Hem evvel zaman içinde varolmuş, hem şimdiki zaman içinde varolan, hem de gelecekte varolacak efsaneler sultanı İstanbul'un bağrındaki bir kulenin öyküsüdür bu.
İstanbul'un her köşesi güzelliklerle, her köşesi gizlerle doludur. İşte bu güzelliklerden biri de önünden her gün onlarca geminin geçtiği Kız Kulesi'dir.
Kız Kulesi, İstanbul'un eski semtlerinden Üsküdar'ın sahilinde, kıyıya çok yakın mini mini bir adanın üzerinde beyaz bir kuğu gibi süzülüp durur.
Üsküdar kıyılarından İstanbul'u seyredenler, kentin Kız Kulesi'yle nasıl bir renk ve canlılık kazandığını görürler. Görürler de, bu mini mini adanın onlarca efsanede söz konusu edilen öyküsünü bilen pek azdır.
Efsaneye göre, Kız Kulesi'nin kayalıklarına vuran dalgalar, sabaha kadar, bir Yunan efsanesinde aşk tanrıçası olarak bilinen Afrodit'in rahibesi Hero'nun hüzünlü aşk öyküsünü anlatırlarmış. Aşık olması yasaklanmış Hero, Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılmış, tapınakta Leandros adlı bir gençle karşılaşmış, birbirlerini sevmişler.
Geri döndükten sonra Hero, kulede her gece bir meşale yakıyormuş. Leandros da meşalenin ışığına doğru yüzüyor, iki sevgili kulede buluşuyorlarmış. Bir gece, fırtına Hero'nun yaktığı meşaleyi söndürmüş.
Karanlıkta yolunu kaybeden genç Leandros, Boğaz'ın sularına gömülmüş. Hero, fırtına dindikten sonra meşalesini yeniden yakmış, heyecanla sevdiği genci beklemiş. Gün ağarınca, Boğaz'ın soğuk sularında sevgilisinin cesedini görmüş, bu acıya dayanamamış, kendisini derin Boğaz sularına bırakmış. O günden sonra Kız Kulesi kavuşamayan aşıkların simgesi olmuş.
Daha nice efsaneler anlatılmıştır Kız Kule'sinde kavuşamayan aşıklar üstüne, bunlardan yalnızca biri var ki mutlu sonla biter. O da Üsküdar tekfurunun yani Bizans valisinin kuleye kapatılan kızıyla Battal Gazi'nin aşkını anlatan efsanedir.
Battal Gazi, Üsküdar tekfurunun kızına aşık olunca, tekfur da buluşmalarını önlemek için kızını burada yaptırdığı kuleye hapsetmiş.
Bunu öğrenen Battal Gazi, her şeyi göze alıp kuleye çıkmayı başarmış; sevgilisini ve valinin kulede saklı olan hazinesini de alarak Üsküdar'a geçmiş. Kimse onlara yetişememiş. O günden sonra bu kuleye Kız Kulesi denmiş.
Bir başka efsane de Bizans imparatoru Konstantin'in güzeller güzeli kızının önlenemeyen kaderini anlatır. Sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli bu kızın güzelliği herkesin dilindeymiş. Halkın arasına karıştığında, bütün gözler ona çevriliyormuş.
Bizans imparatoru kızını çok seviyormuş, üzerine titriyor, bir kılına bile zarar gelmesin istiyormu. Ama ''sakınılan göze çöp batar'' derler ya, falcılar yememişler içmemişler, Konstantin'e bir kara haber vermişler.
''Bizi bağışla yüce imparatorumuz. Nasıl söylesek bilmiyoruz,'' demişler.
Konstantin kaşlarını çatmış ve bağırmış:
''Neden lafı ağzınızda geveleyip duruyorsunuz. Ne diyecekseniz deyin hemen!''
Falcılar cevap vermişler:
''Hoşunuza gitmeyecek, biliyoruz, ama önlem almanız için de söylemek zorundayız.''
Konstantin:
''Söyleyin ne söyleyecekseniz. Yoksa karışmam ha!'' diye daha da öfkelenince falcılar iki gözleri iki çeşme:
''Sevgili kızınız on sekiz yaşına gelince, bir yılan sokması sonucu ölecek...'' demişler.
Konstantin, beyninden vurulmuşa dönmüş; saçını başını yolmuş, hop oturup hop kalkmış, sarayın salonlarını fır dönmüş. Rahatı, huzuru, uykusu kaçmış.
Bu kötü kaderi değiştirmek için ülkenin dört bir yanına haberciler gönderip yüzlerce kahini ve büyücüyü İstanbul'a toplamış. Ama kahinler ve büyücüler söz birliği etmişçesine:
''Güzel prensesi bir yılan sokarak öldürecek. Bu alınyazısını değiştirmek olanaksız...'' diyorlarmış.
Bizans İmparatoru Konstantin, canından çok sevdiği kızını yılanlardan korumak için Boğaz'ın ortasındaki kayalıklar üzerindeki kuleyi onartmış, bir ev haline getirmiş ve prensesi oraya yerleştirmiş. Hiçbir yılanın, yüzerek kıyıdan bu kuleye gelemeyeceğini düşünüyormuş. Aldığı bu önlemi, en iyi askerlerini ve subaylarını adacığı korumakla görevlendirerek daha da pekiştirmiş.
O günden sonra, içindeki korku dağılmış. Aradan günler, haftalar, aylar geçmiş. Boğaz'ın ortasındaki bu kayalıklarda yaşayan prensesin saçları güneş gibiymiş. Yüzü aya benziyor, doğan aya ''Ya sen doğ ya ben!'' diyormuş.
Bir gün, adacığı korumkla görevli bir subay, prensesi görmüş ve aşık olmuş. Prenses de subaya tutulmuş. Bu subay, Üsküdar'a her geçişinde prensese çiçekler getirmeye başlamış.
Boğaz'ın iki yakasını erguvan ağacı çiçeklerinin süslediği, Üsküdar'ın kırlarını beyaz papatyaların, gelinciklerin doldurduğu tatlı bir bahar günü, prensese aşık olan subay yine kırlardan bir demet çiçek toplamış ve demeti bir erguvan ağacının altına bırakarak birkaç erguvan dalı kesmek istemiş; bunun prensesin hoşuna gideceğini düşünüyormuş. O bir dal erguvan keserken, çiçek demetinin arasına bir yılan gizlenmiş.
Yılan, çiçeklerle birlikte adacığa girmeyi başarmış. İlk fırsatta, zavallı prensesin ak tenine zehrini boşaltmış. Konstantin'le bütün ülke halkı prensesin ardından ağlamışlar. Yaslar tutmuşlar. İmparator, prensese demirden bir tabut yaptırmış. Tabutu Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirmişler. Zamanla tabutun üzerinde bir delik oluşmuş. Efsanelerde, yılanın prensesi ölümünden sonra da rahat bırakmadığı anlatılırmış.
O günden sonra bu adacığa Kız Kulesi adını vermişler.
Anadolu Efsaneleri
Sevgi ve ışıkla kalın…
Persephone