranışsal açıdan keşfetmek arzusudur.”
Yenilgiden korkmazlar.
Yaratıcı başarının ön koşulu dirençli ve esnek olmaktır. Yaratıcı bir şeyi ortaya koyabilmek için, tekrarlayan başarısızlıklara aldırmayıp, yılmadan denemek gerekir. Yaratıcı kişiler – en azından başarıya ulaşmış olanlar – başarısızlığı kişisel olarak almamayı öğrenmişlerdir. Steve Kotler, Einstein’ın yaratıcı dehası ile ilgili bir makalesinde “Yaratıcı kişiler başarısız olur ve gerçekten yaratıcı olanlar çok sık başarısız olur” diyor.
Her şeyi sorgularlar.
Yaratıcı kişilerin doymaz bir merakı vardır – genelde kanıtlanmış koşullarda yaşamayı tercih ederler. Hatta yaşlandıktan sonra bile yaşamla ilgili merakları devam eder. Bazen yoğun tartışmalar şeklinde, bazen de tek başına düşüncelere dalarak çevrelerindeki dünyayı sürekli incelerler ve her şeyi neden ve nasıl diye sorgularlar.
İnsanları gözlemlerler.
Doğuştan gözlemci olan ve başkalarının hayatını merak eden yaratıcı kişiler genellikle insanları gözlemlemekten hoşlanır – ve bazen en iyi fikirlerini böyle geliştirirler.
“[Marcel] Proust hemen hemen tüm yaşamını insanları gözlemlemekle geçirmiş, gözlemlerini sürekli not etmiş ve bu notlar zaman içerisinde kitaplarına yansımıştır“ diyor Kaufman. “Birçok yazar için insanları gözlemlemek çok önemlidir… Bu kişiler insan doğasının tutkulu izleyicileridir.”
Risk alırlar.
Yaratıcı çalışmanın en önemli unsurlarından biri risk almaktır. Yaratıcı kişilerin çoğu da yaşamlarının çeşitli alanlarında aldıkları risklerden beslenir.
Steven Kotler Forbes’a yazdığı bir yazısında “Risk almakla yaratıcılık arasında derin ve anlamlı bir bağlantı vardır ve bu bağlantı genellikle gözden kaçar” diyor. Yaratıcılık hiç yoktan bir şey yaratma sanatıdır. Hayal gücü tarafından ileri sürülen iddiaları tüm dünyaya açabilmeyi gerektirir. Ürkek ve çekingen kişilere göre bir iş değildir. Zamanın boşa gitmesi, itibarın zedelenmesi, paranın ziyan olması… tüm bunlar ters giden yaratıcılığın yan ürünleridir.
Tüm yaşamı kendilerini ifade etmek için bir fırsat olarak görürler.
Nietzsche, insan yaşamının ve dünyanın bir sanat eseri olarak görülmesi gerektiğine inanırdı. Yaratıcı kişiler de dünyayı gerçekten bu şekilde görmeye ve günlük hayatın içinde sürekli olarak kendilerini ifade edebilecekleri fırsatları aramaya daha yatkın olabilirler.
“Yaratıcı ifade, kendini ifade etmektir,” diyor Kaufman. “Yaratıcılık, aslında ihtiyaçlarınızın, arzularınızın ve özgün benliğinizin kişisel bir ifadesi olmaktan başka bir şey değildir.”
Gerçek tutkularının peşinden giderler.
Yaratıcı kişiler doğal bir motivasyona sahiptir— yani onlar dışarıdan elde edilecek bir ödül veya onay kazanmak için değil, kendi içlerinden gelen doğal bir istekle hareket ederler. Psikologlar, zorlu koşulların yaratıcı kişileri motive ettiğini ileri sürüyor ki, bu da içsel motivasyonun bir işaretidir. Yapılan araştırmalar da, bir işe girişmek için sadece içsel nedenleri düşünmenin bile yaratıcılığı arttırdığını gösteriyor.
M.A. Collins ve T.M. Amabile’ın “Yaratıcılığın Rehberi” adlı eserlerinde belirttikleri gibi, “Üstün yaratıcı kişiler, zorlu ve riskli problemlerle uğraşmaktan büyük zevk alır. Zira bu onlarda yeteneklerini kullanabilmekten kaynaklanan bir güçlülük duygusu yaratır.”
Zihinlerini silerler.
Kaufman, hayal kurmanın bir başka yararının da kendimizi sınırlı bakış açımızdan kurtarması ve farklı düşünce tarzlarını araştırmamıza yardımcı olmasıdır. Bu da yaratıcılık için önemli bir unsur olabilir.
“Hayal kurmak, evrim geçirdi ve artık yaşadığımız anı unutmamıza yardımcı olan bir araç haline geldi” diyor Kaufman. “ Beynimizin hayal kurmayla bağlantılı olan düşünce ağı, zihin teorisiyle bağlantılı olan düşünce ağıyla aynı – ben buna ‘hayal kurmanın düşünce ağı’ diyorum. Bu tarz düşünce sadece gelecekteki kendinizi hayal etmenizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda başkasının da ne düşündüğünü hayal etmenize yardımcı olur.”
Yapılan araştırmalar ayrıca “psikolojik mesafe” koymanın – yani olaylara bir başka kişinin bakış açısıyla bakmanın veya bir sorun hakkında sanki gerçek değilmiş veya bilmediğiniz bir şeymiş gibi düşünmenin yaratıcı düşünceyi desteklediğini ortaya koyuyor.
Zaman kavramını unuturlar.
Yaratıcı kişiler, yazı yazarken, dans ederken, resim yaparken veya kendilerini başka bir şekilde ifade ederken, transa girmek diye bilinen ve yaratıcılıklarını en üst düzeye çıkartan “başka bir boyuta” geçtiklerini görebilirler.
Trans durumundaki biri, bilinçli düşünce halinin ötesine geçerek çabasız bir konsantrasyon düzeyine ve sakinliğe ulaşır. Kişi bu durumdayken, içeriden veya dışarıdan gelebilecek tüm baskılara ve dikkatini dağıtarak performansını etkileyebilecek her şeye karşı duyarsız olur.
Trans durumuna, zevk aldığınız, çok iyi yaptığınız, ama aynı zamanda – her iyi yaratıcı projede olduğu gibi – sizi zorlayan bir faaliyet sırasında girersiniz.
“Yaratıcı kişiler, ne yapmaktan zevk aldıklarını bilirler – ve aynı zamanda o işi yaparken trans durumuna girme becerisini de kazanmışlardır” diyor Kaufman. “Trans durumu, becerilerinizle yapmakta olduğunuz faaliyet arasında bir uyum olmasını gerektirir.”
Kendilerini güzelliklerle çevrelerler.
Yaratıcı kişiler genelde çok zevkli olurlar. Bu nedenle de çevrelerinin güzelliklerle dolu olmasından hoşlanırlar.
Estetik, Yaratıcılık ve Sanatın Psikolojisi (Psychology of Aesthetics, Creativity, and the Arts) adlı dergide yayınlanan bir araştırma, orkestra müzisyenleri, müzik öğretmenleri ve solistler de dahil olmak üzere müzikle uğraşan kişilerin sanatsal güzelliğe karşı yüksek bir duyarlılık ve ilgi gösterdiklerini ortaya koyuyor.
Noktaları birleştirirler.
Yüksek yaratıcılığa sahip kişileri diğerlerinden ayıran bir özellik varsa, o da başkalarının göremedikleri fırsatları görme yetenekleridir – veya bir başka deyişle vizyonlarıdır. Birçok büyük sanatçı ve yazar, yaratıcılığın başkalarının birleştirmeyi düşünemedikleri noktaları birleştirme yeteneği olduğunu söyler.
Steve Jobs şöyle diyordu:
“Yaratıcılık sadece noktaları birleştirebilmektir. Yaratıcı kişilere bir şeyi nasıl yaptıklarını sorarsanız, biraz utanacaklardır. Zira onlar aslında bir şey yapmamış, sadece ortada olan bir şeyi görmüşlerdir. Bir süre sonra bu onlar için doğal bir şey olmuştur. Yaşadıkları deneyimleri birleştirmeyi başarmışlar ve yeni şeyler oluşturmuşlardır.”
Sürekli bir şeyleri yıkıp değiştirirler.
Kaufman, farklı deneyimlerin yaratıcılık için her şeyden daha önemli olduğunu söylüyor. Yaratıcı kişiler bir şeyleri yıkıp değiştirmekten, yeni şeyler denemekten hoşlanır ve hayatı monoton veya sıradan yapan her şeyden kaçınırlar.
“Yaratıcı kişilerin çok çeşitli deneyimleri vardır. Alışkanlıklar ise farklı deneyimler edinmeyi imkansız kılar” diyor Kaufman.
Farkındalık için zaman ayırırlar.
Yaratıcı kişiler net ve odaklanmış bir zihnin değerini bilirler – zira yaratıcılıkları buna bağlıdır. Birçok sanatçı, girişimci, yazar ve David Lynch gibi diğer yaratıcı kişiler, en yaratıcı düşünce düzeyine ulaşabilmek için meditasyonu bir araç olarak seçmişlerdir.
Farkındalığın beyin gücünü birçok açıdan arttırdığı görüşü bilimsel olarak da destekleniyor. 2012 yılında Hollanda’da yapılan bir araştırma, belli meditasyon tekniklerinin yaratıcı düşünceyi destekleyebileceğini ortaya koyuyor. Farkındalık uygulamaları hafıza ve odaklanmayı güçlendirdiği gibi, aynı zamanda stres ve heyecanı azaltıyor, duygusal durumu iyileştiriyor ve zihinde netlik sağlıyor – bunların hepsi de yaratıcı düşünceyi destekleyebilen unsurlar.

Kaynak: Huffington Post
Sevgi ve ışıkla kalın...
Persephone

4 Ocak 2015 Pazar

Sevginin Işığı


Anamın gözyaşlarıyla yıkadığım geçmişim, 
Babamın alın teriyle kurduğum gençliğim,
Tırnaklarımla kazıyarak var ettiğim bugünüm,
Zaman zaman kelebekler uçurduğum, 
Zaman zaman kan kusturduğum yüreğim,
Koşarak, ağır aksak yürüdüğüm yollarım,
İnişlerim, çıkışlarım...
Büyüdükçe kirlendiğim, kirlendikçe arınacak bir yol aradığım,
Özledikçe özlediğim çocukluğum...
Yağmurla yıkadığım, gökkuşağıyla renklendirdiğim ruhum...
Bir ileri bir geri attığım adımlarım,
Yerimde saydığım günlerim...
Dünümde varolan, bugünüm de yokolan sevdiklerim, 
Sevemediklerim...
Her daim hayatımda varolanlarım, dünümde bugünümde, 
Yarınımda...
Biriktirdiğim anılarım, bozuk para gibi harcadığım mutluluklarım,
Geceleri üzerime yorgan yaptığım acılarım, yalnızlıklarım,
Ellerimle yoğurduğum yaşamım,
Yaratacaklarımla doğdum, yarattıklarımla büyüyor, 
Büyümeye devam ediyorum...
Ve zamanı geldiğinde de var ettiklerimi geride bırakıp, 
Göçüp gideceğim...
Yeryüzünde sonsuza dek kalan, yalnızca SEVGİnin ışığı olacak...





SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone

ANLAR




Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım,
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığı kadar,
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardanım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer,
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ÖLÜYORUM...

Jorge Luis Borges


SEVGİ ve IŞIK'la kalın...
Persephone