Bu aralar ne yapıyorum? Evet klasik bir durum, okuyorum. Hem de Jack London’ın Martin Eden’ini okuyorum. Hem de demem, geç kalmışlığıma bir sitem. Jack London’ın o muhteşem hayal dünyasında kulaç atarken, kendi kendime, bu kitabı okumakta neden geç kaldığımı sorguluyorum.
Rahmetli babam çok kitap okurdu. Gözümdeki hayali yatağın içinde, yakın gözlükleri ile elindeki kitaplar. Neden bilmiyorum ama Jack London aklımda kalan en önemli yazar. Sonra kendime dönüyorum, beni bu yazardan bu kadar uzak tutan şey acaba bu mu? İşte yine kendime sorduğum deli sorular! Deli misin? Bu minnak detayı da sorgulama! Di mi ama? Ya tamam içinizden söyleyin bu da ayrı bir manyak diye:) Yazsanız da alınmam söz. Ben de kendine münhasır bir manyağım. Hayattaki en büyük zevkim kendime sorular sormak. Soru sormak konusunda biraz abartıyor olabilirim. Konu ile ilgili farkındalığımda yüksek yani;)
Neyse konumuz Martin Eden. Adama hayran oldum, demesem, sevgili Jack’e ayıp olacak. Ortaya koyduğu karakter, o akıcı şairane dil beni yerden yere vurdu desem abartmış olmam. Kitap su gibi akıyor. Henüz bitirmemiş olsam da kitabın orta yerinden yorumluyorum. Heyecanımı hoşgörün. Ne yalan söyleyeyim pek bi sevdim Eden karakterini.
Sevgili Eden, hedefi belirlemiş. O yoldan hiç ödün vermeden devam ediyor. Azim desen var, inanç desen o da var. Yapılması gereken her şeyi yapıyor. İnanılmaz bir güç gösterisi. Sonu nereye varacak gerçekten bilmiyorum. Ama yöntemine hayran kaldım. Sonunu bilen varsa lütfen sussun. Beni yazar ve hayal dünyamla baş başa bıraksın.
Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone